Önce kitaplar yakıldı, sonra insanlar
Tarık Özyıldırım, 30. yılında Sivas Katliamı'nı yazdı.

Fotoğraf: Evrensel
İLGİLİ HABERLER

Eren Aysan: Taziyesi hiç bitmeyen bir ömür bizimki!

Her şeye inat bir mum yakıyoruz ve soluğumuz tükenene kadar yakacağız
Tarık ÖZYILDIRIM
Orta Çağ Avrupa’sında birçok kitap yakılır, bu da yetmez yazarlar eserleriyle ateşe verilir. Bizde de ilk önce II. Abdülhamit devrinde 1902’de Çemberlitaş Hamamı’nın külhanında çuvalla kitaplar ateşe verilir, yasaklı yayın diye. Daha sonra 1940’lı yıllarda Tevfik Fikret’e karşı -ölümünden 25 yıl sonra- birçok gazete, kitaplarının yakılıp yok edilmesi için kampanya başlatır. Bunlar arasında ilginç olan Tevfik Fikret’in isim babası olduğu Peyami Safa’nın da eserlerin ahlaksız olduğunu, yok edilmesi gerektiğini savunmasıdır. Bu yakma yıkma, yok etme daha sonra Nâzım Hikmet’in şiirlerinin, Sabahattin Ali’nin Marko Paşa dergisinin de başına gelir. Oysaki ateşe verilen her kitap, her şiir, her dergi aslında yazara vurulan bir darbe değil; yazarın gücüdür.
10 Mayıs 1933’te Nazi Almanya’sında Berlin Üniversitesi alanında ve Almanya´nın birçok şehrinde, açık meydanlarda odun yığınları ateşe verilir. Hitler´e uymayan Alman ve dünya edebiyatının önde gelen eserleri yok edilir: Thomas Mann, Stefan Zweig, Ernest Hemingway, Emile Zola, Jack London, Albert Einstein, Marcel Proust, Sigmund Freud … Böylece yüz binlerce kitap, haftalarca meydanlardaki ateşlerde yakılır ve Almanya’nın birçok meydanına, artık kitapların yanık kokusu hakim olur.
Alman Şair-Yazar Bertolt Brecht: “Kitaplar yakılıyor/ Canı gönülden istiyorum / Yakın benimkileri de” diyerek tepkisini gösterir. Kitapları yakılan Alman Şair Heinrich Heine, 1821 yılında şöyle yazmıştı: “Bugün kitap yakanlar, yarın insanları da yakarlar.” Keşke dediği olmasaydı ama 1933’te kitap yakanlar 1940’tan sonra Nazi Almanya’sında fırınlarda insan yakmaya başladı.
BİR FOTOĞRAF KARESİ
Bizde, kitap yakmaktan insan yakmaya ise 1993’ün 2 Temmuz’unda Madımak Otelinde gelindi. 10 bin insan önce Aziz Nesin’i bahane ederek oteli taşlamaya başlar sonra da ateşe verirler. Bu katliama 8 saat boyunca müdahale edilmez ve Pir Sultan Abdal’ı anmak için orada bulunan 33 şair, aydın bu katliamda can verir. Şair Metin Altıok, ölüme dirense de hastanede birkaç gün süren yaşam savaşını kaybeder. Kızı Zeynep Altıok onun yazma mirasını devralır: “İlk ve hep babam Metin Altıok’un ardından onu anlatmak, yaşatmak, Sivas kıyımını unutturmamak için yazdım, yazdım.”
Metin Altıok’la beraber iki şair Behçet Aysan ve Uğur Kaynar ölmeden önce otelin merdiveninde bir fotoğraf karesindedirler. Behçet’in elinde bir çubuk, önünde yangın söndürme tüpü; Metin’in elinde saplı badana fırçası, Uğur’un elleri çenesinde düşünceli, dizlerinin üstünde bir siyah çanta. Merdivendeki bu üç şairin gözlerinde ölüm-yaşam arasındaki ince çizgi görülür.
Aslında bu üç şair, öldürülmeden bir gün önce 1 Temmuz’da Aziz Nesin’le bir masada beraberdirler. Aziz Nesin, bu beraberliğe dair şunları söyler: “Behçet Aysan, masada solumda oturuyor daha önce tanışmışız ama hatırlamıyorum. Çaprazımda Uğur Kaynar var, onunla ilk defa orada karşılaştım, şairlerin el yazılarıyla yazdığı şiirleri topladığından söz ediyordu. Tam karşımda çok iyi tanıdığım Metin Altıok vardı. Canlı canlı yakılacağını, iki üç gün acılar içinde kıvranıp öleceğini nereden bilebilirdim.”
Behçet Aysan; psikoloji eğitimi almış, şiirleri birçok dile çevrilmiş, geleceğin şairiydi. Kızı Eren Aysan “Babam, Metin Altıok, Asım Bezirci, Hasret Gültekin, Muhlis Akarsu… Sivas’ın bu kadar anlatılmış ve aktarılmış olmasında bu isimlerin öldürülmesiyle kimliklerin öldürülmesi arasındaki bağdı”
Uğur Kaynar; 36 yıllık yaşamına 5 kitap sığdırmıştı. Sivas’a kitap imzalamak için gitmişti. Yakıldığı gün askılı deri çantasında yazdığı son mısralar: “Öldüğümde/ Doğduğum yere gidiyorum/ Yıllarca süren bir hasret ve bilinmezliğe…”
Otelin merdiveninde çekilen fotoğraftan sonra üç şairde yakılarak öldürülür. Edebiyatçılar Derneği onların adıyla üç kitap yayımlar.
"BELA BENİ BULUR"
Edebiyat Araştırmacısı, Deneme Ustası Asım Bezirci de bu yangından sağ kurtulamaz. Bezirci, 2 Temmuz günü Madımak Katliamı’nda, tüm yaşama isteğine rağmen hayata gözlerini yumar. Rıfat Ilgaz, bu değerli dostunun ölüm haberine çok üzülür. Oğlu Aydın Ilgaz, bu haberi önce gizlemeye çalışır fakat nihayetinde Ilgaz’a söylemek zorunda kalır. Ilgaz’ın son yazısı da Asım Bezirci içindir. Cumhuriyet gazetesinde, “Yaşam ve ölümün bir anlamı kalmadı her şey yalama oldu artık Asım da öldü, Çimen de öldü” der ve aynı günün sabahı bir kalp krizi sonucu vefat eder. “Bela elbette beni bulacak, çünkü ben halkım” dediği de olur Bezirci’nin, bela onu bulur.
Bezirci, “Kültür ve Edebiyat” eserinde kitap yakan Nazileri eleştirirken şu cümleyi kurar “Demek ki iyinin, doğrunun, ilerinin olduğu kadar güzelin de düşmanıdırlar.” Nâzım Hikmet’in şu şiiriyle yazısını bitirir Bezirci: “…sana düşman, bana düşman,/ düşünen insana düşman,/ vatan ki bu insanların evidir,/ sevgilim, onlar vatana düşman...”
BARIŞ VE İNSANLIK KAZANSIN DİYE
Halk Ozanı Nesimi Çimen de o gün Madımak Otelindedir. Pir Sultanı Anma Şenliğine gelip bir otele sıkışıp ölebileceğini, ne bilsin insanların bu denli vahşi olabileceğini? Bir deyişinde; “Ancak zalim olan, kıyar insana” der. Yine bir başka deyişinde; şu dizeleri seslendirir: “İnsan Kâbe, insan miraç/ Sev insanlığı, sev kardeş” Bir gönül insanıydı Nesimi Çimen. İnsan sevgisiyle donatmıştı bütün şiirlerini ama Sevgili Emin Özdemir’in dediği gibi “İnsan, insanın cehennemiydi.”
Onların bu ölümlerini en iyi anlatan Şair Orhan Murat Arıburnu’nun “Önce, Ozanlar ölsün/ Sonra, hiç kimse./ Varsın Ozansız kalsın dünya/ Barışı/ İnsanlığı/ Sevgiyi/ Yarattılar ya! dizeleriydi. Nice katliamlarda, sürgünlerde, işkencelerde nice şairleri, aydınları yitirdik; barış, insanlık ve sevgi kazansın diye…
Evrensel'i Takip Et