16 Temmuz 2023 03:55

Yazar Can Gürses: Aidiyetimiz; neyi, niye ve nasıl yaptığımızın yegane belirleyicisi

Can Gürses yeni kitabı “Bir Ömrün Takvimi”ni Kadir İncesu'ya anlattı.

Can Gürses (Fotoğraf: Can Kartoğlu)

 

Paylaş

Kadir İNCESU

Can Gürses’in Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlanan son romanı “Bir Ömrün Takvimi”nin kapağını gördüğümde, kitabı hemen okumak istedim. Kapaktaki, fotoğraf çeken küçük çocuğun bana düşündürdükleri döndü durdu kafamda… Kitabın kahramanı Mimo’nun fotoğrafçı olması mıydı beni bu kadar etkileyen… Mimo fotoğraf makinesiyle özdeşlemiş. “Bir”ler sanki… Mimo ile birlikte fotoğraf çekmek isterdim. Hayata fotoğraf makinesinin gözünden bakan, Görünmez Ada’ya sığmayan Mimo’nun Yaratıcısı Can Gürses ile “Bir Ömrün Takvimi” üzerine konuştuk.

Ne kadar iyi imkanlara sahip olursa olsun, kişinin daha iyiye, güzele ulaşmak için yeni arayışlara yönelmesini nasıl yorumlarsınız? Mimo’yu Görünmez Ada’nın konfor alanından çıkarak gerçek dünyaya götüren, “tam” olma düşüncesi midir?

Canımız karşılığında, siz deyin zamana, o desin tanrıya, ben diyeyim doğaya, bir söz veririz doğduğumuzda: Bir gün canımızı geri vereceğimizi. O güne dek bizi canlı tutan hakikatimiz, eksikliğimiz. Ancak öldüğümüzde tamama ereriz. Yaşamımızla ölümümüz birleştiğinde biz de nihayet bütünleşiriz. Eksikliğimiz sürdüğü müddet yaşıyoruz demek.

Hayatımız boyunca bütünlenmekten ziyade çekirdeğimizi, olduğumuz gibiliğimizi korumayı ararız. Fakat sık sık bir edimle, bir arzuyla, bir kişiyle, bir korkuyla, bir düşünceyle yahut bir mekanla tamamlandığımızı sanırız. Halbuki bizi biz eden her şey, eksikliğimizi pekiştirendir.

Bu hayati eksikliği kalp atışına benzetebiliriz. Her yeni vuruştan önce kalp durur, bir es alır. Çarpmanın doğasında yarım kalmışlık vardır. Dümdüz, eksiksiz bir sesi yoktur kalbin. Onun eksiltili, aksak makamı bizi canlı kılar.

Mimo’yu, onu o yapan evinden, eşsiz Görünmez Ada’sından çıkarıp, dış dünyaya götüren, yabancılaştığı kendisine yeniden tanıdıklaşma, benliğiyle dost olma ihtiyacı. En sık uzağına düştüğümüz, aradığımız şey kendimiziz. Özümüze bir uzak düşmeyegörelim, bizi canlı tutan eksikliğimiz, bir kusurun güzelliği, faniliğin bir izi, insani bir yanımız olmaktan çıkar, acı veren, karanlık bir yokluğa dönüşür.

Bir meyve nasıl hem bütün kalır hem de çekirdeğine ulaşır? Bütünleneceğimiz o son vakte dek eksikliğimizden, bir diğer deyişle canımızdan, kanımızdan, kalbimizden, fikrimizden, nice şölen yaratmalıyız. Kendimizi ve yaşamımızı daha iyi ve daha güzel kılarak dünyayı da daha iyi ve daha güzel kılarız.

"YALNIZCA GÖRÜNMEYENLERCE GÖRÜLEBİLECEĞİNE GÜVENİYOR"

Mimo’nun kusurları kucaklayışı, görülmemeyi tercih edişi, dünyanın sevgisini talep etmeyişi, alkış beklentisizliği, özellikle de günümüzde pek de alışık olunmayan özellikler. Mimo’ya düşünsel seviye atlatan bu durumu anlatabilmek de kolay olmasa gerek?

Kendi sanatçılığımla ilişkimi, ülkeme ve doğaya aidiyetimi sorguladığım bir dönemde sanatçının alabileceği halleri tüm açılardan irdeleyip, karşıma koymak, böylece kendimin ve belki bazı sanatçı yakınlarımın içini okumak istedim Bir Ömrün Takvimi’ni yazarak.

Esasında Mimo’da durum, bir önceki romanım, Ölüyordum, Geçerken Uğradım’ın Münzevi Ressamı Nafiz’den daha başka. Nafiz eserlerini kimseye göstermezken, Mimo, sanatını, dünyadan saklarken, kendi ülkesinde, dünya tarafından görülemeyen Görünmez Ada’da seve seve sergiliyor. Yalnızca kendi insanına görünüyor. Çünkü yalnızca görünmeyenlerce görülebileceğine güveniyor. Ne var ki yıllar içinde adalılarla ilişkileri değiştikçe, eserlerinin görülme biçimi de değişiyor. Roman, gördüğümüzü gösterme üslubumuzun kişiliğimizle ilişkisini ve gösterdiklerimizin başkalarınca gerçekten görülmesinin nasıl mümkün olacağını sorguluyor.

Görünmez Adalı Cryso ise çocukluğundan beri dünya sanatçısı olmayı arzuluyor. Cryso, sanata aidiyet duyarken, Mimo, ne yaşarsa yaşasın, ülkesine, Görünmez Ada’ya ait. Bir de Campa var ki o hem dünyalı hem Görünmez Adalı. Fakat o da Cryso da Görünmez Ada kuralları gereği asla kendi kimlikleriyle gösteremiyorlar kendini dış dünyada; sanatlarıyla yeni bir kimlik biçiyorlar kendilerine. Sanat, Mimo için kendisi olmanın yolu iken Cryso için kendisini sil baştan bambaşka hallerde yaratmanın yolu, Campa içinse kendi tanımını kendisinin koyma yolu oluyor. Bana bu romanı yazmak öğretti ki, aidiyetimiz neyi niye ve nasıl yaptığımızın yegane belirleyicisi.

"FOTOĞRAF ÇEKEREK KENDİNİ KENDİSİ OLARAK DOĞURUYOR"

Fotoğraf çekmek Mimo’nun aynı zamanda bir kalkanı mı? Kendisini böyle mi koruyor?

Mimo, kendisini doğanın ve hayatın bir parçası hisseden, korunmaya ihtiyaç duymayan bir kadın. Fotoğraf çekmek, Mimo’nun ait hissettiği duygulara, bakışa, kişilere ve zamana sarılma; onu o kılan halleri doğrulayan, açıklayan imgeleri bir varoluş delili gibi toplama yolu. Mimo yalnızca mutlu, hayat dolu ve umutlu anların fotoğrafını çekiyor çünkü onu o yapan huy her koşulda hayatın, iyinin, güzelin, dürüstün yanında yer alışı. Bu yüzden İkinci Dünya Savaşı sırasında ona umut vermeyen, içinde yaşam belirtisi olmayan hiçbir fotoğraf çekmiyor.

Leningrad Kuşatması sırasında gerçeklik ona dayanılmaz bir acı verdiğinde fotoğraf makinesini kaldırıyor. Fotoğraf çekmemek onu o yapan ruhunu kaybetmesine yol açıyor. Açlıktan bir başkasının bedenine dönüşen bedeninin yeniden hayat bulmasını ise fotoğraf çekerek ruhuna yeniden kavuşması sağlıyor. Mimo, fotoğraf çekerek kendini yeniden yeniden kendisi olarak doğuruyor, kendini tam da olduğu gibi var ediyor.

"BİZE EN CAN VEREN NİMET ÖZGÜRLÜK"

Mimo’nun görünmeyenin görünmesini istemek ile istememek arasındaki tercihin nedenini özgürlük özlemi olarak yorumlamasını okur nasıl değerlendirmeli?

Yine bir kalp benzetmesiyle yanıtlayacağım sorunuzu. Ne de olsa varı yoğu kalbi olan bir kadının romanı Bir Ömrün Takvimi. Kalbimiz, en görünmeyen ama bizi en canlı kılan yanımız. Özgürlük de öyle; en görünmeyen ama bize en can veren nimet özgürlük. Mimo görünmeyeni göstererek, içimizde saklı bir kalp gibi çarpan özgürlüğü, bizi insan yapan o eşsiz özü açık ediyor.

Mimo’ya, “Sen gerçek bir fotoğrafçısın. Çünkü gözlerinle konuşuyorsun”, diyen Maria yazarlığı için de “Kendimi göstermek için yazmıyorum. Görünmeye layık olanları göstermek için yazıyorum. Kendimi de ancak böyle görebiliyorum,” diyor. Başkaları için, o anda değil, gerçekliği çok sonraları anlaşılabilecek tespitler. Can Gürses, Mimo ve Maria için neler düşünüyor yazdıklarından bağımsız olarak?

Mimo da Maria da benim arzudaşlarım, türdaşlarım, yoldaşlarım. Tıpkı önceki romanlarımdaki Edibe, Haziran, Bal, Mahur ve yine Bir Ömrün Takvimi’ndeki Campa gibi. Bu hayali sanatçı hemcinslerim bana görünmez hissettiğimde doğru yolda olduğumu söyleyen ve hem bir sanatçı hem bir kadın olarak bana gücümü hatırlatan dostlarım. Ne yapalım, bazen insan, hayatta sahip olamadığı hayati şeyleri kendisi yaratmalıdır.  

"FOTOĞRAFLAR BİZİ GELECEĞİMİZİN BELİRSİZLİĞİNDEN KORUR"

Mimo’nun “En güzel anlarımız yeniden yaşayamayacağımızdan korktuğumuz anlardır. Kaybetmekten korktuğumuz anların fotoğrafını çekeriz,” sözüyle size teşekkür edeyim.

Her an bizi bırakıp gitti gidiverecek o esrarengiz varlığa, zamana sahip olabildiğimiz tek an, fotoğraf çektiğimiz an. O an, zaman bizim. Kaybedeceğimizi bile bile ve tam da bu yüzden doya doya yaşadığımız anları, en olmadık vakitte, o anların kıymetini bilip sahip çıkmış bize bahşeden fotoğraflar bizi yaşatır. Fotoğraflar bizi geleceğimizin belirsizliğinden korur, şimdimize dayanma gücü verir. Fotoğraf, görünmeyeni görünür kılar. Bizim için o fotoğrafın çekildiği günün anlamı, tüm görünmezliğiyle gözlerimizin önündedir; o günün tüm duygusu fotoğrafa sinmiştir. Derken gün gelir, insan hepten bir fotoğrafa dönüşüverir. O fotoğrafa saf sevgiyle, bizi gerçeğimizle bilerek, görünmeyen çekirdeğimizi görerek bakan birileri var oldukça kalbimiz o fotoğrafta atmaya devam eder.

ÖNCEKİ HABER

Denizli Devlet Hastanesinde iş cinayeti: Öz Sağlık-İş üyesi Hakan Dursun hayatını kaybetti

SONRAKİ HABER

Osmanlı’da sansür, sürgün, idam…

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa