8 Temmuz 2023 17:30
/
Güncelleme: 16:40

İmkansız bir mutluluk “Arayış”ı: İnsanlardan kaçmak!

Kız çocuklarının cemaatler içerisinde maruz kaldıkları cinsel istismarları, müritleriyle evlendirilmeleri vb. şeyleri düşündüğümüzde dizide bu suçlamaların sürekli çürütülmesi tesadüf olmasa gerek.

İmkansız bir mutluluk “Arayış”ı: İnsanlardan kaçmak!

Berfin Ezgi TATLI

YTÜ

*Spoiler içerir!*

Acımasız dünyadan kaçarak mutluluğu bulabilir miyiz gerçekten? Dünyadan kendimizi izole ederek, kötülüklerden uzaklaşarak iyiliği var edebilir miyiz?

Arayış dizisi geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Emin Alper’in görüntü yönetmenliği yaptığı dizide Mehmet Günsür ve Aslı Enver başrolleri paylaşıyor. Dizi kanser hastası olan Nisan’ın (Aslı Enver) tümör hastası olan arkadaşıyla birlikte bir “şifa” seansına katılmasıyla başlıyor. Bir vakfın düzenlediği bu seans sonrası arkadaşının kaybolmasıyla başrolümüz arkadaşının peşine düşüyor ve arkadaşının da artık parçası olduğu tarikata ulaşıyor. Tarikat, Nisan’a ameliyatını olmadan şifa bulmayı vadediyor, işte Nisan’ın “Arayış”ı da böyle başlıyor. Bu yolculuk, daha çok New Age* inançlarla ve manevi unsurlarla ilerliyor. Başlarda Nisan, bu tarikata şüpheyle yaklaşsa da sonunda kendisi de bunun bir parçası oluyor. Ve bir adada tarikatla birlikte yaşamaya başlıyor.

NEYİN ARAYIŞ’I BU?

Diziye dönecek olursak aslında ele alınabilecek çok fazla yönü var ama bu yazıda iki temel yönü üzerinden tartışacağız. Öncelikle “Arayış”ın temelini oluşturan unsur mutsuzluk. Bu, new age mistisizmle buluşan tüm insanların ortak derdi. Kendi benliklerinden uzaklaştıkları, hayattan keyif almadıkları, kentin kalabalıklarından bunaldıkları, çeşitli hastalıklarla boğuştukları anlarda karşılarına çıkıyor bu tarikat. Hoşnut olmadıkları gerçekliği değiştirmeye gayret göstermeyen insanların karşısına, mistik hatta gerçek-üstü bir seçenek olarak çıkıyorlar. Nisan, rahim kanseri olan arkadaşının zoruyla gidiyor ilk şifa seansına. Tarikatı dolandırıcı olmakla da suçluyor. Ancak, arkadaşı bu seanstan sonra 3 gün komada kalıp tümöründen kurtuluveriyor; bundan sonraysa tarikatın bir parçası oluyor, tüm varlığını da tarikata bağışlıyor. Arkadaşını bu tarikatın içinde bulan Nisan, ona beyninin yıkandığını söylüyor ama ne fayda. Kendisi de inanmamasına rağmen, ameliyata girmeden önce denemek istiyor. Ve bir şekilde o adaya gidiyor.

Diğer başrolümüz Mehmet Günsür, Tufan karakteriyle karşımızda. Ellerinde şifa olan, kutsal görülen kişi. Tarikatın lideri de diyebiliriz. Tufan ne derse o, gerisi teferruat. Nisan adaya geldiğinde de şüpheleri devam ediyor; cinsel istismarla, tacizle suçluyor Tufan’ı. Dizi, Nisan’ın ve seyircinin kafasında tarikata dair olan her şüpheyi tek tek çürüterek ilerliyor. Aslında tarikat dediğimizde aklımızda canlanandan daha farklı burası. Bizlere new age inanışlarla birlikte, benliğini bulma özüne dönme olarak pazarladıkları bir “seküler tarikat.” Bu görünümünün altında bildiğimiz gerici tarikatlardan farklı bir şey de yok aslında. İşte, Tufan da bu cemaatlerde yetişmiş birisi. Dizinin en rezil yanlarından birisi bu olsa gerek: Müthiş bir tarikat övücülüğü. Bugün kız çocuklarının cemaatler içerisinde maruz kaldıkları cinsel istismarları, müritleriyle evlendirilmeleri vb. şeyleri düşündüğümüzde dizide bu suçlamaların sürekli çürütülmesi, hep iyi gösterilmesi tesadüf olmasa gerek.

PEKİ NEDEN MUTSUZUZ?

Yukarıda söylediğim gibi dizinin temel motivasyonu mutluluğu aramak. Seküler tarikatımız mutsuzluğu acımasız dünyaya, insanların kötülüğüne, savaşlara ve bunun sebebini de insanların kötülüğüne bağlıyor. Bu adaya toplanan insanların dış dünyayla bağlantıya geçmelerine izin yok. Acımasız dünyadan kendilerine böylesi bir “komün” kurarak kaçıyorlar dizide ve mutluluğu da iyiliği da bu şekilde var ediyorlar.

Buraya dair çeşitli itirazlarım var. Öncelikle şuradan başlamak lazım. Neden mutsuzuz? Yaşadığımız hayattan neden memnun değiliz? Bu soruya cevap verebilmek için yaşadığımız hayatı, toplumu, sistemi anlamamız gerekir. Günümüz; savaşların olduğu, ekonomik krizin etkilerinin günden güne arttığı, iklim krizinin baş gösterdiği, kapitalistlerin kar hırsı uğruna doğayı katlettiği, sömürünün gittikçe vahşileştiği bir dönem. Bunların insanların hayatlarında yarattığı çaresizlik, umutsuzluk, karamsarlık her geçen gün artıyor. Hak ve özgürlüklerimiz günbegün tırpanlanırken hayatlarımızdaki alışkanlardan birer birer vazgeçmek zorunda bırakılıyoruz. İstediğin işe girmeyi bırak, iş bulabilmenin oldukça zor olduğu, “hayal kurmanın bile hayal olduğu” bir ülkede yaşıyoruz. İçinde yaşadığımız sistemin bizlere sunduğu hayat bu.

Böylesi bir hayatta zaten kim mutlu olabilir ki? Tüm bu “acımasız dünya” karşısında yalnız bırakılanların mutsuzluğu… Bırakılan, evet. Çünkü kapitalizm, kendi devamlılığı için bu örgütsüzlüğü örgütlemek, bir araya gelişlerin her türlüsünü yok etmek zorunda. Bireysellik, birey olabilme, benliğini bulabilme... Kapitalizmin yarattığı vahşetler karşısında örgütlediği bu yalnızlık, esas mutsuzluğumuzun kaynağını oluşturuyor. Tüm bu bahsettiklerim karşısında tek başına durabilmek imkansız. Kapitalizm, “tek başına kal ki, sorunu sistemde değil kendinde gör” diyor bize. Tek başına kal ki tüm başarısızlıklarının, mutsuzluklarının sebebinin yalnızca senin tercihlerin olduğunu düşün. Tek başına çabala ki sonunda elde edemediğin şeylerden yalnızca kendini sorumlu tut.

Dizideki düşünce de tam olarak buradan besleniyor. “Savaşlar çıktı çünkü insanlar kötü.” “Başarısızsın, hayatını yaşamadan öleceksin, çünkü bunu sen seçtin.” Dizide bu şekilde doğrudan insanlar suçlanırken yaşanılan felaketlerin sebebi hiçbir şekilde kapitalizmle, sınıflı toplumla, sömürünün yarattığı eşitsizlikle bağlanmıyor tabii. kendini geliştirmeyen, gözünü açmayan, doğru tercihler yapmayan insanlar. Kapitalizmin yaydığı propagandayı oldukça güzel ifade ediyor dizi. Elbette o iş öyle değil. Tüm bu yaşananların sebebi kapitalist-emperyalist sistem. Mutsuzluğumuzun sebebi de.

BİREY OLMA YOLUNDA

Dizide tarikata katılanların en temel motivasyonlarından biri de birey olabilme. Bireyselleşme yukarıda da söylediğimiz gibi bu sistemin ürettiği ideolojinin bir ürünü. Adaya giderek kabul görmediği, birey olamadığı toplumdan kaçıp birey olabileceği bir yerde birey olmaya gidiyor insanlar. Ve hepsi bu acımasız dünyanın bu sınırlarından kaçarak kendilerini var edebileceklerini düşünüyorlar. Evet, bu sistem de böyle düşünmemizi istiyor zaten. Sanki o farkındalığı yaşamak, kimsenin yapmadığını yapmaya cesaret edip bu sistemden çıkışı bulmak onların fikriymiş gibi. Burjuva ideolojisinin bir ürünü olarak var olan bireyselleşmenin esas yaratmak istediği de bu. Her ne kadar, dizide sisteme meydan okuyup ondan çıkan kişiler gibi anlatılsalar da yapılan, sistemden kaçmak değil tam kucağına koşmak. Dizide de birey olabilmek isteyenler tam olarak bu şekilde gösteriliyor. Ancak birey olabilmek esas bulunduğun alanı, toplumu değiştirme, dönüştürme gücünün kendisidir. Yaşadığın hayata müdahale edebilmektir. Dizide adaya kaçarak, bir topluluğun parçası olarak “birey” olabilmeye çalışan insanların “birey” olamamalarının ve asla olamayacak olmalarının en temel sebebi bulundukları yerdeki etkisizliklerindedir. Çünkü dizide tarikatın lideri Tufan ne derse o olur, herhangi birinin söylediğinin önemi yoktur. Yani birey olarak bulunabilen kimse yoktur o tarikatta.

Dizideki diğer safsatalardan biri ise telefonları kapatıp, dünyayla bağlantımızı koparıp bu sistemden kaçabileceğimizi düşündüren fikir. Hepimiz toplumun birer parçası olarak varız. Var olduğumuz toplumdan kaçarak küçük bir başka toplum inşa ederek yaşadığımız dünyadan ve toplumdan kaçamayız. Bugün çeşitli yaşamsal ihtiyaçlarımızı karşılayabilmemizden tutalım da insanlığın bugüne kadar biriktirdiği ileri değerlerini alabilmek, ilerletebilmek, geliştirebilmek için toplum olmak tarihsel bir zorunluluktur.

“MUTLULUK YOK TEK BAŞINA, YA HEP BERABER YA HİÇBİRİMİZ”

Mutsuzluğun kaynağını yukarıda belirlemiştik. Artık mutluluk arayışına geçebiliriz. Çünkü mutluluk tam olarak burada yatıyor, yani mutsuzluğun kaynağına karşı mücadele etmekte. Yaşadığımız sistemin karşısında pozisyon almak ve günlük ihtiyaçlarımızdan tutalım da bizi mutsuz eden her alanda bunlar karşısında bir araya gelişlerimizi sistemi hedef alan alanlara çevirdikçe mutluluğa ulaşabiliriz gibi gözüküyor. Çünkü bulunduğumuz toplumda mutluluk öylesine sınırlı bir halde bizlere sunuluyor ki… Mevcut sınırlar içerisinde sömürülen milyonlar, mutsuz; sömüren azınlık, mutlu. Sömürülen milyonlara bir gün bunlara sahip olarak mutlu olabilme fikri aşılanıyor.

Mutluluk da aslında tarihsel bir olgu, yaşadığımız sistemin bir görüngüsü olarak var oluyor. O yüzden bireyin mutluluğu dediğimiz şey aslında bireysel bir hedeften ziyade, toplumsal amacın bir parçası olarak var olmalıdır. Ve gerçekten mutluluğa ulaşabilmenin esas koşulu toplumsal dönüşümün sağlanması eşit, özgür bir dünyanın kurulması ve bu dünyayı inşa etmek üzere verilen mücadelededir. Dizide katıldığım belki de tek bir cümle var, “Mutluluk yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz.”

Kısaca söylemek gerekirse: Arayış, sınıf ilişkilerini, ekonomik ilişkileri görmezden gelerek kapitalizmin meşruiyetine zemin hazırlayan; bireysel başarı, kişisel gelişim gibi kavramları öne atarak kapitalist ilişkileri maskelemeye çalışan, yaşanılan tüm felaketlere bireysel çözümler getirmeyi önererek toplumsal değişimin zorunluluğunu görmezden gelen, tüm suçu bireyde arayan, tarikatlarda yaşananları meşrulaştıran, modern tıbbın reddiyle bilim düşmanlığına soyunan, insanlara new age dinleri “kurtuluş” olarak sunan bir dizi. Şarlatanlık. Bu gibi dizilerin son dönemde artışı da tesadüf değil. Bu gibi dinleri, ideolojik fikirleri yaymaya çalışmanın bir aracı. Çok daha fazlası da önümüzdeki süreçte karşımıza çıkacak gibi görünüyor.

Dizinin görüntü yönetmenliğini yapan Emin Alper için de kısa bir parantez açmak gerekiyor. Dizinin konusuna baktığımızda Emin Alper’i çok bu denkleme oturtamadığımızı söylemek lazım. Dizide tarikatların ve new age inanışların övülüşünden modern tıbbın reddine kadar birçok şarlatanlığın ön planda olması, Emin Alper’in politik duruşuyla pek de uyuşmayan noktalar. Ancak kendisinin de daha önce bir röportajlarında söyledikleri, film çekebilmek için dijitalde “istemediği” işleri de yapmak durumunda kaldığına ilişkindi. Ki Kurak Günler’e Kültür Bakanlığı tarafından verilen desteğin geri istenmesi gibi çeşitli yaptırımlar da işin içine girince ülkemizde sanatçıların durumu ortaya konmuş oluyor.

*New age inançlar genel anlamda bireysel deneyimlere, içsel arayışlara vurgu yapan, doğaya, enerjiye ve evrensel bir birliğe dayanan inanışlardır. Spiritüel deneyimlere odaklanır. Mistik öğretilerden beslenen bu inançlar enerjiyi alternatif tıp ve doğal şifaları desteklemek amacıyla kullanmaya çalışırlar.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Tutuklu Sendikacı Mehmet Türkmen cezaevinden işçilere seslendi: Bu koşullar fabrikalardaki kölelik koşullarından daha kötü değil

Tutuklu Sendikacı Mehmet Türkmen cezaevinden işçilere seslendi: Bu koşullar fabrikalardaki kölelik koşullarından daha kötü değil

Antep’te patronların yüzde 30 zam dayatmasına karşı binlerce işçinin katıldığı grevlere öncülük ettiği için tutuklanan BİRTEK-SEN Genel Başkanı Mehmet Türkmen Evrensel’e konuştu: “Tutuklanmam patronların kurduğu kölelik düzenine itiraz etmeyin mesajıdır. Vereceğimiz yanıt bizleri köleliğe mahkum etmek isteyenlere inat, BİRTEK-SEN çatısı altında birleşmektir.”

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
21 Şubat 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et