Öteki Paris’te banliyölerin isyanı: Polis tarafından çocukları öldürülen anneler en önde
Paris’teki eylemleri, kadınların eylemlere katılımını, Paris’in öteki yüzü olan banliyölerdeki yaşam koşullarını göçmen örgütü olan Roja Platformundan Somayeh Rostampour anlatıyor.
Fotoğraf: Firas Abdullah/AA
E.AVA
27 Haziran’da Paris’in çeperinde bulunan Nanterre’de Cezayir asıllı 17 yaşındaki Nael polis tarafından öldürüldü. Nael’in öldürülmesinin ardından banliyöde başlayan isyanlar bölgeyi yakıp kavurdu.
Son senelerde dünyada sağın yükselişiyle ortaya çıkan tabloda Fransa kendine has bir yerde duruyor. 2000’li yıllardan itibaren göçmen karşıtlığının devlet eliyle yaygınlaşması, son yıllarda daha da görünür bir şekilde artmış durumda. Ekonomik krizin halk üzerindeki yükü artarken devlete dönük toplumsal öfke de günden güne arttırıyor. Bu öfkenin Fransa’da sokağa taştığını görüyoruz. Birkaç ay önce emeklilik yasasının yükseltilmesinin onaylanması üzerine sokaklar yine protestocularla dolup taşmıştı. Yoksulların daha yoksullaştığı, işsizliğin tavan yaptığı Fransa’da, Nael’in polis tarafından öldürülmesi banliyölerde yaşayanların karşılaştığı ırkçılığı, ayrımcılığı, yoksulluğu ülke gündemine getirdi.
Fransa’da çalışma yürüten bir göçmen örgütü olan Roja Platformunun üyesi ve İranlı göçmen bir kadın olarak Fransa’da gerçekleşen eylemlere katılmış Somayeh Rostampour ile Nael’in öldürülmesinin ardından çıkan eylemleri, kadınların eylemlere katılımını ve Fransa’da yükselen sağı konuştuk.
"GÖÇMEN DÜŞMANI SÖYLEMLER ÇOCUKLARIN ÖLÜMÜNE NEDEN OLUYOR"
Nael’in öldürülmesinden sonraki süreci nasıl değerlendiriyorsun, arka planını da çizerek anlatır mısın?
Aslında bu sürece “Banliyölerin isyanı” diyoruz. Paris’te banliyöler meselesi hem ırk açısından hem de ekonomik ve sınıfsal açıdan başka bir gözlemi gerektiriyor. Medyada da Paris’in çeperinde, banliyölerinde yaşayan halkın sorunları ve yaşadıkları hep tartışmalı konular arasında.
Nael’den sonra yükselen isyanı iki açıdan anlatabiliriz. Birincisi; bir birikmişlik sonucu Nael’in ölümü sonrası isyanlar bu kadar radikalleşti. Son yıllarda Fransa’da yükselen bir eylemlilik hali var. Özellikle son aylarda yine işçi sınıfının üstüne yük bindirmek için onaylanan emeklilik yaşı kanunu -ki bu kanundan en çok kadınlar etkilenecek- sokaklar dolup taştı. Yine Fransa devletinin polisin yetkilerini arttırmak için onayladığı kanundan sonra sokakların hareketliliğine şahit olduk. Öğrenci hareketi ise kendi talepleri doğrultusunda hep aktifi. Bu yüzden sokaktaki hareket Nael’in öldürülmesinde sonra kendini yeniledi.
İkincisi; bu isyan 2005 yılında Sarkozy dönemindeki Fransa ayaklanmalarını hatırlattı. 27 Ekim 2005’de Paris’in bir banliyösünde kimlik kontrolü yapan polis tarafından kovalanırken yüksek gerilim trafosuna sığınıp elektrik çarpması sonucu 17 yaşındaki Kuzey Afrikalı Zyed Benna ile 15 yaşındaki Bouna Traoré'nin hayatını kaybetmişti. Ardından başlayan ayaklanmalar hem Paris çevresinde yaşayanlar için hem merkezde olanlar için çok kapsamlıydı. Birçok örgütün ve farklı kesimlerin katıldığı eylemler ırkçılığa karşı bir iradeyi de gösteriyordu. Zyed’in de öldürülme sebebi yine ırkçılıktı. O dönemde de yine Sarkozy’nin aşırı sağ politikası ve göçmen- mülteci düşmanı söylemleri küçücük çocukların ölümüne neden olmuştu. Şimdi ise Macron’un aynı yolu izlediği, neoliberal politikalara günde güne kucak açtığı ve uyguladığı ve ulaşım gibi kent imkanlarının banliyölerde gelişmediği bir tabloyla karşı karşıyayız.
Fransa’da özellikle Paris’te sermaye politikalarının uygulanmasını en önemli aracı kutuplaşmayı arttırmak ve kenti ikiye bölmek oldu. Merkez ve banliyöler. Neoliberal politikalar ekseninde devlet tüm yoksulları -ki çoğunluğu göçmenlerden oluşuyor- banliyölere doğru itti. Ki burada yaşayanlar, üç, dört, beş nesil önceden Fransa’ya gelmek zorunda kalan göçmenler ve işçi sınıfının büyük bir kısmını oluşturuyorlar.
IŞILTILI KENTİN ÇEPERLERİNE SÜRÜLEN İŞÇİLER
Banliyölerde yaşam koşullarını nasıl? Paris’te banliyölerde yoksulluğun derinliğini ve gençlerin polis tarafından öldürülmesinin aslında yeni olmadığını siz de ifade ettiniz. Neden böyle?
İlk önce banliyölere tarihsel olarak değinmekte fayda var. 50’li, 60’lı yıllarda Fransa’nın sömürgelerinden özellikle Tunus, Fas, Cezayir ve Afrika ülkelerinden Paris’e gelenler ucuz iş gücü olarak işçi sınıfının bir parçası oldu. O dönem teneke evlerde Paris çevresinde yaşayan bu göçmenlere devlet yatakhane, yurt gibi yerler tesis etmeye başladı. Sonra da devlet, aynı bölgelerde göçmenlere ev yapmaya başladı. Bunlar çok uzun binalar ve çok dar evlerdi. Çevrede olmasının nedeni ise fabrikalara yakın olmasıydı. Özellikle 2000’li yıllarda sağın yükselişi döneminde o dönem gelenlerin çocukları ve torunları olmak üzere şehrin banliyölerine itildi. Bu kesim çok ucuza, sözleşmesiz çalıştırılmaya başlandı. Son 20 yıldır yapılan; merkezin beyazlardan oluşmasını garanti altına alıp çevreyi siyahlara bırakmaktı.
POLİS ŞİDDETİ EN BÜYÜK SORUN
Banliyölerin en büyük sorunu polis şiddeti. Paris merkezinde daha az görülen ama banliyölerde çok acımasız olan polis şiddetiyle karşı karşıyayız. Sadece derisinin rengi yüzünden darbedilerek kimlik kontrolüne tabii tutulanların sayısı çok fazla.
Banliyölerde gençlerin çoğu işsiz veya ucuz iş gücünün bir parçası. Dolayısıyla şimdilerde kira parasını merkezde asla ödeyemeyen birçok göçmen nesli aynı evlere mahkûm yaşıyor. Fransa’da doğan, büyüyen, kendi çocuğunun yine Fransa’da doğduğu ve büyüdüğü bir durum var ama onlar hep göçmen.
KADINLAR KENDİNİ ŞİDDETE KARŞI KORUYACAK MEKANİZMADAN MAHRUM
Özellikle kadınlar açısından farklı boyutları var. Paris’in merkezinde yaşayan kadınlar 18 yaşından sonra kendine ait bir hayat kuruyor ancak bu banliyölerde yaşayan kadınlar için mümkün değil. Özellikle işsizliğin ve yoksulluğun yarattığı “yer altı ekonomisi”, yani uyuşturucu ve diğer suçların yaygınlığı oradaki ortamı çok eril yapmış durumda. Kadınlar için çoğu zaman tehlikeli.
İşsizlik içinde ise kadınlar daha ikinci planda. Özellikle orada polis şiddetine karşı örülen bir dayanışma ağı var ve bu, diğer meselelere göz yumulmasına neden oluyor. Şiddet, baskı, kendi aralarındaki gerilimler… Örneğin kadına yönelik şiddetin üstünün örtüldüğü bir tablo var orada çünkü “polise karşı mücadele ediyoruz” algısı kadınların susmasına neden oluyor. Çünkü şiddet gördüğü kocasını polis mekanizmasına teslim etmek istemiyor. Banliyölerde LGBTİ ve kadın hareketlerinin de zayıf olduğu aşikâr.
Devletin yaygınlaştırdığı mülteci düşmanlığı ve “İslam fobisi” şiddetin her gün yeniden üretilmesine de neden oluyor. Çünkü göçmenlerin çoğu Müslüman ve bu mesele özellikle kadınları etkiliyor ve hedef haline getiriyor.
Özellikle 2005’ten sonra polis tarafından öldürülen gençlerin sayısı çok fazla. Fransa Avrupa’da bu konuda rekortmen. Her ay 2 veya 3 kişi Paris çevrelerinde polis tarafından öldürülüyor.
"NAEL’İN ÖLDÜRÜLMESİ ‘SIRADAKİ BENİM’ DUYGUSU YARATTI"
Nael’in öldürülmesinden sonra isyanlara kimler katıldı? Eylemlere katılmayan, desteklemeyen ve Macron’un sağ propagandasından etkilenenler nerede duruyor?
Sağın yükselişi ve son yıllarda bu kadar halk tarafından desteklenmesinin en önemli sebebi ise ırkçı propaganda yapanların desteklenmesiydi. Çünkü Fransa’da gerçekleşen sorunların sebebi olarak mültecileri hedefe koydular. Problemin kaynağı halk için onlar tarafından “somutlaşınca” çok destek buldular. Tabii bunun bir ayağı da medya. Sağ propagandanın en büyük destekçisi sermaye dolayısıyla medya ve televizyon aracıyla mülteci düşmanlığı üzerinden yürütülen politikaları çok daha etkin oldu. Aslında Fransa’da övülen “burjuva demokrasisi”nden bile çok şey ortada kalmamış durumda.
Bu çerçeveden yola çıkarak, Nael’in ölümü o bölgedekilere “sıradaki benim” duygusunu hatırlattı, İran’da Jina’nın öldürülmesinden sonra biz kadınların yaşadığı duyguyla çok örtüşüyordu. Bu süreçte özellikle yıllardır polis tarafından öldürülenlerin aileleri tarafından kurulan gruplar çok aktifti, örneğin göçmen anneler, Adama İçin Adalet Platformu gibi birçok aile en önde mücadele ediyordu. Gerçekten büyük bir öfke patlamasına şahit olduk sokakta. Bizler de yani kadın hareketi, Marksistler, solun daha radikal kesimleri ve özellikle öğrenciler o bölgelerde mücadeleyi destekledik ve bir parçası olduk. Macron ve sermayenin asıl sorumlusu olduğu krizler içindeki Fransa tablosu yine bir canı aldı.
Ama bu süreçte mesela birçok sol parti geride durdu, sendikalar katılmadı, desteklemedi kimisi de “Çok üzüldük” mahiyetinde bir tweet atarak kendini sıyırdı. Sendikaların geneli muhafazakâr ve ırkçı söylemleri destekleyen bir pozisyon alıyor. Hem tabanı için bunu yapıyor hem devletten aldığı destekler var ve olabildiğince “sakin yürüyüşler” düzenlemekten başka bir şey yapmıyor. Gerçekten bu kesim sanki 17 yaşında küçük bir çocuk ölmemiş gibi davrandı hatta polisi destekledi. Aslında sınıfın örgütlülüğün siyasal olarak daha az olduğu dönemde sendikanın çağrısına tabii olan bir sınıfla karşı karşıya kalıyoruz ve büyük ölçüde sendikalar kendi menfaati için çoğu meseleye göz yumuyor. Sendikaların desteklediği aynı polisin Paris merkezde de “barışçıl yürüyüş”lere nasıl saldırdığını gördük.
Size kendi gördüğüm bir sahneyi anlatmak istiyorum “yağma” meselesi çok tartışıldı ama bölgede bir sokakta yürürken büyük markaların olduğu caddeden geçiyorduk ve yanında sinema, tiyatro salonları ve küçük dükkanlar vardı. Zarar gören dükkanlar sadece büyük markaların dükkanlarıydı. Ne küçük dükkanlar ve ne sinema, tiyatro salonlarına hiçbir şey olmamıştı.
"KADIN HAREKETİ IRKÇILIĞA KARŞI POZİSYONUNU GÜÇLENDİRİYOR"
İsyanlar bir süre sonra dindi. Sence neden?
Baskı. Devlet ve polisin baskısı had safhada. İki gün önce yine bölgede Göçmen Anneler’in düzenlediği bir eylem vardı ben de katılmıştım. Ama destekler çok azaldı. Polisin gözaltına aldığı birçok genç çok ağır hapis cezalarına mahkûm edildi. Adama’nın ölüm yıl dönümü için platformun anma yapması yasaklandı ama ona rağmen bir anma yapıldı. Ama Adama’nın kardeşi tutuklandı ve ablasının yakında tutuklanacağını da polis duyurdu. Banliyöler adı üstünde çeper. Dışlanmışlık her türlü hissedilirken eylemler sürecinde de yalnız bırakılan bir halk vardı ve çok kolay bastırıldı. Macron’un propagandası gözlere perde indirmiş durumda. Ama ona rağmen özellikle kadın hareketi ırkçılığa karşı pozisyonunu güçlendiriyor ve asıl suçluları teşhir etmekten geri durmuyor.