15. yüzyıldan günümüze: Acayip Yaratıklar Sözlüğü
Gözde Tüzer, Gamze Çelik Başaran’ın günümüz Türkçesine aktardığı “Acayip Yaratıklar Sözlüğü” isimli kitaba dair yazdı.
Görsel: Kitap kapağı
Gözde TÜZER
İstanbul
Müşteri, Merih ve Utarit… Hud, Kavs ve Sünbüle… Bani, Ceyhun ve Zerre… Çocuk bakımı, Sudan Kavmi, beslenmenin özellikleri, cinler ve devler… Bunların birbiriyle ne alakası var diyebilirsiniz ama işte 15. yüzyılda yazılan “Acâyibü’l-Mahlûkât ve Garâyibü’l-Mevcûdât” bunları ve çok daha fazlasını içeriyordu. 1400’lü yıllarda eski Anadolu Türkçesiyle yazılmış olan kitapta toplu ölümler, mucizeler yaratan peygamberler, padişahlar, melekler, ejderha ve simurg gibi garip hayvanlara dair onlarca hikaye yer alıyordu. İşte o kitap şimdi günümüz Türkçesiyle “Acayip Yaratıklar Sözlüğü” ismiyle yayımlandı.
Öğretim görevlisi Gamze Çelik Başaran’ın günümüz Türkçesine aktarımıyla geçtiğimiz ay Holden Kitap’tan çıkan “Acayip Yaratıklar Sözlüğü” gerçek anlamıyla bir sözlük. O yıllara bakıldığında elbette kaynağını Kur’an’dan alıyor. Ancak günümüz dünyasından bakınca da 1400’lü yıllarda insanların nelere inandığını ya da hikayelerin neler olduğunu görmek de mümkün oluyor. Sözlükte hikayelere mitler, halk hikayeleri, hadisler, menkıbeler ve mesneviler kaynaklık ediyor. Bu hikayelerin kahramanları bazen Acem padişahları, Cebrail ve Cemşid; kimi zaman Feridun, Hızır, İskender ve Süleyman gibi tarihi, dini veya mitolojik kişiler oluyor.
"YARATILMIŞ ŞEYLERİN HAYRET UYANDIRAN GARİPLİKLERİ"
Bununla beraber ‘Acâyibü’l-Mahlûkât’ başlığı altında birçok kitaptan da söz etmek mümkün. Çünkü “Acâyibü’l-Mahlûkât”, esasında İslam edebiyatlarındaki ortak bir türün adı. Kitabın girişinde de bu durum şöyle belirtiliyor: “Arapça bir tamlama olan ‘acâyibü’l-mahlûkât’, ‘yaratılmış olan şeylerin hayret uyandıran gariplikleri’ anlamına gelir. Arap, İran ve Türk edebiyatında farklı şair ve yazarlar tarafından kaleme alınmış birçok örneği olan bu tür, ana hatlarıyla yazıldığı çağın coğrafyası ve kozmografyası hakkında ansiklopedik bilgiler içermektedir.” Bu kitaplarda gezginlerden ve tüccarlardan duyulanlar, Kur’an’da yazanlar, hadislerden ya da sahabelerden aktarılanlar yazıya dönüştürülüyor. Yazılar arasında hadisler ve peygamberlerin hayatları da olunca kitap İslami bir nitelik kazanıyor.
Gamze Çelik Başaran duvar.com’da yayımlanan röportajında kitabı yayımlama amacını “Geçmişin mirası olan bu eserleri günümüz okurunun dikkatine sunmak önemli” diyerek anlatmıştı. Başaran’ın çalıştığı metin ise meçhul olarak değerlendiriliyor, zira tercüme eden kişi hakkında farklı görüşler mevcut.
ŞAM’DAKİ ÜÇ BİN YILLIK ZEYTİN AĞACI
Kitabın bir sözlük olduğunu belirtmiştik. Bu sözlük elbette kişisel bilgiler de içeriyor. Ancak dönemin bilgilerini de aktarması bakımından önemli. Kitapta 1400’lü yıllardaki “bilgiler” yer alırken, tercümanın kişisel fikirleri de etkili oluyor.
Örneğin zeytin şu şekilde anlatılıyor: “Zeytun: Zeytin, bağırsak hastalığına çok faydalıdır. Yemişi biraz acı ve yumuşaktır. Allah bu ağacı övmüştür. Ölüyü diriltecek bir ilaç olsaydı, o zeytin olurdu. Zeytin ağacından daha uzun yaşayan bir ağaç yoktur. Şam’da üç bin yıllık bir zeytin ağacı olduğunu duydum.”
Kitapta “Mencil” ismiyle bahsedilen bir kabile ise şu ifadelerle yer alıyor: “Yecüc ve Mecüc dört bin kabiledir. Mencil kabilesi de Yecüc’lerdendir. Çin Denizi kıyılarında yaşayan, son derece kısa boylu bir kavimdir. Gündüz denizin dibine girer, gece olunca çıkarlar. Kimseye bir zararları yoktur. Onlar denize girdiği anda deniz durulur, çıktıklarında ise deniz dalgalanır.”
KAF DAĞI’NIN ARDINDAKİ ANKA
KAF Dağı’nın ardında yaşayan anka ya da simurg’la ilgili de hikayeleri kitapta bulmak mümkün: “Sistan padişahı, halkın her gün bir vakitte Râmîn Adası’na simurgun geldiğini söylemesi üzerine Hindistan’a gitti. Orada tepesi göğe kadar uzanan bir dağ, dağın en tepesinde de bir ağaç gördü. Bu ağaç, simurgun yuvasıydı. Padişah, yuvanın yakınlarında bir yerde gizlenip bekledi. Bir müddet sonra simurg geldi. Hava bir anda rengarenk oldu. Bir çenk sesi ile çeşitli sazların sesi duyuldu. Simurgun kanatlarının arasından ateş sesleri çıktı. Padişah, simurgu şöyle anlatır: ‘Simurg çeşitli çiçeklerle, tütsülerle, sazendelerle süslenmiş bir bahçe gibiydi. Havadan heybetiyle gelip ağaçtaki makamına kondu. Kanatları üzerinde binlerce altın daireler çizili gibiydi. Gagasından filden de büyük bir timsah düştü.”