09 Temmuz 2023 03:45

Sınıfın ozanı: Rıfat Ilgaz

Tarık Özıldırım, edebiyatımızın unutulmaz isimlerinden Rıfat Ilgaz'ı yazdı.

Fotoğraf: Rıfat Ilgaz Kültür Merkezi arşivi

Paylaş

Tarık ÖZYILDIRIM

“Sınıf’ın ozanıyım mimli,/ Hababam Sınıfı’nın yazarıyım ünlü…/ Şunu demek istiyorum!/ İki iş tuttum ömür boyu köklü./ Çocukları okutmaktı ilk işim,/ İkincisi,/ Yazdığımı çocuklara okutmak…” edebiyatımızın koca çınarı kendini böyle tarif eder. Onu çocuklarından ayıran da ne yazık ki onlar için yazdıklarıydı. Her kitabı toplatılan ve komünist damgası yiyen Rıfat Ilgaz, öğretmenlikten ihraç edilir.

ÖZGÜRLÜĞÜN TÜRKÜSÜNÜ

Avşar Timuçin, Ilgaz için “Kavganın, özgürlüğün, eşitliğin türküsünü söyler” der. Bu türküler onu işkencelere, hapislere, tabutluklara sürüklese de o bu türküleri avazı çıktığı kadar söylemeye devam eder.  Sınıf, Yaşadıkça, Devam… Türkiye edebiyatında şiir kitapları bu kadar toplatılan bir Rıfat Ilgaz’ı bir de Nâzım Hikmet’i tanırım. Ilgaz’ın hangi şiir kitabı olursa olsun yayımlandıktan kısa bir süre sonra toplatılma kararı verilirdi. Süreç hep böyle devam ederdi. “Sınıf” kitabı yayımlandıktan 25 gün sonra ismi ve kapağının rengi bahane edilerek sıkıyönetim komutanlığınca toplatılır. İsmi sınıfsal farklılığı, kapağının kırmızı olması da komünizmi çağrıştırıyor diye… Kitap aklanmasına rağmen 6 ay hapis yatar Ilgaz: “…Tek suçumuz hür insanlar gibi konuşmak, / Kitaplar suç ortağımız!”

KIRK YIL ÖNCE KIRK YIL SONRA

31 Ağustos 1980’de oğlu Aydın Ilgaz onu görmeye geldiğinde Rıfat Ilgaz’ın Cide’deki evinin karşısındaki yıkıntıya; “Rıfat Ilgaz’ı evden atmazsanız burayı tarayacağız” yazılır. Komşuları, Rıfat Ilgaz’ın bu yazıyı görüp üzüleceğini bildikleri için yazıyı hemen söküp atarlar. Ilgaz ne hapisten ne de öldürülmekten korkardı. Kalemini, daha önce kırmaya yeltenenler olmuş ama onun kalemi demirdendi: “Öleceksen ya meydanda öl/ Ya da dağ başında kavgan için/ Böyle yatakta miskince ölme…”

Rıfat Ilgaz’ın hayatını en iyi özetleyen “Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra” anı kitabına ön söz yazan İlhan Selçuk “Kolay değil,1940’lardan başlayan gözaltına alma, tutuklama, yargılanma öyküsü, 1980’lerde de sürmüştü. Yeryüzünde kaç şair ya da kaç yazar var ki kırk yıl bu çileye katlanmış olsun?​” diye sorar. Aslında kırk yılda hiçbir şeyin değişmediğini anlatmaya çalışıyordu Ilgaz okuyucularına.

İŞ KAZASININ ŞİİRİ: ALİŞİM

Şair Niyazi Akıncıoğlu, Alpullu Şeker Fabrikasında işe girer bir dönem. Araya tatil girince fabrikadaki işçilerin yaşadıklarını şair dostlarına anlatır. Ilgaz’ın deyimiyle hem çenesi hem de kesesinin açıldığı dönemdir Akıncıoğlu’nun. Bir gün, fabrikadaki yaşanan kazayı anlatmaya başlar. Akıncıoğlu “Bir işçi, kasnağından fırlayan kayışa kolunu kaptırdı bir gün.” Der. Ilgaz, “Ee ne oldu sonra?​” diye sorar. Akıncıoğlu “Ne olacak kestiler kolunu, fabrika da bir rapor düzenleyip kendi ihmalinden olduğunu belirtip yol verdiler işçiye” diye yanıtlar.  Bu olaydan sonra Alişim şiirini yazar Ilgaz: Kasnağından fırlayan kayışa/ kaptırdın mı kolunu Alişim!/ Daha dün öğle paydosundan önce/ Zilelinin gitti ayakları,/ Yazıldı onun da raporu:/ ‘ihmalden!’/ Gidenler gitti Alişim,/ Boş kaldı ceketin sağ kolu...”

‘ŞAİRLİĞİMİ İKİ PARALIK EDEMEM’

Ilgaz “Hababam Sınıfı”nı Dolmuş mizah dergisinde Stepne adıyla yayımlar. (Dergiye sonradan katıldığı için “Stepne/ yedek lastik” takma adını kullanır.) İlhan Selçuk’la hikaye serisinin adı konuşulurken önce “Haytalar Sınıfı” sonra “Hababam Sınıfı” adı uygun görülür. İlk üç hikâye yayımlanınca dergiye telefon ve telgraf yağar. Her­kes, bu serinin devam etmesini ister ve Stepne’nin kim olduğunu merak eder.  Ilgaz ise hikayelerin kitaplaşması sırasında yine ismini koy­mak istemez ve Stepne olarak bastırır. Çünkü onun hayalinde bir şair olarak tanınmak vardır. “Şairliğimi iki paralık edemem” der.

Serinin ikinci kitabına Rıfat Ilgaz adını koyunca önceleri kimse buna inanmak istemedi. Çünkü Stepne okuyucuların gözünde bir Rus yazardı.  Bir gün bir kitap dağıtıcısı Ilgaz’a “Rusçan fena değil, doğrusu ilk kitabı çok güzel çevirmişsin” der. Ilgaz hangi yazardan diye sorunca “Hangi yazardan olacak Stepne’den” cevabını alır. Bir eğitim yergisi olan “Hababam Sınıfı” tiyatroda ve sinemalarda milyonlarla buluştu. Tutuklandı­ğında bile Hababam Sınıfı’nın yazarı olduğunu öğrenen askerler, ona bu yüzden müsamaha gösterdi. O, her ne kadar istemese de öte dünyaya Hababam Sınıfı’nın yazarı olarak göçüp gider.

5 NO’LU ÖLÜM ODASI

Rıfat Ilgaz, dönemin en önemli sanatoryumlarından olan Yakacık’a 1938’de veremden yatar. Başhekim İhsan Rıfat Bey, öldüğüne kesin gözüyle baktığı hastaları, sanatoryumun 5 No’lu odasına yatırır­dı. Buraya yatıp da buradan sağ çıkan olmadığı için, diğer hasta­lar buraya ölüm odası diyordu. 5 No’lu odada yatan, sağ çıkmamıştı gerçekten. Bir gün Ilgaz, tuvalete doğru yürümeye başlayınca “Vay anasını! 5 No’lu oda­dan kendi ayağıyla çıkan ilk adam bu…” derler.

Ilgaz yıllar sonra, buradaki hastalarla buluştuğunda. “Şu meşhur 5 No’lu oda duruyor mu?​” diye sorar. Herkes gülüşmeye başlar. Çünkü bu odaya kim kapatıldıysa en fazla üç gün ya da beş gün yaşardı. Ilgaz o günleri şöyle anlatır: “Arkadaşlar ben 5 No’lu odada 45 gün yattım. Beni kolay ko­lay postalayamazsınız dedim Başhekim İhsan Rıfat Bey’e. Başhe­kim İhsan Rıfat Bey, yanlış iş yaptığı için hastalarından utanıyor­du. O yollamak istedikçe ben direndim… Sonuna kadar direndim, onları utandırmak için.”

Ilgaz, yaşamak için ayak direyip kazananlardandı. Nâzım Hikmet’in deyişiyle: “…Yaşamakta ayak direyeceksin. / Belki bahtiyarlık değildir artık,/  Boynunun borcudur fakat/ Düşmana inat/ Bir gün fazla yaşamak…”

KURTLA KUZU HİKÂYESİ

Sabahattin Ali'nin katledilmeden önceki son hikayesinin başkahramanı Rıfat Ilgaz’dır. O günü şöyle anlatır: “1947’de Marko Paşa dergisini çıkarıyorduk. Bu arada Sabahattin Ali, Sırça Köşk adını verdiği bir kitapta hikayelerini topluyordu. Son düzeltmelerden sonra bir hikayelik boş bir yer kalmıştı. Bir polis öyküsü yazmak istiyordu. Nereden gireceğini kestiremiyordu, salonda dolanıp duruyordu. Ben masamda çalışırken hoop diye önüme oturdu. Anlat dedi. Başından polislik çok olay geçti. Ben de müdüriyette bir odada bir Türkçü- Turancı olan Hamza Sadi Özbek’le olan 13 gün kaldığımı anlatmaya başladım. Ben anlattıkça Sabahattin Ali de notlar aldı. Sonunda “Kurtla Kuzu Hikayesi” ortaya çıktı. Ölmeden önce yazdığı son hikaye de budur.”

‘ARTIK BİR SOKAĞIM VAR’

Tanınmış biri öldüğünde yaşadığı sokağa adını vermek, olmazsa olmazımızdır. Böylece ölen kişiyi onurlandırmış oluruz. Yalnız hep öldükten sonra akla gelir bu onurlandırma işi. Rıfat Ilgaz ise ölmeden önce sokağa ismi verilen şanslı yazarlarımızdandır. 2 Mayıs 1991’de ölmeden 2 yıl önce, öğrenci olarak oturduğu Cide’de bulunan Karaağaçlık Sokağı’na onun adı verilir. Bu sokağın önünde, Rıfat Ilgaz’ın bütün neşesiyle fotoğrafları çekilir, gazetelere haber olur. Yüzündeki neşe tarif edilemezdi. Soyadını aldığı memleketinden bir sokağı kapmıştı. “Bir dikili çöpüm yok… Evim, köyüm yok ama artık bir soka­ğım var… Mülkiyet duygusu ne güzel şeymiş!” der Ilgaz.

‘BOŞA GİTMESİN SON SICAKLIĞIM’

Rıfat Ilgaz’ın, 19 Kasım 1991 tarihli son şiirinde, içinde yaşam boyu devam eden insan sevgisinin sıcaklığını görürüz. O ölürken bile başkasını düşünür, hayatı boyunca yaptığı gibi: “Elim birine değsin/ Isıtayım üşüdüyse/ Boşa gitmesin son sıcaklığım.”

Ölmeden birkaç gün önce Madımak Katliamı yaşanmıştı. Oğlu Aydın Ilgaz, babasının ölümüne bu katliamın acısının neden olduğunu söyler: “Babam, ‘Dünya insanlık tarihinde hiçbir zaman düşünürler, yazarlar, aydınlar bir binaya toplanıp üzerlerine benzin dökülmedi. Bu bizim ayıbımız’ dedi ve ertesi gün öldü.”

Ne diyordu Can Yücel dostu Rıfat Ilgaz için: “Ilgaz, Anadolu’nun sen yüce bir dağısın, /Eteklerinde kitaplar...”

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

İHD İzmir Şubesi: İkram Mihyaz dosyasında zaman aşımı kaldırılsın

SONRAKİ HABER

Dinsel değil, bilimsel eğitim istiyoruz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa