Zam tartışmaları ve mücadele arayışı
Zamların kapitalizmle ilişkisi ve bunun devletle bağı günlük hayatta görünen bir şey olsa da işçiler arasında anlaşılır olması için bütünlüklü ve sürekli bir tartışmaya ihtiyaç var

Fotoğraf: DHA
Meryem ELATAŞ
Başkent OSB’den bir işçi
Yaklaşık bir haftadır vergilerle başlayan zam yağmurları özellikle işçi ve emekçiler arasında yürütülen tartışmaların ana gündemi haline geldi. Çalıştığım fabrika açısından da durum böyle. Daha çok gençlerin çalıştığı fabrikamda seçimlerde AKP’ye oy verenler çoğunluktaydı.
Bir grup işçinin helallik üzerinden tartışmalarına denk geliyorum. Bu seçimlerde Erdoğan’a oy vermiş hatta sandıkta görev almış biri, “Yahu vallahi pişmanım, yalan söylemeyeceğim. Ama hadi sen söyle kime verseydim?” diye yanındaki gençlere derdini anlatıyor. Şakalaşarak da olsa haklarını helal etmeyeceklerini söylüyorlar. Pişmanlıklarını dile getiren ya da bunu dile getirmeye cesaret eden işçiler açısından, “Başka oy verecek kimse yoktu” serzenişi başkasına oy verenler açısından da geçerli bir soru. “Ya bakma şakalaşıyoruz ama bence de kim gelse biz bu zamları görecektik” karşılaştığım yorumlardan.
"ZAMLARA ÖFKE SÜRÜYOR"
Zamların öfkesi hızlı bir şekilde şakalaşmalarda yerini alıyor. “E sen de evlenmeye bak bir an önce. Yoksa artık evi de arabayı da rüyanda görürsün”, “Abartmayın canım ne var, zayıflarız işte” gibi durumu tiye alan yorumlar hemen her sohbetin içerisinde var. Ancak öfke hâlâ çok sıcak. “Ben daha ne kadar şeyden vazgeçeceğim bilmiyorum” cümlesi kimi yönleriyle bireysel bir kurtuluş yöntemi bulma çabasını yansıtsa da öfkeyi gözler önüne seriyor.
Bir başka karşılaştığım grup ise çalıştıkları şirketin zamlardan ne kadar etkileneceğini, kârdan ne düzeyde zarar edeceklerini hesaplayan işçiler. Mazot zammıyla birlikte servis sayısının azaltılacağı, yemekhanede kısıtlamaya gidilebileceği, işçiye verilecek zammın da bu sebepten etkilenebileceği konuşuluyor. Öfkeyle söze giren genç bir işçiye denk geliyorum: “Kardeşim siz de iyice delirdiniz. Burada üretilen bir ürün bizim maaşımızın iki üç katı. Biz kaç tane üretiyoruz burada? Servisi azaltsa yakın yerlerden bu kadar çalışan bulabilecek mi? Onların sattıklarına da zam geliyor sonuçta...”
İŞÇİ KENDİSİNİ ÖZNE OLARAK GÖRMÜYOR
“Zaten o zaman kıyamet kopar burada” yorumunda bulunuyor bir başkası. Hemen her sohbet bu şekilde ilerliyor. Önce kurulan felaket senaryoları, ardından “Artık millet ayaklanır” yorumları geliyor. Kimisi başka ülkelerdeki ya da şehirlerdeki direniş örneklerini veriyor. Ama temelinde hâlâ somut adımdan öte bir beklenti havası var. “Biz sendika sokalım dediğimizde çevremizde 30 kişi kaldı. Burada kimse kimseye güvenmez. Ben de öyle” şeklinde güvensizliğini dile getirenler de oluyor. Ama bu tabloda asıl dikkat çeken nokta, bir isyan ya da direniş beklentisinde olan çoğu işçinin kendisini özne olarak görmemesi. Ya hâlâ “Kimse ayaklanmadı” diye başkasını suçluyor ya da birlikte mücadeleyi ideal ama ulaşılmaz olan olarak yorumluyor.
Örneğin AKP’ye oy vermiş bir işçi, “Biz ne zaman sorgulamayı bırakan bir millet olduk. Bu insanlara her şey müstahak” yorumunda bulunabiliyor. Bununla birlikte “Fırsatçılık” ya da “Neden oluyor anlamıyorum” gibi yorumlar zamlar ile kapitalizm ve AKP iktidarı arasındaki ilişkinin henüz büyük ölçüde kavranamadığını da gösteriyor. “Kime verseydim oyumu, her gelen böyle zam yapacaktı” gibi soruların da cevabını taşıyan bu ilişkinin işçiler arasında daha tartışılan, anlatılan bir düzeye getirilmesi bu yüzden hâlâ büyük önem taşıyor.
KAPSAMLI BİR TARTIŞMA İHTİYACI
Zamların kapitalizmle ilişkisi ve bunun devletle bağı günlük hayatta görünen bir şey olsa da işçiler arasında anlaşılır olması için bütünlüklü ve sürekli bir tartışmaya ihtiyaç var. Örneğin ücret ve fabrika kazancı üzerinden konuşulan eşitsizlik, daha fazla zam talebiyle kısıtlı kalıyor ya da fabrika ortaklarını bilen, anlaşmaları takip eden bir işçi buna rağmen değerlendirmelerini özel sektör ve devlet olarak iki farklı şekilde konumlandırıyor. Yani artan zamlar ve hayat pahalılığının, kapitalizmin açmazlarından kaynaklandığı görünmüyor ya da kısıtlı taleplerle şekilleniyor. Kapitalizmin işçinin en temel demokratik haklarına elinde var olan tüm ilişkileriyle saldırdığı bir tabloda yürütülen tartışmaların ekonomik düzeyde kalması işçiye bildiğini anlatmaktan öteye geçmiyor. Bu yüzden karma eğitime yapılan saldırıdan, kadınların sosyal hayat ve çalışma hayatından geriye çekilmesine, devlet ile patronların işçilere karşı sömürü politikalarını nasıl uyguladığına kadar kapsamlı bir şekilde tartışma yürütmediğimiz sürece hem hak kayıpları artacak hem de mücadele örnekleri sınırlı olacaktır.
Evrensel'i Takip Et