Her şeye inat bir mum yakıyoruz ve soluğumuz tükenene kadar yakacağız
Sivas Katliamı'nın tanıklarından Zerrin Taşpınar, 30 yıldır devam eden yangını yazdı.

ARŞİV | Fotoğraf: Burcu Yıldırım/EVRENSEL
İLGİLİ HABERLER

Eren Aysan: Taziyesi hiç bitmeyen bir ömür bizimki!

Önce kitaplar yakıldı, sonra insanlar
Zerrin TAŞPINAR
Madımak’ta yangından kurtulalı 30 yıl geçti… 30 yıl… Dile bile kolay değil söylemesi. O gün doğan çocuklar bugün birer yetişkin. Tahsil hayatlarını bitirdiler, iş güç sahibi olabilenler oldu, evlendiler, çoluk çocuğa karıştı bazıları… Kimi hiç umursamadan yaşadı, kimi ailelerinden duydu, kimileri de yakınlarının gözyaşlarını, acısını içinde hissederek geldi bugünlere… Sivas’ta çocuklarını yitiren ailelerin yakınlarıysa yana yana yaşadılar hep…
Oysa siyasal İslam’ın ilk kıyımı değildi Sivas. Nereden başlasam bilmem ki… Çok eskilerden kalma bir katliam iştahı diye adlandırmak doğru olur belki…. Son da olmayacaktı. Olmadı da…
Maraş, Çorum ve Sivas olaylarının ardından Madımak, siyasal İslam’ın bir başka güç gösterisi, devleti ele geçirme kalkışması olarak açıklanabilir rahatlıkla. Günler önceden planlanmış bir kalkışma. Bildiriler hazırlanmış (Bu bildirilerin ne zaman, hangi tarihte, hangi matbaada basıldığı, pek çok kente nasıl dağıtıldığı, kimlerin işin içinde olduğu bir kez bile araştırılmadı) hatta gazete yazıları kaleme alınmış (Bu tahrik edici gazetelerin kimin olduğu araştırılmadı ve Aziz Nesin konuşmasını yapmadan yazıldığı belliyken yazılar da soruşturulmadı ne hikmetse) kentte bir “Hicret Koşusu” düzenlenerek bir sürü dindar ve kindar toplanmış (Asla soruşturulmadı) kaldırım çalışmaları yapılarak atılacak taşlar bile öbek öbek yerli yerine konulmuştu… Bu kadar hazırdı her şey. Gerisi… Gerisi cami imamlarının son tahrikine kalmıştı. Cuma namazı sonrası verilen vaazlarla (Asla kimse araştırmadı) gerici toplum coşturulup şenliğe katılanların üstüne salınmıştı… Artık son söz taşın ve ateşindi…
İşte biz bu kadar örgütlü ve okur-yazara, bilen-anlatana, düşünen ve düşündüğünü ifade eden insanlara düşman bir kitlenin önünde, yani kültüre, sanata, düşünceye, bilime düşman bir kitlenin önünde… Onların iştahla intikam alacağı bir avuç insan olarak, Madımak Oteline yönlendirilmiş, orada kuşatılmış ve yapayalnız bırakılmıştık…
Beklerken babamı özledim en çok… Babam bir subaydı ve ölmemiş olsaydı eğer… silahını çektiği gibi dalardı o yığının arasına… Havaya ateş ederek yanımıza gelir ve o korkakları ürkütürdü… Böylesi bir kuşatmaya seyirci kalmak kanına dokunurdu. Emir falan dinlemez koşardı…. Tek el uyarı ateşinin tümünü nasıl darmadağın edeceğini bilirdi… Korkaktı saldırganların tümü. Bir başınayken fikrini bile savunmayan, çoğu kez bir fikri olmayan… bir araya gelince yüreklenen ve her şeyi yıkabileceğine inanan sürüydü hepsi. Hepsini toplasan akıl ve fikir olarak bir Asım Bezirci, Bir Behçet Aysan, Bir Metin Altıok çıkaramazdık içlerinden.
Mahkemeler süresinde daha iyi anladım ki, hiçbiri yaptıkları eylemin arkasında durma cesaretine sahip değil. “Ben şuna inanıyorum… o nedenle” ya da “Ben bu insanların toplum için şöyle zararlı olduğunu düşünüyorum… o nedenle” gibisinden bir savunma yapmadı hiçbiri. Hep inkar, hep yalan, yetmeyince küfür ve hakaret… Yetmeyince mahkemede bile saldırı, kaba güç gösterisi… Yani cehaletini ispat ve kabul davranışı…
Bizlerse… Yani sağ kalanlar üzerimize giydiğimiz tanıklık giysisiyle 30 yıldır hiç susmadık. Yitirdiklerimizin aileleriyle omuz omuza adalet arayışımızda da bir adım geri atmadık… Ama az kaldı yeni bir zaman aşımı eşikte…
Ben kendi adıma 10 yıl her 1 Temmuz akşamı görsel bir etkinlik düzenleyerek ve büyük katılımlarla andım Madımak Katliamı’nı. Sürekli yazılar yazdım ve bu yayımlanmış yazıları bu yıl, 30. yıl için bir araya getirip kitaplaştırdım. Kitabın adı Tanık ve Doruk yayınlarından çıktı. Her yıl pek çok anma gününe katıldım, ülkemin pek çok kentine gittim. Öyle ki, birkaç gün üst üste otobüslerde dinlenerek o kentten ötekine ulaştığım zamanlar oldu. Nereye çağrılırsam oraya… Yurt dışına da çıktım defalarca… Sivas’ı anlattım, gerçeği… Yeter ki Sivas’ın ışığı sönmesin… Yeter ki Sivas yitiklerimizin sözü, sesi olalım…
Hatırladıkça gözlerimden yaşlar süzülen anılarım var otelin içinde yaşanan… sessiz vedalaşmalar var yüreğimdeki kuşları ürküten… Son yıllarda da Nesimi Çimen’i son görüşüm aklıma takılıyor: Otelin önünde arabaların ateşe verildiği sıralardı. Bir sandalyeye oturmuş, üst katta, “Belim çok ağrıyor” demişti. Şimdi ben durup dururken, bir yatak, şilte bulup onun uzanmasını sağlayamadığım için üzülüyor ve öfkeyle doluyorum…
Sivas’ın ardından yeşil bayraklı, alnı bantlı adamlar ortaya çıkıp örneğin Maltepe Camii’nin önünde şeriat isteriz gösterileri yaptılar. Şimdi o adamlara şunu sormak gerekiyor: AKP şeriat mı getirdi, ya da vadetti ki artık sesiniz soluğunuz hiç çıkmıyor? Laik cumhuriyeti yıktığınıza mı inanıyorsunuz da sustunuz?..
Bütün bunlar ve birçok nedenle. Sivas’ın AKP’nin yolunu açmak üzere kurgulanmış bir senaryonun parçası olduğuna inanıyorum. Herkesin asgari ücretle çalıştığı, bir avuç AKP yandaşı, akrabası dışındakilerin açlık ve yoksulluğa boyun eğdiği bir düzenin inşası. Tek adam rejimini, toplumu Silivri ile korkutarak, adaleti bir azınlığın emrine ve çıkarına hizmet eder hale getirmek olduğu apaçık ortada… Seçim vaatlerinin bile umursanmadığı bir yerdeyiz. Her türlü yalan, iftira, küfür egemenlerin tekelinde… Sen ağzını açtığın an zulüm kapıda. Hatırlayalım, en yüksekten gelmişti düzenin tanımı: “Biz, tecavüz, taciz, yolsuzluk, hırsızlık gibi nedenlerle kendimizden olanı suçlamayız” Elbette bunu daha usturuplu bir biçimde dile getirmişti Sayın Cumhurbaşkanımız… Ama meali böyleydi söylediklerinin.
Kindar ve dindar kuşaklar yetiştirmenin bedeli çok ağır oldu… Her şeyi yapabilirim çünkü iktidar benim düşüncesi, korkunç bir yozlaşma yarattı. Çöpte yiyecek arayanlarla, minik bebeğine, tam bir görgüsüzlükle tek taş takanlar arasındaki uçurum bir nefret ve öfke biriktirdi. Yoksulluğun üstüne bir de Saray’ın yiyecek tariflerini koyun… lüks yaşamı… onlarca uçağı, makam aracını ve konvoylarla gidişleri koyun… Ortada işi bilen insan yokmuşçasına beş on maaş alanları ekleyin bu denkleme…
Doktor dövmeyi sağlıkta reform sananlar ve bunu övünerek anlatanlar var bu ülkede… İşlevsiz havalimanlarıyla övünenler var… Hiç geçmediği köprünün parasını ödeyip farkına varmayanlar var. Dindar ve kindar olmak, kendi aptallığına ve kendi tembelliğine kızarak aslında, akıllı ve çalışkan olana diş bilemekmiş… bunu öğrendik toplum olarak… Çalıp çırpmanın beceriklilik sanıldığını da…
Dedemin, babamın çalıştığı yere gidip, bir kağıda, bir ataşa “Devlet malıdır” denilerek el süremeyen bizler (O kadar aklım kalmış ki ataşlarda, kendime bir kutu ataş almıştım yazarlık serüvenim başladıktan sonra) makam odasına özel banyo yaptıranlarla tanışıp şaşırdık…
Sivas’ da Madımak Otelinin içindekilerle birlikte yakılmasıyla başlayan süreç bir ÇÜRÜME ZAMANI olarak sürüp gidiyor… Cumhurbaşkanına kimi peygamber, kimi “benim Allah’ım” diyecek kadar da dinden ve imandan çıkmış bir kitleyle bir süre daha devam edecek anlaşılan. Her tarafımızı tarikatlar sarmış durumda… Hatta Adıyaman’da Vatikan gibi olmuşlar ve kendi yaşam alanlarını kurmuşlar… Yoksul çocuklar av… Beslenmenin bedeli; onların istediği gibi şekillenmek ve askeri olmak… Kur’anın anlamını öğrenmek bile yasak çoğunda… Amaç İslam’ı anlamak değil çünkü… biat edip kul olmak… kullanılmak.
Uyuşturucu bağımlıları hepimizin gözleri önünde ölüme koşarken, çetelerin çıkar kavgasından doğan hesaplaşmalar arasında kalıp yaşamını yitiren sıradan vatandaşlar var.
Varlar kadar yoklar da canımıza kastetmiş durumda. Bize adalet yok… Milletvekili de olsak biz içerideyiz… Yasalar ne derse desin, üstlerden bir yerden emir gelmedikçe “Gezi”nin cezalandırılması sona ermeyecek… Tam bir öç alma hukuku… tam bir çarpık adalet… Cinayete (Hele de adam karısını öldürmüşse) iyi hal indirimi… eleştiriye hakaret davası… Kadına ikinci sınıf olmayı kabul etme baskısı…
Bize demokrasi yok. Bu yeni düzen adaleti ve demokrasiyi yeniden tanımlıyor.
Biz bir karanlığın içinde durmadan bir mum yakmaya çalışan insanlarız…
Sivas sürüyor… Türkülerimiz yanımızda… Dizelerimiz dilimizde… Tiyatromuzla, semahımızla her şeye inat bir mum yakıyoruz ve soluğumuz tükenene kadar yakacağız.
Evrensel'i Takip Et