Dut gibi…
"Hepimizdeki en belirgin duygu; Antakya’yı asla bırakmayacağımız ve geri döneceğimizdi."

Fotoğraf: Ayda Aşkar
Dr. Ayda AŞKAR
Fırsat buldukça, Antakyalıların Instagram sayfalarında dolaşıyorum. 6 Şubat’tan öncesi ve sonrası; gökkuşağından, karanlık uzay boşluğuna atlar gibi olmuş dünyalar. Acının ve çaresizliğin binbir derecesi ve rengi varmış, aynı anda bunu milyonlarca insan yaşayabilirmiş. Sayfası; halen gökkuşağında bekleyenlere mesajlar atıyorum. Cevap gelmedikçe; şubat oluyorum yeniden, yeniden…
Karanlıklar içinde, inanılmaz derecede zengin duygu aktarımlarına denk geliyorum bazen… Canı yanan bir insanın okyanus derinliğinde düşündüğünü, bunu saygı duyulası bir çarpıcılık ve sarsıcı cümlelerle anlatabildiğini gördüm ve yaşadım. Okuduğum her kelime, yüreğime saplanan bir hançer gibi canımı yaktı, gözyaşlarımı akıttı. Sevdiklerine ayrı, şehirlerine ayrı üzülüyordu insanlar. Antakya; çocuklarını büyüten bir ana gibi benimsenmiş, kolu kanadı kırık evlatlar olarak yurdun her yerine dağılmıştık, çaresiz ve önünü göremez bir halde hepimiz; taşını, sokağını, baharatını, Asi’sini, esnafını, yiyeceğini, dilini, tadını ile ayrı ayrı yad edip ayrı ayrı vedalaşıyorduk. Hepimizdeki en belirgin duygu; Antakya’yı asla bırakmayacağımız ve geri döneceğimizdi. Her şeye rağmen hissedilen umut; kış sonrası gelmesi kesin olan bahar kadar gerçek ve güzeldi.
Bahar geldi yavaş yavaş. Bursa’nın bereketli topraklarını dolaşıyoruz eşimle fırsat buldukça. Her meyvesi, her sebzesi, her çiçeğini dalında görme imkanım oldu burada. Gözlerimi ayıramadan dakikalarca baktığım, incelediğim, meyvesini kopardığım yüce yüce dut ağaçları gördüm. Dut taneciklerine uzun uzun baktım.
Dut gibi... Evet dut gibiydi… Gövdesinden, dalından, ucundan her yerinden boğum boğum tomurcukların oluşturduğu tadına doyulmaz, her birinin damakta, dilde, zamanda farklı lezzetler bıraktığı, olgunlaştıkça hassaslaştığı, bir esintide yaşamı son bulan, kimseye hissettirmeden toprağa karışan dut tanesi gibi. Hepsi aynı ağaçtan, hepsi benzersiz… Hepsi değerli ve ölümlü… Yumuşacık dokunularak koparılması gereken, biriktirilmesi ayrı özen isteyen... Bir kere tadıldığında; çocukluğumuzu, haylazlığımızı, okul bitimlerini ve yaz başlangıçlarını çağrıştıran… İnsan olmanın, günlük yaşamın koşturmacasında unutulup giden, önemsizleştirilen birçok anının ve tadın, hissin ve ayrıntının farkına vardıran…
Depremin ve sonrasının bize hissettirdikleri ve yazdırdıkları da böylesi bir şeydi sanki... Hepimizin hisleri, bu evrim mucizesi dut gibiydi... Zaman içinde olgunlaşıp dökülecek, çürüyüp unutulacak hassas ellerde toplanmasa, biriktirilmese… Bu dönemin tadı, elbette çocukluğumuzdaki güzellikleri çağrıştırmayacak. Koca dut ağacı, bu sefer çaresizliğimizin meyvesini vermiş olacak.
Yazalım, toplayalım devasa küfelerde acımızı kendimiz ve gelecek nesillerimiz için bu dönemin duygularının ifade edilebilmesi, toparlanması, toplum hafızasına yerleştirilmesi gerekiyor. Empatinin, şefkatin, sevgi dilinin unutturulmaya çalışıldığı bu zamanda; depremi hiç yaşamayanların da bizimle beraber ağladığını, acımızı yüreğinin en derininde yaşadığını gördüm... Sistemin tüm kanatmalarına ve morartmalarına rağmen iyi insanlar çoğunlukta hâlâ. Günlük yaşamında, sadece hayatta kalmayı başarı zannederek yaşayan ve aslında sefaleti güzellemesi istenen insanoğlu; ruhuna zaman ve bütçe ayırmadıkça insanlığından, içindeki güzelliğinden, sanatçıdan, öğretmenden, anneden, babadan eksiltip duruyor. İnsanoğlunun milyonlarca yıl sonra geldiği nokta; toplumsal düşünen, insana/inanca/kadına/çocuğa/doğaya/hayvana zarar verebilecek her şeyi kanunlarla yasaklamak, ülke zenginliğini daha adil dağıtacak sistemlerde ilerlemek, sağ beynini çalıştıracak sanatsal her faaliyeti desteklemek, yaymak olmalıydı. Her bir insana; devasa, değerli, özel, yüce bir dut ağacı gözüyle bakabilmek. Dut tanesinin kıymeti bir yana, yaprağının besiniyle insan zekasının en güzel örneklerinden biri olan ‘ipeği üretebilen dut ağacı. Toprağı sağlamlaştıran kökleri, havayı dönüştüren ve ipek böceğini besleyen yaprakları, her canlıya besin olan dut tanesi, her sektörde kullanılabilen gövdesi ile aynı insanoğlu gibidir dut ağacı…
Velhasıl; ağacımız cömertçe yine verdi dutlarını, özenle toplayıp özenle değerlendirelim diye… Yüzyıllarda bir gerçekleşen depremi ve yıkıntılarını yaşamak bize düştü. Ölmeyenler olarak; yaşadıklarımızı gelecek nesillere aktarmakla toplumsal bir hafıza oluşturmanın yanı sıra insanoğlunun yüceliğini, değerlerini, yüreğini, yaratıcılığını, duygularını da aktarmış ve unutturmamış olacağız.
Gönüllü olan herkesin yaşadıklarını ve yazdıklarını bir hafızada bir kitapta biriktirmek isterim. Yazalım ve biriktirelim tanık edelim zamanı.

Evrensel'i Takip Et