8 Temmuz 2023 18:27
/
Güncelleme: 18:02

Sermayedarların ve devletin yalanı: Kaynak yok!

“Kaynak yok” aslında bir yalandan ibaret. Şirketler kârını artırabilmek için bizlerin en temel haklarına saldırıyor, devlet kaynakları sermayenin herhangi bir ihtiyacında sonuna kadar açılıyor.

Sermayedarların ve devletin yalanı: Kaynak yok!

Arşiv | Fotoğraf: Spiritrespect/Wikimedia Commons (CC BY-SA 3.0)

Şahin MANSUROĞLU

ODTÜ

Geçtiğimiz günlerde iki veriyle karşılaştık. Bunlardan biri, Nükleer Silahların Yasaklanması Takibi ve Kaldırma Girişimi’nin (ICAN) 2022 yılında devletlerin nükleer silahlanma için ayırdığı bütçeyi gösteriyor. Bu bütçe 2022 yılında %3 oranında artarak 82,9 milyar seviyesine ulaştı. Bu harcamaların başı ABD, Çin, Rusya gibi ülkelerde görülürken enflasyonun neden olduğu yaşam standartlarında düşüşü yaşayan Birleşik Krallık gibi Avrupa ülkelerinde nükleer harcamalar rekor seviyede arttı. Nükleer silah üreticilerinin yalnızca ABD ve Fransa’daki hükümetlerle lobi yapmak için 113 milyon dolar harcadığı belirtiliyor. Nükleer silahlara yapılan yatırımı da meşrulaştırmak için halkta milliyetçi ve hamasi söylemler aşılanmaya devam ediyor. Bu ideolojileri halk kitleleri arasında yayarak harcamalarını halkın gözünde meşru bir konuma getiriyor. Nükleer silah şirketleri ve hükümetler tarafında bunlar yaşanırken ise Fransa’da emeklilik yaşını 64’e çıkaran yasa tasarısına karşı aylardır süren eylemler devam ediyor. Bu hareketlilik arasında 17 yaşında bir çocuğun polis kurşunuyla katledilmesi eylemlerin sertliğini iyice artırırken hükümet, emeklilik yasasında geri adım atmamak için direniyor. Emeklilik yaşını artırabilmek için bir çocuğun polis kurşunuyla katledilmesi noktasına varılması ve polise “vur emri” verilmesi hükümet tarafından uygulanabilir politikalar olarak görülürken nükleer silahlara milyonlarca dolar para harcamaktan asla geri durulmuyor. Halkın haklarına karşı yapılan saldırıda tüm kuvvetlerini kullanan devlet, var olan kaynakları ise şirketlere aktarmaya devam ediyor. Fransa’da ve birçok ülkede ortaya çıkan bu görüntüler, yaşananların bir kaynak eksikliğinden çok sınıfsal tercihler olduğunu ve sermaye devletlerinin sınıf savaşında hangi cephede yer aldığını açıkça gösteriyor. Bir diğer veriyse IMF ekonomistlerinin ortaya sunduğu bir veri. Bu veriye göre şirketlerin, fiyatları ithal enerji maliyetlerinden daha fazla artırmasıyla artan şirket kârları son iki yılda Avrupa'nın enflasyonundaki artışın neredeyse yarısını oluşturuyor. Sermaye cephesinde bunlar yaşanırken halk cephesinde haklı taleplerin gündeme geldiği her tartışmada sermayedarların ve devletin cevabı aynı: “Kaynak yok!”

DEĞİŞİM GERÇEKTEN MÜMKÜN MÜ?

Gün geçtikçe zorlaşan ekonomik koşullar altında halk, kaynağın bulunmadığı yalanıyla kandırılmış ve ikna edilmiş görünüyor. En temel taleplerimiz bile birçok insan için mümkün görünmüyor. Gençler, öğrenciler ücretsiz ulaşım gibi bir talebin bile gerçekçi olduğuna inanmıyor. Diğer taraftan iktidarın, kamusal hak meselelerinde attığı adımları da olumlu görüyor. Oysaki iktidarın şehir hastaneleri gibi birçok projesi halkın yararına değil sermayenin kârına hizmet ediyor. Şehir hastaneleri hiçbir problemi çözmüyor, insanlar acilde saatlerce sıra beklemek zorunda kalıyor. Bu esnada şirketler hastanelerden maksimum kârı sağlamaya devam ediyor. Bir yandan liberal ekonomistler aracılığıyla yayılan “asgari ücret artarsa enflasyon artar” matematiğine sıkışmış kitleler, asgari ücret artışının kötü bir şey olduğunu ve bu artışın enflasyonu tetiklediğini bile düşünebiliyorlar. IMF gibi sermayenin para politikalarında önemli rol alan bir kurum dahi bugün bunun doğru olmadığını, enflasyonun asıl sebebinin şirketlerin sürekli artan kâr oranı olduğunu söylüyor. Yıllarca propagandası yapılan yanlış bilgiler sonucu asgari ücretin artmasının bile kendisine zarar verdiğini düşünmeye başlayan halk, kendi yaşam haklarını kısıtlayan politikalar ve “zam”lara onay veriyor, bunun başka bir yolunun olduğunu düşünemiyor.

KAYNAĞIN NEREYE HARCANDIĞI SINIFSAL BİR TERCİH

Radikal değişime dair herhangi bir kazanımın tahayyül dâhi edilememesi sermayenin bizler için oluşturmaya çalıştığı yeni bir gerçekliktir ve bu gerçekliğin reddedilmesi gerekir. Bugün bizler görüyoruz ki “kaynak yok” aslında bir yalandan ibaret. Şirketler kârını artırabilmek için bizlerin en temel haklarına saldırmaktan geri durmuyor. Devletler de bu saldırının bir parçası olmaktan çekinmiyor, devlet kaynakları halk kitlelerine harcanmazken sermayenin herhangi bir ihtiyacında sonuna kadar açılıyor. Bugünün şartlarında şunu açıkça belirtmek gerekir: Devletlerin aldığı kararlar, kaynağın nereye harcandığı sınıfsal bir tercihin sonucundan başka bir şey değil. Devletler için şirket kârları, herkesin insan onuruna yakışır bir yaşam yaşamasından daha tercih edilebilir bir noktada duruyor!

Bizleri her fırsatta kaynak yokluğuna yalanına yönlendirmeye çalışan, var olan kaynaklarımızı da şirketler ve savaşlar için kullanan bu sisteme karşı ayağa kalkmalıyız. Şunun farkına varmalıyız: Ücretsiz ulaşım, barınma, beslenme imkânsız değil! Bugün, bize bunların imkânsız olduğuna inandırmaya çalışan sisteme karşı birleşmek ve mücadeleyi örgütlemek, imkânsız görünen her şeyin mümkün olduğu bir dünyanın kapısını bizlere arayabilir. Her birimiz daha iyi şartlarda yaşamayı hak ediyoruz. Tam da bu sebeple mücadeleyi örgütleyerek bize aksini inandırmaya çalışanlara karşı hep birlikte şu sesi yükseltmeliyiz: Başka bir dünya mümkün!

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Sezgin Tanrıkulu: "Depremin maliyetini en aza indirmek için her ay vergi veriyoruz. Nereye harcandığını bilmiyoruz"

Evrensel'i Takip Et