19 Temmuz 2023 04:42

Önder KARATAŞ
Antakya

“Burada evler, Amerika’ya göç edemeyen bir İtalyan işsizinin umutsuzluğuna benzer.”
Nâzım Hikmet

Tarihte yerle bir olan ilk şehir değildir Antakya. Hatta kendi bile yedi defa yerin yedi kat dibine gömülerek her defasında kendi doğumuna tanıklık etmiştir. Bu doğumlar mümkündü hep. Zira bugünden bakınca modern çağ öncesi yatay şehir gerçekliğine yaslanarak doğrulmak daha mümkündü. Bugün şehir ne kadar dikeyse yıkım o kadar büyük oldu. Doğrulmaksa yaslanacak dayanakları üretmeyi zorunlu kılıyor. Neredeyse bir insan gibi!

Yollar da sözcükler gibi anlamını yitirir mi? Bir yolun varacağı bir mekan yoksa anlamını koruyamaz ki. Anlam dediğimiz şey tamamlanmış bir gerçekliğin bütünlüğünü koruduğu ölçüde süreklileşir. Ne bir fazla ne de bir noksan. Antakya bu sürekliliği kaybetti. Çok sürmedi bu can çekişme. Bir buçuk dakika ya var ya da yok. Neredeyse bir insan gibi!

Bu depremde sağ kalanlar, sığındıkları üstü tozlu çadırlarından çıkıp bir alanda toplandılar. Kalabalığın önünde duran delikanlı öfkeliydi.

-Biz dilenci değiliz! Yardım dağıtırken bizim insan olduğumuzu unutmasınlar!   

Lacivert gök altında bir kadın, kasketi başında duruyor gündüzden.

-Bizi yıkılmış evimizin bahçesinden koparmak istiyorlar. Domates, biber fideleri bakım ister. Yer gök yıkılsa buradan gitmeyeceğiz!

Neredeyse bir şehir gibi!

Su sorunu.

Koskoca devlet aygıtı yerel ve merkez iktidarıyla su kaynağının başına bağdaş kurmuş bir şehri susuz bıraktı! Haberlerde su kuyruğu fotoğrafları, bekleyenler kadınlar ve çocuklar en çok.

Kolay mı bu sıcak ve toz içinde yaşamak?

Neşeyi korumak. Antakya kalmak? Tabii bu neşeyi önce yeniden üretmek gerek.

Konuşmak istiyor insanlar. En çok da kadınlar! Konuşmayan insan zamanla ölür. Duymayan insansa zamanla düşünme yetisini kaybeder.  Düşünmek, sese ihtiyaç duyar. Sonsuz sessizlik, sonsuz bilinç kaybıdır.

Çocuklar, neşesini ve oyunlarını çadırdan artakalan alanlara taşımış. Mahalledeki ev komşuluğu çadır komşuluğuna dönüşmüş. Bir çeşit felaket yoldaşlığı olmalı bu.

Antakyalı Şair Dolunay Aker, depremin ilk günlerinde bir dondurma şemsiyesinin altına sığındığını anlatıyor. Şairdir, düşünmeden edemiyor; bu şemsiyeyi üretenler tedarik zincirinin bu halkasını hesaplamış olamazlar! İnsan, anladıkça daha az sözcük kullanır. Anlam, güçlendikçe fazla sözcüklerden arınır önce. Şair, çok uzatmıyor anlatımını.

Cadde kenarlarına ışık veren evler, demirinden ayrışarak kamyonlarla moloz döküm alanlarına ve hurda geri dönüşüm tesislerine taşınıyor. Sökülmüş bir diş yeri gibi kanıyor toprak. Zira ihale edilmiş bir yıkımın para eden bir yanı bulunur. Deprem ihale edildi çoktan.

Çocukları astımlı bir kadın anlatıyor; taş ocağı köyümüzün hemen üzerinde. Eriklerimiz, incirlerimiz meyve vermiyor artık. Yirmi yıldır tepemizde başka bir deprem. Ciğerlerimiz toz dolu. Ağaçlarımız soluk alamıyor.

İncir ve erik gölgesine sığınıyoruz. Arkada boğma rakı kazanı. Kendi söküğünü dikmek dedikleri bu olsa gerek. Söz dönüp dolaşıyor. Değil deprem, değil tufan!

Yer de yarılsa, gök de yıkılsa buradayız!

Evrensel'i Takip Et