Yazar Erdoğan Aydın: Devlet zihniyeti ile tarikatların dünyası arasında fark kalmadı
Menzil liderinin ölümünün ardından tarikat-devlet ilişkileri tekrar gündemde. Yazar Erdoğan Aydın, devletin zihniyeti ile tarikat-cemaatlerin dünyası arasında bir fark kalmadığını söyledi.
Erdoğan Aydın | Fotoğraf: MA
Erdi TÜTMEZ
İstanbul
Menzil Cemaatinin lideri, ‘Gavs’ lakaplı Abdulbaki Erol, 74 yaşında hayatını kaybederken Türkiye’nin farklı yerlerinden on binlerce kişi, Erol’un cenaze töreni için Adıyaman’daydı.
Erol için adeta “devlet töreni” gibi cenaze töreni düzenlenirken, törene çakarlı araçlar tahsis edildi, THY cenaze için ek seferler koydu. Cumhurbaşkanı, AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’la birlikte çok sayıda devlet yöneticisi taziye mesajları yayımladı. DEVA ve Gelecek gibi kendisini muhalefet olarak tanımlayan partiler de Erol için taziye mesajı yayımladı.
Yaşananlar tarikatlar ve cemaatlerin devletle olan ilişkisini yeniden gündeme getirirken Yazar Erdoğan Aydın tabloyu “Tablo devleti dinsel kurumlarla olan ilişkisindeki nitelik sıçramasını gösteriyor. Şu anda mevcut devlet kurumsallaşması, devlete hakim olan zihniyet dünyası ile söz konusu tarikatların zihniyet dünyası arasında neredeyse bir fark kalmadığını gösteriyor” şeklinde yorumladı. Tarikatların özellikle son 6-7 yılda devletle kurmuş oldukları ilişkiye dikkat çeken Aydın “Hem devletin onlara olağanüstü bir kaynak aktarımı var hem de devletin ideolojik aygıtlarının onlarla paralel çalışması var. Yaşananlar toplumu din eksenli bir yerden yeniden kurmaları olarak karşımızda duruyor. Bugünkü devlet aslında sosyal devleti tümüyle tasviye ederek uygulanmakta olan yeni liberal politikayı din üzerinden meşrulaştırmaya, doğallaştırmaya çalışıyor” ifadelerini kullandı.
"FARKLI BİR ÇÖZÜM ÜRETMEMİZ GEREKİYOR"
Sorunun kökenine inilmesi gerektiğini söyleyen Aydın “Sosyal devletin olmadığı bir yerde, eğitim sisteminin dinselleştirildiği bir yerde, tarikatların denetimsiz bırakıldığı bir yerde, böyle bir tabloyla sürekli karşılaşabiliriz. Bu tarikatların özellikle beslenip büyütüldüğü, devlet ihalelerinin özellikle bunlara aktarıldığı, başta öğrenci kitlesi, yoksul semtlerin insanları olmak üzere toplumun ısrarla bunlara yönlendirildiği bir yerde tarikatların olağan bir ihtiyacın ötesinde büyümesi, örgütleşmesinden daha doğal bir şey olamaz. Dolayısıyla burada Türkiye’nin sosyalistlerinin bu sorunun anlaşılmasına harcadıkları enerji kadar burjuvaziden, Kemalizmden kendi farklarını koyan bir yerde durma sorumluğu var. Kendi çözümlerini, kendi farklılıklarıyla üretmeleri çok büyük önemde Bu meseleyi vahşi kapitalizmin, yeni liberalizmin, hukuksuzluğun dışında bir yerden yorumlamaya kalktığımızda sadece yasaklarla çözmek yoluna gideriz ki bu insanların niçin bu kurumlarla ihtiyaç duyduğu sorusundan da kaçmak anlamına gelir. Oysa cumhuriyetin kurulduğu zamandan beri Türkiye’de darbelerin olduğu zamanlarda da gördüğümüz gibi sağ veya merkez iktidarların tümünde bugüne kadarki yaklaşımlarında bir eksiklik olduğunu saptamak gerekiyor. Farklı bir çözüm üretme ihtiyacımızın altını mutlaka çizmek gerekiyor” dedi.
"HAKİMİYET KURMAYA ÇALIŞAN BİR AYGIT"
15 Temmuz sonrası Gülencilerin tasfiyesinin ardından boşaltılan alanlara çeşitli tarikatlar ve cemaatlerin yerleştiğini hatırlatan Aydın “Gülen’i bir hizip olarak değerlendirip onu şiddetle tasfiye ederken onunla aynı karakterde, hatta ondan çok daha geri karakterdeki tarikatların, ki IŞİD’le, el Nusra ile kurulan dolaylı ilişkiler de basına yansıyor. Bunlar Türkiye’nin iç politikasını ve dış politikasını da etkiliyor. Menzil Cemaati de aslında Fethullahçı camiadan bile çok daha geri bir dünyanın yansıması olarak karşımızda duruyor. Dolayısıyla Fethullahçılığı düşman ilan edip tasviye eden anlayış eğer bugün Menzil ve benzerlerini destekliyor; onlara ilim mekanı, aydınlanma mekanı muamelesi yapıyorsa aslında sorunun sadece kendi iç kavgaları ile sınırlı olmadığını tespit etmemiz lazım. Bu zihniyet dünyasının hakimiyetini kurmaya çalışan bir aygıtla karşı karşıyayız. Siyasal, hukuksal, ideolojik bir aygıt olarak dinden bahsediyoruz. Yoksa sıradan yurttaşın namaz kılması, inancından söz etmiyoruz. Doğrudan doğruya siyasal projeden söz ediyoruz ve bir siyasal proje olarak devletin, eğitimin, sağlığın, sokağın, günlük hayatın tüm alanlarına nüfus ediyor. Ve Menzil’in de bu anlamda Gülen’den farklı olmadığını, olsa olsa ondan daha geri bir mantaliteyi temsil ettiğini, Gülen’in bu memleket için temsil ettiği risk faktörlerinin benzerlerini de potansiyel olarak taşıyan bir örgütlenme olduğunu söylemek gerekiyor” ifadelerini kullandı.
"LAİKLİK EKMEK KADAR, SU KADAR BİR İHTİYAÇ"
Kendisini muhalefet olarak nitelendiren DEVA, Gelecek Partilerinin cenazeye göstermiş oldukları ilgiyi de yorumlayan Aydın “Bu da memlekette ideolojik hegemonyanın İslamcılık tarafından nasıl ele geçirildiğinin açık bir göstergesi. Gördüklerimiz laikliğin ekmek kadar, su kadar ihtiyaç olduğunu bir kez daha gösterdi. Sosyalistler ideolojik hegemonya kaybını ne kadar derin yaşadıklarını tespit etmekle işe başlamak zorunda. Aksi takdirde ana muhalefet partisi başta olmak üzere diğer sağ, liberal, muhafazakar partilerin bütününün Menzil şeyhi gibi alabildiğine geri bir dünyayı temsil eden bir örgütlenme karşısında bu denli hizaya geçmiş olmalarını değiştirme şansına ait olamayız. Bir taraftan laikliği daha anlaşılabilir savunmanın yollarını bulmak, diğer taraftan da sosyal devlet savunusu konusunda bugüne kadar kullandığımız dili aşan bir dil geliştirmek zorundayız. Unutulmamalı ki laiklik bu kadar kolay feda edilebilir bir hale geldiyse aslında Türkiye’nin yoksullarının laiklik dışındaki kurum ve organlar üzerinden yönetilebilir hale geldikleri içindir. Sendikanın anlamsızlaştığı, yoksula yardım üzerinden yoksulluğun denetlendiği bir durum aslında karşımızdaki tablonun karşılığını vermektedir. Bu iktidar ve Kemalist iktidar dönemleri de gerçek anlamda laikliğin uygulanmadığı bir döneme tekabül eder. Unutulmasın Kemalist laiklik Türkiye’yi Türkleştirmenin yanı sıra Sünnileştirmek anlayışının bir ifadesi olarak karşımıza çıktı. Bu açıdan baktığımızda mutlaka laikliğin devlet nezdinde tüm inanç ve inançsızlık biçimlerinin eşit bir şekilde değer göreceği bir yerden tanımlanması ama bunun yanında sosyal devletin derinleştirilerek sağlanması gerekiyor.