03 Temmuz 2023 04:00

Sendika dediğin…

Sendika iş yerini mi düşünecek? Patronla işçi arasında köprü mü olacak? İşçilerin kafası bugünlerde karışık ancak tarih şunu anlatıyor: İşçi sınıfı sendikaları en temel haklarını mücadeleyle var etti.

ARŞİV | Fotoğraf: DHA

Paylaş

Hilal TOK
İstanbul

“Sendika dediğin işçiyle patron arasındaki köprüdür, beni de savunacak, işvereni de savunacak!”
“Hop, işvereni niye savunacakmış?​”
“İş yeri olmazsa sen olmazsın abiciğim”
“Ya tamam o ayrı bir şey ama. İşverenin sendikası var zaten. Benim sendikam niye onu savunuyor?​”
“…”

Tekstil işçileri ile bir araya geldiğimiz bir masada, toplu iş sözleşmesi (TİS) sürecini konuşurken Selim’in sözleri ortalığı karıştırıyor. “Neydi sendika, işçi nasıl görüyordu onu?​”, “İşçinin kafasında nasıl bir sendikal anlayış vardı?​”, “30 yıl önceki sendikaya bakışla, şimdiki bakış arasındaki uçurum nasıl oluşmuştu?​”, “Sendika patronu da gözetmeli miydi anlaşma masasına otururken?​”

Hararetli tartışma devam ediyor. Sözler birbirinin üstüne biniyor. İki kişiyi aynı anda dinlemeye ve anlamaya çalışmak güçleşiyor...

Selim: İş yerini de düşünecek elbet, iş yeri olmazsa işçi olmaz ki. Patron batar!
Ali: İşçi yüzde 500 zam istemiyor ki, niye batsın?
Selim: Bak ben ne dedim? Senin ortanı bulacak. Ara bulucudur sendika. Ben bunu bilirim. Sendika işvereni de ezdirmeyecek işçiye.
Ali: Hayır abi, ne ara bulucusu, gözünü seveyim. Öyle bir şey yok. İşveren işçiye ezilir mi?
Selim: Ezilir elbet. Sen çok alırsan o adam batar.
Ali: Nasıl batıyor ya…
Selim: Bak sendika bir iş yerinin ayarıdır…

Orhan dayanamıyor, giriyor söze: “Abi bak senin bu dediğini kim diyor biliyor musun? Patron diyor, iktidar diyor.”

Hararetli tartışma yerini sessizliğe bırakıyor, Orhan’ın sözlerinin fonunda sadece açık havada rüzgarın ağaçlarla çarpışırken çıkardığı sesler kalıyor: “Ara bulucu dediğin tarafsız olur.”

Kısa sessizlik yine bozuluyor.

Selim: Tarafsız olur işte, sendika dediğin de tarafsız olur…
Ali: Tarafsız olmaz abi, sendika dediğin işçinin yanında olur.
Orhan: Sendika niye çıktı, nasıl çıktı bunları tartışalım o zaman. Bak tarafsız sendika zaten patrondan yanadır. Bizim memlekette tam tersi: Adı üstünde; işçi sendikası… Adı üstünde sen gidiyorsun işçiler adına sözleşme imzalıyorsun. Seninle pazarlık yapıyor. Hepimiz kurdun karşısında kuzuyuz. Para onda, güç onda. Senin elinde olan tek şey var emeğin. Sen eğer sendika tarafsız olsun dersen o sendika tarafsız olmaz.
Selim: Ya tarafsız değil de beni ezdirmesin ama…
Orhan: Seni nasıl ezdirmez? Seni ezdirmemesinin tek bir yolu var. Tek gücü: Örgütlenmen. Grev niye var? Bizim memlekette zaten doğru düzgün grev yok, işçilerin haklarını tırpanladılar, hak kalmadı. Memlekette şimdi işçiler şunu söylüyorlar, ‘Grev yaparsak patron batar.’ Yahu kardeşim 80 öncesine kadar grev vardı, hiçbir patron batmıyordu, e işçiler de haklarını alıyordu. Ne zaman ki grev bitti, ne zaman ki sendikalar senin dediğin gibi ‘tarafsız’ oldu, yani patronu da ‘anlayan’ kurumlar oldu, o zaman haklarımız geriledi. Ali’in dediği gibi, yüzde 500 zam isteyen işçi yok ki, nasıl batsın bu patron? Mücadeleci sendika dediğin, sınıftan yana sendika işçiye yaslanacak, işçiden gücünü alacak.
Selim: Ya bak işte biz, bizim sendikanın TİS’te ne kadar istediğini 6 ayda, yeni öğrendik, geçen hafta.
Orhan: Bak ne güzel işte, tarafsız!
Selim: Ya işte, biz de dedik ki sen kimin adına oturuyorsun o masaya, bizim haberimiz yok.
Orhan: Ya bak işte sendikanız sizi ezdirmemiş(!) tarafsız davranmış, yüzde 64 istiyor, güzel rakam(!)…
Selim: Alabilirsek, güzel
Ali: Nasıl güzel rakam, 2022’nin enflasyon oranı bu.

Orhan gülüyor: “Evet, alabilirseniz… Nasıl alacaksınız?​”
Selim: Bakın, yüzde 100 zam yapsa, 16 bin lira olur ücretimiz.

Ali giriyor söze: “Ya fabrikada 12 işçiyi çıkarttılar. Sendika ne yaptı? Sendikaya tepki gösterenler hep atıldı işten…”

SENDİKALARI SINIF ÖRGÜTÜ OLMANIN DIŞINA İTEN FISILTILAR

Yoğun gündemli memleket, sohbeti oradan oraya savurmaya dönüyor, cevabı bulunamayan sorulara başka yanıtlar veriliyor. Bu kısacık sendika sohbetinden görülüyor ki, mücadeleci sendikaların, sendikal anlayışın birikimi, deneyimi, öğrettikleri, anlamı süzüle süzüle una dönmüş vaziyette bugün. Bu sebeple sendikanın ne olduğu, işlevi, tarafı/tarafsızlığı gibi noktalar yeniden tartışılması gerekiyor.

Selim’e göre, bir sendikanın hem işçinin hem patronun çıkarını savunması mümkün. Peki bu böyle midir gerçekten de? Liman-İş İstanbul Bölge Başkanı Sinan Ceviz “Mümkün değildir” diyor:

“Sendikalar bağımsız ara bulucu ya da uzlaştırıcı kurullar değillerdir. Bir hizmet pazarlayan, uyuşmazlık hallerini gidermek gibi sorumlulukları olan kuruluşlar da değillerdir. Sendikalar işçi sınıfının örgütüdür, yani taraftır. Bilinçli bir şekilde kulaklara fısıldanıyor bu fikir: ‘Sendika patronu da düşünecek’, ‘İş yeri olmazsa işçi olmaz…’ İlk bakışta masum gibi görünen bu yaklaşım aslında sendikaları gerçekten sınıf örgütü olmanın dışına itmeyi hedefleyen amacın ana sloganları gibi kullanılıyor.”

"SENDİKA İŞÇİNİN BİRLİĞİNİN ADIDIR"

Tarih sayfalarını geriye doğru çeviriyoruz Ceviz ile. Bugünün sendikalarını konuşurken, sendikacılığın çıkış tarihine bakmamak olmaz:

“Sanayi Devrimi ile birlikte işçi sınıfının tarih sahnesine çıktığı yıllara baktığımızda işçiler hiçbir hakka sahip değillerdi. 16 saati bulan çalışma süreleri, fabrikada hata yaptığı düşünülen işçilerin dayak cezalarına çarptırılması, oy kullanma haklarının olmaması… Aslına bakarsanız insanın tanımı zenginlerin, fabrika binalarına sahip olanların tanımı gibi kullanılıyordu. Günümüze gelindiğinde ise 8 saat çalışma hakkı, sigorta, emeklilik hakkı, seçme ve seçilme hakkı gibi temel insani hakları kullanıyoruz. Bu haklar hiçbir zaman burjuvaların (patronların) işçi sınıfına acıdığı için verdiği haklar olmadı. Aksine uzun soluklu ve bedeller ödenen mücadelelerle elde edildi. Tarih bize öğretiyor ki işçi sınıfı en temel haklarını mücadeleyle var etti. En önemlisi de işçiler bu mücadele ile örgütlenme ve toplu iş sözleşmesi hakkını elde ettiler. Sendikalar ise bu uzun soluklu mücadelede işçiler arası rekabete karşı işçilerin birliği olarak ortaya çıkmış sınıf örgütleridir. İşçiler, ekonomik, demokratik, siyasi hak ve özgürlükleri kazanmak için mümkün olan en geniş birlikteliği sağlamak zorundadır. Sendikalar bu birliğin en etkili araçlarıdır. Çünkü işçi sınıfı sendikalarda din, dil, ırk, cinsiyet farklılıklarına göre ayrılmaz, ayrılmamalıdır. Her iş kolunda, bütün farklılıklarına karşın tüm işçiler, ortak çıkarları için ortak mücadele etmek üzere sendikalarda birleşebilir, birleşmelidir de. Yani sendika işçinin birliğinin adıdır, dolayısı ile temel amacı tarih boyunca kazandığı hakları korumanın yanı sıra yeni haklar elde ederek ilerletmek gibi temel bir sorumluluğu vardır. İşçiler masanın iki tarafını da düşünmek yerine kendi çıkarını düşünürler ve sendikalar da işçilerin bir örgütü olarak kendi üyelerinin talepleri için mücadele eder.”

İŞÇİNİN GREVİ PATRONU BATIRIR MI?

Tekstil İşçisi Selim ile oturduğumuz masada, “İş yeri batar” söylemini pek çok işçiden duyduk bugüne dek. Ceviz, gerek grev hakkını kullanmanın, gerek hak aramanın önünü kesen bu algının işçi sınıfının çıkarına olmadığını söylüyor:

“Patron onca işçiye mi baksın, fabrikayı mı döndürsün? Hangi dertle uğraşsın? Fabrika kapanırsa işsiz kalırsınız’ gibi algılarla işçinin tepesinde hep bir sopa sallanıyor. İşçiler üretimin temel unsurudur ancak bizler dünyanın nimetlerinden sadece bir avuç zengin yararlansın diye üretmek zorunda değiliz, hakkımız olanı aldığımızda dünya tüm insanlar için daha yaşanılır olmuştur, olacaktır. Her işçi arkadaşımız çalıştığı fabrikadaki ürettikleri ürünlerin maliyetini kolayca hesaplayabilir. Maliyet ile satış miktarını karşılaştırdığında kâr marjını görmüş olacaktır. Ve her arkadaşımız aldığı maaş ile elde edilen kârı hesapladığında sömürünün boyutunu görecektir. Bizim insanca yaşamımız için temel ihtiyaçlarımız var; sağlık, eğitim, beslenme, barınma gibi… Bunları karşılamak için mücadele etmezsek bizi bugün olduğu gibi açlık sınırının altında bir asgari ücrete mahkum ederler. Sendikalı yerlerde, yani işçilerin örgütlü olduğu fabrikalarda işçiler toplu iş sözleşmesi hakkına sahiptir. Sözleşme sürecinde talepler masaya yatırılır ve işçinin bu iradesinin tanınmaması halinde işçilerin üretmeme, yani grev yapma hakkı vardır. İşçi grev yaptı diye batan fabrika yoktur, ama grev hakkını kullanmadığı için haklarını alamayan işçiler vardır.”

“Grev yapılamaz” ve grev yapmanın hukuki olarak yasak olduğu gibi söylemler ile işçilerin hak arayışının önüne geçilmeye çalışıldığını söyleyen Ceviz, “Oysa işçinin talepleri kabul edilmediğinde, hakları verilmediğinde elinden grev yapma hakkını alırsanız geriye bir şey kalmaz. O zaman sendikanın da anlamı kalmaz. Şimdi döviz kurları hareketli ve sürekli bir zam furyası ve yoksullaşma yaşıyoruz. Peki soru şu, ekonomideki bu kötü gidişattan patronlar neden etkilenmiyor? Çarklar dönüyor, kârları sürekli katlanıyor. Evet onlar da dün aldıkları ham maddeyi aynı fiyata almıyor, ama üretim bandından çıkan ürünü de dün sattığı fiyata satmıyor. Kâr marjlarını koruyorlar ve her krizi fırsata çeviriyorlar. Ama işçiye gelince de ‘Ekonomi kötü grev yapmayın’ diyorlar. Hiç batan firma olmuyor mu? Elbette oluyor ama bunun sebebi işçilerin grev hakkı ya da ücretlerine zam istemeleri değil. Kapitalistlerin kendi aralarındaki rekabetin sonuçlarıdır. Bir fabrika kapandığında onun sadece markası değişir, zayıf olanı yutan yerine gelir. Burada biz işçileri ilgilendiren kendi haklarımızı korumak ve insanca yaşayabilmek için yeni haklar kazanmaktır. Bunun için de sendikalı olmalıyız ve örgütlü işçinin en etkili silahı grevdir. İki seçenek var; ya işçi elini ovuşturup patronun insafını bekler ya da örgütlü gücünü kullanarak haklarını alır.”

"HER SINIF KENDİ ÇIKARI İÇİN MÜCADELE EDER"

Yakın zamanda Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Başkanı da asgari ücretin belirlenmesi gündemiyle konuştuğunda hem devletin hem patronun hem işçinin hakkını gözeteceğini söylemişti. Böylesi koşullarda, bunun mümkün olmadığını da söylüyor Ceviz:

“TİSK bir patron örgütüdür ve patronların çıkarını savunur, işçiyi düşünmez, hatta devleti de düşünmez. Mesela siz hiç patronların ‘Ya biz çok kazandık bu yıl da asgari ücret yoksulluk sınırının üstünde olsun, devlet de sigorta primlerini ödemesin biz ödeyelim, vergimizi de verelim’ dediklerini duydunuz mu? Tam tersine asgari ücret arttıkça vergi affı isterler. En zenginler en az vergi verenlerdir. Bu nedenle basit bir soru soralım kendimize; madem işçiyi bu kadar düşünüyorlar da işçi neden aç? Asgari ücret genel ücret halindedir ve milyonları ilgilendirir. Bu nedenle her işçinin taraf olması, ses yükseltmesi gerekir. Edilen süslü laflar gerçeği yansıtmıyor, bunu bilmeliyiz ve her sınıf kendi çıkarı için mücadele eder. İşçi sınıfı da bu nedenle bu laflara bakmak yerine asgari ücretin yoksulluk sınırının üstünde olması için mücadele etmelidir.”

SENDİKALARIN EĞİTİMLERİ YETERSİZ

Sendikanın ne olduğu konusunda bile işçiler arasında bunca kafa karışıklığının olmasında sendikaların da sorumluluğu büyük. Bugün “Sen- dika nedir” sorusuna yanıt aradığımız masada sendikalı işçiler var. Sendikalar, “İşçiler için eğitim yapıyoruz” diyerek pek çok kare paylaşıyorlar sosyal medya hesaplarından. “Bu eğitimlerde sendikanın ne olduğu, nerede durduğu konuşulmuyor mu” sorusunu Ceviz’e soruyoruz:

“Bugün sendika nedir sorusuna yanıt arıyoruz, oysa köklü bir sınıf mücadelesi tarihi orta yerde duruyor. Çünkü tarihsel deneyimin aktarımını kestiler ve bugün genç işçiler sendika nedir sorusuna yanıt veremiyor. Bu son derece tehlikeli bir durum ve bu nedenle örgütsüzlük oranı çok yüksek. Sendika, sınıf, grev gibi kavramları öğrenmenin yollarından biri elbette sendikal eğitimlerdir. Sendikaların yaptığı eğitimlerin ise bugün yeterli olduğunu söylemek mümkün değil, hiç yapılmıyor da diyemeyiz. Ancak uygulanan yöntemleri sorgulamak gerekir. Genelde işçiler yılın belli aylarında bir araya getirilir, hocaların getirilip eğitim sunumları yapıldığı toplantılar olur. Daha ileri yapanlar ise bunu iş yeri temsilcileri düzeyinde de yapan sendikalarımızdır. Zaman zaman ‘konunun uzmanları’ tarafından verilen bilgilerle sınırlı bir eğitim anlayışından çıkmak gerekir. Sendikal eğitim işçinin her gününe yayılan bir eğitim gibi ele alınmalı. Yani sözleşme sürecine giderken işçinin bu sürecin başından sonuna dahil edilmesi, tarihsel örneklerin hatırlatılması bir eğitim gibi ele alınmalı. Yani kesintisiz her anımızı kapsayan bir eğitim anlayışı ile ilerlemek gerekir. Bu da sınıf sendikalarının yapacağı bir iş olarak orta yerde duruyor. Yoksa bir eğitim toplantısını yılda birden beşe çıkararak tarihsel birikimlere işçilerin sahip olması sağlanamaz. Bugün sendikalı işçiler, ‘Sendika patronun da hakkını korumalı’ fikrine sahip. İşte bu fikrin değişimi işçinin üye olup, aidat verdiği sınırlı bir ilişkiden çıkmaz, bütün bir mücadelenin parçası olması ile mümkün olur. Böyle olduğunda her adım eğitim sürecinin bir parçası olmuş olur.”

ÖNCEKİ HABER

Sosyal medyada gündem olan kukla oyununa ilişkin bakanlıktan açıklama

SONRAKİ HABER

Şu "Heterodoks" sözünü biraz dikkatli mi kullansak?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa