2 Temmuz 2023 04:40

Eren Aysan: Taziyesi hiç bitmeyen bir ömür bizimki!

Behçet Aysan’ın kızı Eren Aysan ve Yanık Ağıt albümünün Müzik Direktörü Çiğdem Erken ile Sivas Katliamı’nın üzerinden geçen otuz yılı ve albüm projesini konuştuk.

Eren Aysan: Taziyesi hiç bitmeyen bir ömür bizimki!

Eren Aysan (Fotoğraf: Ramis Sağlam/ Evrensel), Çiğdem Erken (Fotoğraf: Yanık Ağıt albümü)

İsmail AFACAN
İstanbul

Sivas Katliamı’nın otuzuncu yılında “Yanık Ağıt” albümü müzikseverlerle buluştu. 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta katledilen Behçet Aysan anısına, şiirlerinden bestelenen şarkılardan oluşan “Yanık Ağıt” albümü Ada Müzik’ten çıktı. Müzik Direktörlüğünü Çiğdem Erken’in yaptığı albümde 16 şarkı yer aldı.

Behçet Aysan şiirlerini Fazıl Say, Zuhal Olcay, Güvenç Dağüstün- Ece Dağıstan, Tuna Kiremitçi- Burcu Tatlıses, Doğan Duru, Vedat Sakman, Umut Özensoy, Dilek Türkan, Deniz Çakır, Selva Erdener, Selçuk Sami Cingi, Mirady, Zeynep Karababa- Erdal Erzincan, Mazlum Çimen ve Bajar yorumladı.

Behçet Aysan’ın kızı Eren Aysan ve Yanık Ağıt albümünün Müzik Direktörü Çiğdem Erken ile Sivas Katliamı’nın üzerinden geçen otuz yılı ve albüm projesini konuştuk. Aysan “Bir anlamda taziyesi hiç bitmeyen bir ömür bizimki” ifadelerini kullanırken Erken “(Behçet Aysan) Yaşadığı çalkantılı dönemi tarif ederken hiç hoyrat davranmamış. Hassas terazisi olan özenli ve asil bir şair” dedi.

Sivas Katliamı’nın 30 yılı… Bu geçen 30 yılı nasıl özetlersiniz? Hem kişisel hem de toplumsal anlamda…

Eren Aysan: Sivas Katliamı’nın üzerinden tam otuz yıl geçti. İnsan ömrü düşünüldüğünde çok büyük bir zaman aralığından söz ediyoruz. O talihsiz gün on altı yaşındaydım. Şimdi ise babamdan iki yaş büyüğüm. Bir anlamda taziyesi hiç bitmeyen bir ömür bizimki. Bu süre içinde yalnızca mezarlarımızla bütünleşmemize izin verildi. Yerinde saydığımız adalet mücadelesini, ses duyurma çabasını, engelleri yaşadık. Unutturmamak için yılmadan, usanmadan çalıştık, çabaladık. Mahkeme salonlarının boğuntulu atmosferinin yanında mahkumların pervasızlığı her defasında bizi nefessiz bıraktı. Firari sanıkların ısrarla ve bilinçli şekilde yakalanamadığı bir sistemin içinde zaman aşımı dayatmasıyla sınandık. Bütün siyasi cinayetlerde olduğu gibi davamız divana kalmasın diye çabaladık. Bir arpa boyu yol gidemedik, sistemli bir unutturuluşun içinde debelendik durduk. Bellek aktarımının olmamasına rağmen babalarımızın eserlerinin unutturulmaması için direndik. Şiirlerinin bir sonraki kuşaklara sağlıklı bir biçimde iletilmesi için seferber olduk. Bu süre içinde kendi adıma adaletin sağlanabileceği bir başka alana tiyatroya ve edebiyata sığındım. Çünkü bunca yıla rağmen hâlâ hukuktan başka bir yol bilmiyorum.

"TEK İSTEĞİMİZ ÖLÜMLERİN ÇOĞALTTIĞI BİR AİLE OLMAMAKTI"

Sivas Katliamı bu ülkedeki ne ilk katliamdı, ne de son oldu. Behçet Aysan’ın bir şiirinde dediği gibi: “Değişen bir şey yok hiç/ ölüm hariç// aynı gökyüzü aynı keder”…  Neden bu acıları belli aralıklarla tekrar tekrar yaşıyoruz?

E.A: Otuz yıllık bu süreç içinde ülkemiz acılar coğrafyası olarak anılmaktan vazgeçmedi. Gazi olaylarını yaşadık, Metin Göktepe’yi, Hasan Ocak’ı, Onat Kutlar’ı, Yasemin Cebenoyan’ı, Ahmet Taner Kışlalı’yı, Necip Hablemitoğlu’nu, Hrant Dink’i, Gezi’de gül yüzlü gençleri, Tahir Elçi’yi toprağa verdik. 15 Temmuz’da Sivas dava dosyasında da anılan cemaatin nereden nereye geldiğini gördük. Tek isteğimiz bu topraklarda ölümlerin çoğalttığı bir aile olmamaktı. Başarısız olduk. Karşımızda blok ve yekpare bir güç var. O güç siyasi cinayetlerde cezasızlığı her şeyden önce temel alıyor. Bu da yeni cinayetlerin işlenmesine kapı aralıyor. İtalya’da olduğu gibi bir “temiz eller” operasyonu hiçbir zaman gerçekleştirilmediği için de mazlumlar çoğalıyor.   

Ne acı ki toplumsal belleksizlik, dahası ülkemizde yaşanan siyasi cinayetlere dair kuşaklar arası bir aktarımın olmayışı pek çok ismin unutturulmasına yol açtı. Bugün üniversite öğrencileri arasında bir anket yapılsa, örneğin Ümit Doğanay, Bedri Karafakioğlu, Cavit Orhan Tütengil, Bedrettin Cömert, Orhan Yavuz’un isimleri sorulsa sonucu az buçuk tahmin ediyoruz. Bir dönemin aydınlık, üniversitelerde ders veren ama öldürülen aydınları her biri. Aynı zamanda sistemli bir unutturuluşun kurbanları… Hep söylüyorum: Hesaplaşamamanın en şiddetli haline bir isim konulamadı henüz.

Sivas Katliamı, toplumsal hafızamızın en travmatik olaylarından…  Türkiye halkları Sivas Katliamı’yla gerçek anlamda yüzleşilebildi mi?

E.A: Sivas Katliamı’yla hesaplaşılsaydı başkaca cinayetlere kapı aralanmazdı. Ayrıca sürekli olarak “linç” olgusuyla baş başa kalmazdık. Sosyal teoride linç adına en önemli unsur bellidir: Ajitasyon. Vahim diyebileceğimiz tartışmanın başlama noktası tam da burası: Linç tasarımı sosyolojide “medeniyet kaybı” unsuruyla bağlantılı olarak ortaya çıktığı için hemen her şey, bütün değerler altüst olur. Asıl korkuncu bu linç girişimini yapan gruplara bir şekilde “Tahrik olma hakkı” bahşedilmesi. Bu hak çok çeşitli olabilir: “Dini inançlarımıza saldırdı!”dan “Ülkemizi bölmek istiyorlar!”a kadar. Eskiden gazete ve dergilerin yapamadıkları şimdilerde önce sosyal medyada karşılık buluyor. Hemen toplum vicdanındaki en hassas noktalara atıf yapılıyor: Dini ve milli değerler! Bunların karşısında düşmanlaştırılan bir ya da birkaç kişiye sistemli psikolojik linç uygulanıyor. Ardından da gözaltılar, tutuklamalar… Nitekim Sivas Katliamı’nda da dini değerler provakasyon malzemesi olarak kullanıldı! Siyasi cinayetlerde de tetikçilerin genel argümanı dini ya da milli değerlere saldırıyı kullanması ve öldürümü meşru görmesidir. Dahası da var. Toplumsal kutuplaşmaların ve gerilim hatlarının popülist siyaset söylemleri tarafından körüklendiği zamanlarda linç girişimleri de artar. Çünkü kendini otorite yerine koyan bir güruh çıkar karşımıza. Oysa bildiğimiz anlamda hukuku, gerçek anlamda da devlet otoritesinin altını oyan eylemlerdir bunlar...

"ŞİİRİN SESİYLE MÜZİĞİN SESİ KARDEŞTİR"

Behçet Aysan şiirlerinden bir albüm hazırlandı. Albümü dinlediğinizde neler hissettiniz?

E.A: Behçet Aysan şiirlerinden oluşan Yanık Ağıt albümünün bütün süreçlerine tanığım. Bir yaz akşamı dostlarım Çiğdem Erken ve Zeynep Altıok’la oturmuştuk. Metin Altıok Şarkıları Anka albümü yeniydi. Bu anlamda kardeşim Zeynep, hem bu albümün önünü açtı, hem de cesaret verdi. O gün Ada Müzik’in sahibi Bülent Forta, çok güzel bir albüm olacak sözünü verdi. Sözünü tuttuğu için minnettarım. Bu süre içinde Çiğdem, deyim yerindeyse babamın şiirleriyle yattı kalktı. Fazıl Say, her zaman benim önümde ışık oldu. En sonunda albüm çıktı. Bütün şarkıları ham kayıtlar sonrasında da dinlemiştim. Albüm bütünlüğü ise çok başka bir şey. İlk yayımlanan geceden beri kalbim yerinden çıkacak gibi oluyor. Hatta itiraf etmem gerekir ki uykusuzluktan başım dönüyor.  Şiirin sesiyle müziğin sesi kardeştir zaten. Umuyorum ki bu genç kuşaklara babamın dizelerini anlatan bir köprü olur.


"HASSAS TERAZİSİ OLAN ÖZENLİ VE ASİL BİR ŞAİR"

Albümün hazırlık süreciyle başlayalım… Nasıl ortaya çıktı “Yanık Ağıt”?

Çiğdem Erken: 2014 senesinde yayımladığımız Metin Altıok Şiirlerinden Şarkılar albümünden sonra Sevgili Zeynep Altıok ve Eren Aysan ile beraber Behçet Aysan’ın şiiri için neler yapabileceğimizi konuşmaya başlamıştık. Fikir biraz olgunlaşınca Bülent Forta ile görüşerek böyle bir albüm yapma niyetimiz olduğunu söyledik. Ada Müzik hemen kapılarını açtı ve biz Behçet Aysan’ın şiirleri cebimizde hazırlıklara başladık. Yolculuk biraz uzun sürdü araya pandemi gibi, deprem gibi birçok olay girdi. Ama sonuçta gururla bitirdiğimiz bu süreci tamamladık.

Farklı müzik tarzlarından isimler Behçet Aysan şiirlerini yorumladı. İsimler ve şiirler nasıl belirlendi?

Ç.E: Değerli dostum Eren Aysan babasının şiirine son derece hakim olduğu için onun yönlendirmeleri ile müzisyen dostlarımıza önerilerde bulunduk ve hangi şiirlerin şarkı olmaya daha müsait olduğunu belirledik. Behçet Aysan’ın bütün şiirlerinin olduğu “Düello” senelerce evde ve bütün seyahatlerimde başucumdaydı. Bu tip albümlerin yapımında sorumluluk alınca kendi estetik anlayışınız da albüme yansıyor haliyle. Bu albümde benim çok sevdiğim ve birlikte çalışmaktan zevk aldığım harika müzisyenler var. Sonuçta bütün müzisyenler kendi şiirlerini kendileri seçmiş oldu. En önemlisi ruh birliği kurabildiğimiz insanlar bir araya geldik.

"İYİ MÜZİK HER YERDE İYİ MÜZİKTİR"

Şiirler; caz, rock, pop gibi farklı tarzlarda yorumlandı. Albümde çoğulcu bir üslubu tercih etmenizdeki nedenler nelerdi?

Ç.E: Bence bu çoğulcu üslup Aysan’ın şiirinde de var. Şiirlerinde ve yazılarında hem toplumsal hem de kişisel konuları son derece özgürlükçü bir anlayışla aktarmış. Aslına bakarsanız ben müziği türlerine göre düşünmeyi yıllar önce bıraktım. Klasik kökenli bir müzisyenim ama yıllardır hem caz hem de Türk müziği geleneğinden gelen arkadaşlarımla birçok çalışma yaptık. İyi müzik her yerde iyi müziktir. Hangi tür olursa olsun kıymetli bir şairin şiirini bestelemenin sorumluluğunu taşıyacak, müziği ile sözleri kanatlandıracak her müzisyen benim için değerlidir. Şiirin içindeki gizli melodiyi bulmak ustalık isteyen bir durum kanımca. Bu albümde bunu başarabildiğimize inanıyorum.

Behçet Aysan şiirine dair düşüncelerinizi sormak istiyorum. Behçet Aysan şiirinin sizde yarattığı çağrışımları nasıl açıklarsınız?

Ç.E: Bu albüm sayesinde Behçet Aysan şiiri ile çok yakın ilişki kurdum. Aysan, yaşadığı dönemi, olayları, ilişkileri, aydın görüş ve tavrı ile birleştirerek bize harika şiirler bırakmış. Her şiirinde bir tanıklık gizli. Aynı zamanda doktor olması, farklı bir eğitimden gelmesi de bazen seçtiği anlatıma yansıyor diye düşünüyorum. Yaşadığı çalkantılı dönemi tarif ederken hiç hoyrat davranmamış. Hassas terazisi olan özenli ve asil bir şair.

"'SUS' KELİMESİNE VURULDUM"

Albüme adını veren Yanık Ağıt” şiirini yorumladınız. Yanık Ağıt”ı yorumlarken neler hissettiniz?

Ç.E: Yanık Ağıt artık benim için çok özel. Albüm sürecinde bir yandan da kendime şiir seçmeye çalışırken çok debelendim. Üç sene kadar hangi şiiri besteleyeceğime karar veremedim. Birgün yine sayfalar arasında dolaşıp dururken Yanık Ağıt’ta geçen “Sus” kelimesine vuruldum. Madımak’ta yitirdiğimiz sanatçıların eserlerini yorumlarken olaylardan kopuk düşünemiyorsunuz. Burada farklı bir saygı duruşu var. Kırk dört yaşında gencecik bir şairin vahim bir şekilde yakılarak bu hayattan sevdiklerinden ve bizden koparılması içimde hiç kapanmayan bir yara. Bu albüm bizlerin çığlığı. Ben o çığlığı “Sus” kelimesinde buldum.

Evrensel'i Takip Et