Vahdet Mesut Ayan: Haberlerde kullanılan dil, fiili şiddetin de tohumlarını ekiyor
Akademisyen Vahdet Mesut Ayan ile göçmen-mülteci haberciliğini ve etkilerini konuştuk.
Fotoğraf: Pixabay
Gözde TÜZER
İstanbul
“İzmir’de Suriyeliler kıyafetleriyle denize atladı”, “Antalya’da Suriyeliler bayraklarıyla denize girdi”, “Suriyeli, Afgan ve Pakistanlılar İzmir’in şehir merkezinde gruplar halinde değişik sesler çıkararak denize giriyor” ve daha niceleri…
multeciler.org.tr’ye göre; Türkiye’de kayıt altına alınmış geçici koruma statüsündeki Suriyeli sayısı 15 Haziran 2023 tarihi itibarıyla 3 milyon 351 bin 582 kişi. Ancak net rakam resmi olarak açıklanmış değil. Türkiye medyasında göçmenlerin yer alışı ise kimi ırkçı yaklaşımları ele veriyor. Üstelik bu durum sadece merkez medyayla sınırlı değil. “Alternatif medya” olduğu söylenen bazı yayınlar da da göçmenlerin yer alışları oldukça sorunlu.
Emre Tansu Keten ve Vahdet Mesut Ayan’ın hazırladığı; UM:AG Araştırmacı Gazetecilik Vakfı tarafından yayımlanan “Anaakım Çökerken Alternatif Medyanın Eleştirisi” kitabında; akademisyen yazar Vahdet Mesut Ayan’ın “İktidar Muhalifliğinin Sınırları: Göçmen Düşmanlığı” başlıklı makalesi tam da bu duruma yer vermiş durumda. Makale; Ocak-Aralık 2022 tarihleri arasında Sözcü, Korkusuz ve Yeni Çağ gazetelerinde yer alan göçmen haberlerini ele alıyor.
BASMAKALIP YARGILAR
“Anaakım Çökerken Alternatif Medyanın Eleştirisi” kitabında “İktidar Muhalifliğinin Sınırları: Göçmen Düşmanlığı” başlıklı bir makale yayımladınız. Kitabın hazırlayanları arasında da yer alıyorsunuz. Son günlerde medya yine göçmen karşıtlığı ile gündemde. “Sahillerdeki Suriyeliler” haberleri hemen hemen her gün sayfalarda yer alıyor. Özel olarak alternatif medyaya girmeden önce yaygın medyada göçmenlerle ilgili nasıl bir haber diliyle karşı karşıyayız?
Maalesef Türkiye merkez medyasında göçmenlere yönelik ayrımcı dille her zaman karşılaşmaktayız. Bu sadece merkez medya ile de sınırlı değil, kendini iktidar karşısında konumlandıran ulusalcı/milliyetçi medya organlarında bu dil merkez medyaya göre daha da kullanılır durumda. Göçmenler hem merkez medyada hem de ulusalcı/milliyetçi medya organlarında bu coğrafyanın gerçek “sahibi” Türk toplumunu varlıklarıyla tehdit eden unsurlar olarak temsil edilmekte. Bu tehdit, toplumun hem bugününü hem de yarınını/geleceğini olumsuz anlamda etkilemektedir. Bu olumsuzluk haber ve yorumlarda göçmenlere dönük basmakalıp yargıların yer almasıyla mümkün oluyor. Haber metinlerinde göçmenler, istilacı olarak işaret edilirken; metinler göçmenleri yoksulluğun, işsizliğin, gelir dağılımındaki adaletsizliğin, yükselen enflasyonun nedeni olarak temsil etmekte. Göçmenleri, suçlu, toplumsal huzuru bozan, sosyal yardıma muhtaç özneler olarak gösteren bu dil, içinde sadece sözel şiddeti barındırmamakta, aynı zamanda göçmenlere yönelik fiili şiddetin tohumlarını da ekmektedir. Bunu düşündüğümüzde ağustos 2021’de Ankara/Altındağ’da Suriyeli ve Afgan göçmenlere dönük pogromun sorumlusunun sadece siyasiler değil, haber ve yorumlarıyla göçmenleri hedef alan, nefret dilini yeniden üreten medya organları olduğunu söyleyebiliriz.
Haber metinlerinde göçmenlerin sürekli olarak suç ile ilişkilendirilmesi ve toplumsal refahı bozan özneler olarak resmedilmesinin kanımca iki önemli işlevi bulunmakta. Bunlardan ilki göçmen öncesi bir toplum tahayyülü oluşturmakta ve bu tahayyül içinde toplumun huzur ve refah seviyesinin yüksek olduğu ima edilmektedir. Dolayısıyla göçmenler üzerinden bir toplum tarihi yaratılmaktadır. Bu dilin ikinci işlevi ise toplumun halihazırdaki sorunlarının çözümünün “göçmensizlikten” geçtiğini salık vermektedir. Hal böyle olunca, toplumun ve coğrafyanın sahibi(!) “biz”lerin göçmenleri her ne şekilde olursa olsun uzaklaştırması gerekmektedir. Merkez ve ulusalcı/milliyetçi medya organları, nefret dilini sakınmadan kullanmakta, onları toplum ve devlet üzerindeki bir yük olarak sergilemektedir.
"IRKÇI İDEOLOJİ, KÜLTÜREL İKLİMDEN BESLENİRKEN TOPLUMSAL UZLAŞIYI YARATIR"
Mültecilere dair kullanılan bu dil neden kaynaklanıyor? Sizin kitapta sorduğunuzu kısaca ben size sorayım: Bir uzlaşı mı var, bir kayıtsızlık mı yoksa gazetecilerin “ırkçı” olmasından mı kaynaklanıyor bu haber dili?
Göçmen konusunda medyada yer alan haberlerin ırkçılığa varmasının ardında en son arayabileceğimiz neden gazetecilerin ırkçı olmasıdır. Irkçı ideolojiye sahip gazeteci yok mudur, elbette vardır ancak bu konu itibarıyla tali kalacaktır. Zira böylesi bir karmaşık sorunun nedeni salt öznelerle ilişikli değildir. Ondan daha büyük yapısal sorunlar vardır ve bu yapısal alan özneleri de içinde dönüştürebilmektedir. Gazeteciler, yerleşik kültürel atmosferde yaşar ve verili medya koşullarında mesleklerini icra ederler. Dolayısıyla haber metinlerinde ya da yorumlarda karşılaştığımız dil, daha karmaşık yapısal sorunların sonucudur diyebiliriz. Irkçı tutumun gerisinde ekonomik, kültürel ve ideolojik bir uzlaşıdan bahsetmekse pekâlâ mümkündür. Zaten medya alanı da tüm çalışanlarıyla birlikte bu yapının içindedir ve buradan şekillenir.
Uzlaşıyı ise kültürel ve ideolojik alanda -tıpkı cinsiyetçilik gibi- klişelerde aramak daha doğru olabilir. Haber metinlerinin politik ve ideolojik bir inşa sürecinden geçtiğini düşünürsek klişe ya da basmakalıp yargılar dediğimiz sözcük ya da kavramların hiç de masum olmadığını, tam aksine egemen kültür ya da ideolojinin birer taşıyıcıları olduğunu söyleyebiliriz. Hal böyle olunca gazetecinin ırkçılığından ziyade kültürel yapılara odaklanmak ve onları nasıl dönüştüreceğimizi düşünmek daha doğru olacaktır.
Sorunuzun kayıtsızlık kısmına dönecek olursak, gazetecilerin ya da toplumsal bireylerin kayıtsızlığının bir nedeni de ırkçı/cinsiyetçi uzlaşıdır. Toparlayacak olursak kabaca ırkçı ideoloji, kültürel iklimden beslenirken toplumsal uzlaşıyı yaratır ve kayıtsızlık da bu uzlaşıdan ileri gelir diyebiliriz.
"KÜRESEL KAPİTALİZMİN BEDELİNİ EMEKLERİYLE ÖDEYEN GÖÇMENLER…"
Makalede; Sözcü, Korkusuz ve Yeni Çağ gazetelerinin ocak-aralık 2022 tarihli nüshalarını inceleyip göçmen düşmanlığına dair haberleri hazırlamıştınız. Neden bu gazeteleri tercih ettiniz ve nasıl bir sonuçla karşılaştınız?
Bu gazeteler genel olarak AKP’li olmayan seçmene hitap etmesi bakımından önemli. Gazetelerin kendilerini iktidar dışında konumlandırmaları uzaktan bakıldığında onların iktidar karşıtı olarak algılanmalarına neden oluyor. Bu bir yere kadar doğru, ancak ulusalcı/milliyetçi perspektife sahip bu gazeteler, her ne kadar siyasal iktidarın dışında yer alsalar da ideolojik olarak AKP’yi de içine alan egemen yapıyı yeniden üreten ve sorunların asıl kaynağını gizleyen bir rol oynamakta. Bir örnekle açmak gerekirse, bu gazeteler Türkiye’nin yaşadığı ekonomik krizin faturasını haber metinlerinde daha çok göçmenlere kesmektedir. Oysa ekonomik krizin esas nedenini Türkiye ve dünya kapitalizminin 2008’den bu yana yaşadığı bunalım olarak değerlendirebiliriz. Yaşanan hayat pahalılığı, işsizlik ve enflasyon konusunda göçmenler suçlandığında, kapitalist üretim ilişkileri ve bu ilişkilerin ortaya çıkardığı sorunların görmezden gelinmesi olanaklıdır.
Oysa gerçek bambaşkadır, Türkiye kapitalizminin göçmen emeğinden nasıl faydalandığı ortadadır. Emek sömürüsü en çok örgütsüz ve kendi toprağından koparılmış, savunmasız göçmenler üzerinde derinleşmektedir. Dolayısıyla gazete yayınları burada gerçeği ters yüz etmektedir. Küresel kapitalizmin bedelini emekleriyle ve hatta hayatlarıyla ödeyen göçmenler, haber metinlerinde asıl tehdit olarak gösterilir.
Konuya sınıf perspektifinden baktığınızda ise durum biraz daha farklıdır. Şöyle ki, göçmenler, kapitalist üretim ilişkisinde maliyetlerin en aza indirilmesi konusunda patronların ihtiyaç duyduğu emeği sağlamaktayken, aynı zamanda yoksulluk ve işsizlikten kaynaklı hoşnutsuzluğun siyasi maliyetini de üzerine çekmiş olur. Açıkça ırkçılık, kapitalizm için hem ekonomik hem de siyasi maliyetin düşürülmesi konusunda ikili bir işlev görmektedir. Buradan hareketle makalede yer alan gazeteler de her ne kadar kendilerini AKP karşıtı olarak adlandırsalar da iktidarın parçası olduğu ve sürdürdüğü sermaye düzenini yeniden üretir ve göçmen sorununu ortaya çıkaran küresel ve yerel kapitalizmi okurlarının gözünden ırak tutar. Gerçek koşulların ve nedenlerin gizlenmesi, egemen üretim ilişkilerinin devamını sağlarken, toplumu da buranın “sahibi” ve “göçmenler” olarak ikiye ayırır. Bu yaklaşım ekonomik krizden en fazla kayba uğrayan işçi sınıfını parçalar.
Gazete incelemelerinde göçmen meselesinde sınıfı parçalayıcı ve kendine yabancılaştıran söylemlerin baskın olması sonucuyla karşılaştık. Gazetelerin yaklaşımı maalesef, egemenin tekil politikalarına karşıymış gibi görünen ancak bu politikaları onaylayan, tahakküme dayanan toplumsal ilişkileri üreten bir dil ve üsluba sahipti. Belirtmek isterim ki bu sadece göçmen meselesinde değil, Türkiye’nin dış politikası, kadın konusu, Kürt meselesi vb. konularda da bu gazeteler iktidarın çizdiği sınırlar içindedir.
KÜLTÜREL FARKLILIKLARA ODAKLANAN KAVRAM: YENİ IRKÇILIK
“Yeni ırkçılık” kavramına da genel hatlarıyla yer veriyorsunuz kitapta. Bu tanımı biraz daha açabilir misiniz? Kültürel inşada “yeni ırkçılık” kavramı nerede duruyor?
Ten rengini ya da başka biyolojik özellikleri göz önünde tutarak ötekini aşağılayan geleneksel ırkçılıktan farklı olarak yeni ırkçılık, kültürel farklılıklara odaklanırken bu farklılıkların aşılmazlığını, hayat tarzlarının ve geleneklerin bağdaşmazlığını savunmaktadır. Irkçılığın bu hali, özellikle 1970’lerde Avrupa’daki göçmenlere yönelik saldırılarda konu edinmeye başlanır. Avrupa’da göçmen karşıtlığı ile birlikte yükselen yabancı düşmanlığı, ötekine olan nefretin ve ona uygulanan şiddeti yeniden görünür hale getirmişti. Yeni ırkçılık kavramı ya da Balibar’ın deyişiyle ırksız ırkçılık tam da bu dönemin ırkçı ideolojisini tanımlamak için geliştirilmiştir. “Kültürcü” bir ırkçılık olarak da adlandırılan bu ideoloji, kültürlerin birbirinden farklılığını savunurken, kültürlerin değişmezliği konusunda da muhafazakar bir özelliğe sahiptir. Bu haliyle hem “dışarıdan” gelene hem de değişime/etkileşime kapalı olan bu yaklaşım, günümüz Türkiye’sinde artık sıklıkla gördüğümüz gibi “geleni” tehdit olarak algılamaktadır. Suriye veya Afganistan’dan gelen insanlar, kültürümüzü, geleneklerimizi, yaşam tarzlarımızı, huzurumuzu ve barışımızı tehdit etmekte, “Türk yurdu”nun geleceğini karartmaktadır.
Kültürel inşa dediğimiz şey de tam olarak burada kendini göstermektedir; zira göçmenlerin “şanlı tarihimizle” uyumsuz bir gelecek vadettiği öngörülüyor. Tabii dil ve kavram meselesine de değinmek gerekiyor, bu ideoloji ırkçı dili inşa ederken egemen kültürel yapıyı da yeniden üretmektedir. Dil ve kavramlarla düşündüğümüzü akılda tutarak ilerlediğimizde düşünsel alanı kapsayan ırkçı ideolojinin çağırdığı özneler haline dönüşebiliyoruz. Kültürel inşa dediğimiz şey de genel olarak bu egemen düşünsel setlerin üretilmesi ve yeniden üretilmesidir.
BÜTÜNCÜL BİR YAKLAŞIM VE GÖÇMEN KARŞITLIĞI İLE MÜCADELE
Son olarak tüm bu yeni ırkçılık, haber dilindeki ırkçılık ve göçmen karşıtlığı ile haberciler nasıl mücadele etmeli?
Gazetecilerin de iletişim akademisyenlerinin de kafa yormaları gereken bir konu bu. Açıkçası salt habercilerin bu konuda göstereceği mücadelenin medyadaki ırkçılıkla mücadelenin yeterli olacağını sanmıyorum. Elbette habercilerin ezberden ve klişelerden uzaklaşarak ırkçı sözcük ve yaklaşımları terk etmeye çalışması çok önemli zira biraz önce belirttiğim gibi dili değiştirdiğimizde düşünme biçimimiz, bununla birlikte eylemlerimiz de değişecektir. Bu mücadele çok önemli ancak bir yere kadardır. Irkçılığa karşı bütüncül politikalar geliştirmenin ve göçmen karşıtlığıyla mücadelenin yükselmesi, bu alanda kafa yoran gazetecilerin de işini kolaylaştıracaktır. Biraz da kadın mücadelesinin yükselmesinin medya alanına yaptığı olumlu etkiyi örnek alıyorum ben. Burada olduğu gibi ırkçılıkla mücadeleyi de yükseltirsek mesleğini layıkıyla icra eden gazeteciler için de tüm bir toplum için de doğru yere daha çok yaklaşmış oluruz.
Tabii ırkçılıkla mücadelede gazetecilik meslek ve emek örgütlerine de büyük bir görev düşmekte, bu örgütler ırkçılık karşıtlığı konusunda daha fazla inisiyatif alabilirler. Meslek örgütlerinde demokratik katılımın önü açılabilir. Ayrıca düzenleyici ve denetleyici kuruluşların mevcut yapısı dağıtılmalı bunların yerine meslek ilkelerini gözeten, teşvik edici kurumlar inşa etmeliyiz.