19 Temmuz 2023 04:45

Dr. Deniz Parlak: Tarikatların rolleri ve tehditleri sanılanın oldukça ilerisinde

"Bu grupların bütün hegemonik güç ilişkilerinin odağında olduklarını anlamak zor değil. Bu nedenle edindikleri rol ve yarattıkları tehdit sanılanın oldukça ilerisinde.”

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Erdi TÜTMEZ
İstanbul

Menzil Cemaatinin lideri olan ve ‘Gavs’ olarak nitelendirilen Abdulbaki Erol için geçtiğimiz günlerde Adıyaman’ın Kahta ilçesinde cenaze töreni düzenlenirken, cenaze adeta Menzil’in gövde gösterisine dönüştü. Erol’un cenazesi aralarında çakarlı ve tepe lambalı araçların da olduğu büyük bir konvoy ile Adıyaman’a götürülürken, devletin en üst kademelerinden Erol için taziye mesajları yağdı. Görüntüler devlet ile tarikat-cemaatlerin ilişkisini yeniden gündeme getirirken, Dr. Deniz Parlak tarikatlar ve cemaatlerin bugünün Türkiye’sinde sanıldığından çok daha fazla iktidar ilişkilerinin içerisinde olduğunu söyledi. Parlak “Edindikleri rol ve yarattıkları tehdit sanılanın oldukça ilerisinde” dedi.

Menzil şeyhi Abdulbaki Erol’un cenazesine devletin en üst kademesinden taziye mesajları geldi, cenaze törenine katılan yöneticiler oldu; THY ek seferler yaptı. Cenaze görüntüsü size ne anlattı?

Geçtiğimiz yıl haziran ayının sonunda İsmailağa’nın Şeyhi Mahmut Ustaosmanoğlu’nun cenazesine binlerce kişinin yanı sıra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, pek çok siyasetçinin ve bürokratın katıldığına hatta onların önünde yeni şeyhin atandığına tanık olduk. Bu yıl ise benzer bir tabloyu Menzil Tarikatı Şeyhi’nin ölümünde adeta bütün devlet kurumlarının seferber edildiği, Adıyaman’ın olağanüstü hal ilan edilmişçesine teyakkuza geçtiği bir cenaze töreniyle yaşadık. İktidar partisinden muhalefet partilerine, çeşitli devlet kurumlarından sermaye gruplarına hatta sivil toplum kuruluşlarına pek çok kurum ve kuruluşun taziyeler yayımladığı bu cenaze törenleri ile tarikatların ve cemaatlerin siyasetle ve ondan da önemlisi tüm toplumsal alanda iç içe geçen ilişkisi normalleştirilmek isteniyor. Hatta bu normalleştirme süreci kamusal alanda açık destekle tezahür ediyor. Tarikatlar ve cemaatler bugünün Türkiye’sinde sanıldığından çok daha fazla iktidar ilişkilerinin içerisindedir. Dolayısıyla bu tablonun tanığı olmak tarikatların ve cemaatlerin yalnızca çok değerli haberlerle açığa çıkarılan cinsel taciz, erken yaşta evlilik, Kur’an kurslarında yaşanan şiddetin de çok ötesinde sermaye-devlet-toplum üçgenindeki kritik destekleriyle ve bu üçgendeki konumları nedeniyle her gün konuşulması, tartışılması gerektiğini hatırlatıyor bizlere.

"SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ OLARAK GÖRÜLEMEZLER"

Türkiye tarihinde tarikatların ve cemaatlerin devlet ile ilişkileri hep vardı ancak bu dönemi farklı kılan ne? Bu iç içelik neden bu kadar görünür?

Elbette, tarikatlar ve dini cemaatler ne yalnızca Türkiye’de varlığını bildiğimiz örgütler ne de bir anda AKP döneminde ortaya çıktı. Cumhuriyet tarihi boyunca bu örgütlenmeler varlıklarını devam ettirdi. Bugün hâlâ 1925 yılında çıkarılan yasa geçerliliğini koruyor, ancak hukuki bir kısıtlama fiili olanı engellemediği gibi açık destek sunmayı da sınırlamıyor. Sonuçta, erken cumhuriyet döneminin laikleşme sürecinde çıkarılan yasalar ya da reformlarla bu örgütlenmeler bir anda yitip gitmemişti, İslamcılığın yalnızca sessizleştiği bir dönemdi. Yeniden gün yüzüne çıktıkları süreci Demokrat Parti dönemine kadar geri götürmek mümkün.  İslamcılığın yeni bir boyut kazandığı bu dönem, Menderes ile birlikte İslam’ın siyasal hayata dahil edildiği, popülist politikalara konu edildiği bir dönem olduğu için önemlidir. ’70’lere vardığımızda Erbakan’ın önderliğinde Milli Nizam Partisi ve Milli Selamet Partisinin siyasal alandaki varlığı siyasal İslam’ın artık kamusal hayata çıktığı bir dönemdir ve bu dönemde tarikatlar ve cemaatler de siyasal partilerle ve devlet aygıtıyla çok daha iç içe örgütlenmeler haline geldi. Tarikatlar dini yapı ve işleyişleri bakımından cemaatlerden farklı olsa da her iki dini örgütlenme de iktidar ilişkilerinden bağımsız birer ‘sivil toplum örgütleri’ olarak görülemez. Bugünün Türkiye’sinde bu örgütlenmelerin ölçekteki payları küçük esnaf, orta ölçekli işletme sahibi olmakla sınırlı değil, artık ithalat-ihracat yaparak uluslararası sermaye piyasasına giren holdingleşmiş yapılardan söz ediyoruz. Dolayısıyla devlet aygıtıyla ve siyasal iktidarla tahmin edilenin çok ötesinde çıkar birliği söz konusu.

Şüphesiz yakın dönemde, özellikle Özal dönemiyle birlikte Türkiye toplumu tarikat şeyhlerini ziyaret eden, onlardan icazet alan, seçim öncesi cemaatlere ziyaretler düzenleyen siyasal parti liderlerinin haberlerine ’90’lı yıllardan beri tanık oluyordu. Fakat, sermaye birikim stratejisinin değişimiyle sosyal devletin tasfiyesi ve ardından tüm kurum ve alanlarda olduğu gibi, kamusal temel eğitim ve sağlık gibi hizmet alanlarının özelleştirilmesi tarikatlara ve dini cemaatlere bekledikleri tarihsel fırsatı sundu. AKP döneminde bu sınıfsal ve dolayısıyla toplumsal ilişkiler gittikçe derinleşti. Bir yandan derinleşen eşitsizlikle birlikte kent yoksulları holdingleşen tarikatların ve dini cemaatlerin sundukları eğitim, sağlık gibi en temel kamusal hizmetlere daha fazla ihtiyaç duydu. Diğer yandan kamu kurumlarında işe ve aynı zamanda itibara ihtiyaç duyan emekçi sınıflar ve kent yoksulları için bu yapılar birer örgütlenme, bir cemaate dahil olma alanına dönüştü. Diğer bir deyişle, devletin özelleştirmelerle, neoliberal politikalarla eğitim ve sağlık gibi birçok temel alanda gitgide geri çekilmesi, ‘hayırsever’ dernekler ve vakıflar gibi görülen tarikatlar ve dini cemaat yapılanmalarını gittikçe kitleselleştirdi.

"BİRÇOK ALANDA YER BULMA SAVAŞI VAR"

15 Temmuz sonrası Gülen Cemaati tasfiye edildi ve boşaltılan alanlara çeşitli tarikatlar ve cemaatler yerleşti. Bu durum nasıl tehlikeler barındırıyor?

Gülen Cemaati AKP iktidarının kuruluş sürecinde hegemonik güç ilişkilerinin ortağıydı. Ancak ne zaman ki bu çıkar birliği bozuldu, Gülen Cemaati yerinden edildi. Bugün Gülen Cemaatinin gittiği yerde boşluğunu doldurmak bu tarikatlar ve cemaatler arasında büyük bir mücadele alanı. Karşılıklı bir çıkar birliği söz konusu artık, bir yandan çeşitli desteklerle holdingleşen bu yapılar gittikçe kitleselleşiyor, diğer yandan bu kitlesellik siyasete etkisi nedeniyle destekleniyor. Üstelik, tarikatların ve cemaatlerin bu kadar kitleselleşmesi sınıf çıkarları ve sermaye birikim süreci içerisinde yükselen yapılanmaları devlet aygıtı içerisinde rahatlıkla yer edinmelerine imkan verdi. Bugün Türkiye’de pek çok tarikatın ve dini cemaatin aslında kamu kurumlarında örgütlendikleri bilinen bir gerçeklik. Yargıda, sağlık kurum ve kuruluşlarında, akademide bu yapılar arasında yer edinmek açısından adeta bir yarış var.

Peki Menzil nasıl bir yapılanma içerisinde?

Tarikat Şeyhi Abdülbaki Erol’un ölümü ardından düzenlenen cenaze töreni ve yayımlanan taziye mesajlarıyla yeniden gündeme gelen Menzil tarikatı 1997’de kurulan Semerkand Holdingin sahibi ve holding bünyesinde 17 ayrı şirketi barındırıyor. Ayrıca tarikatın desteği ile 2005 yılında İstanbul’da KOBİ statüsündeki sermaye gruplarının oluşturduğu Tüm Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜMSİAD) 81 ilde üyesi bulunan ve temel hedefi ihracattaki payını arttırmaya çalışan bir ağa sahip. Tarikat aynı zamanda uluslararası ve ulusal düzeyde eğitimden sağlığa, turizmden kültüre kadar pek çok alanda faaliyet gösteren Semerkand Vakfını kurdu ve bu vakfın paydaşları arasında ülke genelinde izin almadan yardım toplayabilen Beşir Derneği, sermaye örgütü TÜMSİAD, Uluslararası Semerkand Kültür ve Eğitim Derneği bulunuyor. Bir diğer paydaş olan Gençlik Eğitim ve Kültür Konfederasyonu (GENÇ-KON) ise 35 anaokulu, 50 gençlik kulübü, 18 kız kulübü, 13 ortaokul hafızlık kursu, 10 İkbal kız Kur’an kursu ve 10 Mostar Nazenin öğrenci yurdu ile seküler eğitim ve kültür alanına alternatif biçimde yaygınlaşıyor. GENÇ-KON’un fetih ve gençlik buluşması, Kur’an kursu yarışmaları, erkek öğrencilere yönelik kış kampları gibi projeleri ve faaliyetleri sürüyor. Menzil tarikatı şeyhinin üç oğlu arasında bölünen şeyhlik makamı aslında tüm bu sermaye birikimini kimin yöneteceğine odaklanıyor. Devletin temel hizmet alanına giren eğitim, sağlık, kültür gibi alanlarda Menzil tarikatı gibi pek çok cemaat ve tarikatın olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bütün hegemonik güç ilişkilerinin odağında olduklarını anlamak zor değil. Bu nedenle edindikleri rol ve yarattıkları tehdit sanılanın oldukça ilerisinde.

"TARİKATLAR SAĞCI KANATLA HEP ÇIKAR BİRLİĞİ İÇİNDE OLDU"

Menzil Şeyhi Abdulbaki Erol’un ölümünün ardından sadece iktidar partisi mensuplarından mesajlar gelmedi. DEVA, Gelecek gibi kendisini muhalefette gören partiler de taziye mesajları yayımladı. Bunu nasıl yorumlamak lazım?

Bu taziye mesajlarını yüzeysel birer destek mesajı olarak görmemek gerek. Sözünü ettiğim gibi, tarikatlar ve cemaatler Türkiye’de tarihsel olarak milliyetçi, muhafazakar ve İslamcı sağcı kanatla karşılıklı destek ve çıkar birliği içerisinde oldu. Bu yapıların bugünkü kitleselliğine ve konumlarına ulaşmalarına geçmişte ya da şimdi su taşıyan tüm aktörlerin pastadan pay alma yarışları sürecektir. Bunun Meclisin iktidar partisi veya muhalefet partisi koltuklarında oturuyor olmakla bir ilgisi yok maalesef.

"LAİKLİKLE AÇIK BİR MÜCADELEYE GİRİŞİLMİŞ DURUMDA"

Özellikle son birkaç yıldır ‘Türkiye’nin büyük bölümü muhafazakar ve ona göre hareket etmek lazım’ tezini özellikle bazı muhalefet partilerinin temsilcilerinden duyuyoruz. Hatta adaylıkların da bunun üzerinden şekillendiğini, tartışıldığını görüyoruz. Bunun bir gerçekliği var mı? Bu tartışmalar siyaseti ve toplumu nasıl etkiliyor?

Tarikat ve cemaat gibi dini örgütlenmelerin gittikçe derinleşen rolleri Anayasa’da laik bir devlet olduğunun yazılmasının veya kanunlarla bu örgütlenmelerin yasaklanmasının yetersizliğini ortaya koyuyor. Aksine gittikçe İslamileştirilen toplumda bu örgütlenmeler içerisinde yer almanın desteklendiği ve bu desteğin açıkça kamusal alanda bir cenaze töreninde de sunulduğu günlerin tanığıyız. Laik bir devletin, seküler bir yaşamın garantörü olduğu tarafsızlığın değil, aksine bizzat taraf olduğu bir aşamadayız. Daha açık bir ifadeyle, düşünün ki, holdingleşen ve şirketleşen, sermaye birikimine sahip olan bir yapılanmanın iktidar blokundan ve bu örgütlenmelerin sunduğu hizmetlere ihtiyaç duyan kitlesel toplumsal bir tabandan söz ediyoruz. Bu Türkiye’nin eksik olan laiklik yörüngesinin tamamen kaydığı hatta aksi biçimde laiklikle mücadeleye girişildiğini ortaya koyuyor.

Üstelik, bu toplumsal ilişkilere dayanarak Türkiye’nin yüzde 99’unun Müslüman olduğu ya da muhafazakar bir toplum olduğu iddia ediliyor ve muhalefetin de buna dikkat ederek çalışmalar yürütmesine dair tezlere rastlıyoruz. Oysaki sosyalist siyasetin yörüngesi ‘Cemaatleri kapatacağız’ demenin ötesine geçmelidir. Bu dini örgütlenmelerin hukuki olarak yasak olmalarına rağmen her geçen gün İslamileştirilen toplumda edindikleri konum oldukça açık. Dolayısıyla, sosyalist siyaset AKP iktidarı ve Erdoğan rejimiyle yapılan düzenlemeleri, verilen ihaleleri, yerel yönetimler aracılığıyla sağlanan destekleri açığa çıkarmaya devam etmelidir. Yalnızca ulusal basına ve kamuoyuna yansıdığı kadarıyla bilinen çocuk istismarlarının, kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmesinin, dini eğitim adıyla yaşanan şiddetin normalleştirildiği düzene karşın bilime ve laik eğitime duyulan güveni arttırmaya odaklanmalıdır. Tarikatların ve cemaatlerin o güç ilişkilerinde sivil toplumcu görünüm ile sundukları ‘hayırsever’ hizmetlere ve bunlara dar gelirli geniş kesimlerin duydukları ihtiyaçları bu toplumun özgül koşullarını görerek değiştirmeye yönelmelidir. Aksi durumda, siyasetin gündeminde olmayan laikliğin bir toplumsal ihtiyaç olduğunun görülmesi sınırlı bir taban bulmaya devam edecektir. 

ÖNCEKİ HABER

Rusya, Ukrayna tahıl limanını vurdu

SONRAKİ HABER

Foça Tarih ve Doğa Talanına Hayır Platformu: Kaçak yapıların yıkım kararı uygulansın

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa