20 Temmuz 2023 15:30

“Korku Ruhu Kemirir”: Çizilen sınırların sonu nerede?

Fassbinder burada Alman işçilerle göçmen işçiler arasında bir uzlaşma sağlanamayacağını söyler. Fakat bizim değiştirilemezmiş gibi gösterilen yaşam tarzının değiştirilebileceğini bilmemiz gerekiyor.

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Elif Sude AKINCI

İTÜ

 

2. Dünya Savaşı öncesi Almanya’da Nazilerin iktidara gelmesi, birçok yönetmenin ülkeyi terk etmesine ve Alman sinemasının suskunluk dönemine girmesine sebep oldu. Hitler iktidarı boyunca sadece faşist estetikle stilize edilmiş propaganda filmleri çekildi. 2.Dünya Savaşı’ndan sonraysa Almanya’ya uygulanan ekonomik yaptırımlar nedeniyle sinema endüstrisi yeterince gelişemedi ve ülke pazarında Amerikan filmleri baskın hale geldi. Savaş sonrası dönemde sinema, genç sinemacılara göre Nazi dönemi anılarının ve suçlarının bastırılmasını sağlamakta, bir kaçış işlevi görmekteydi.

1962’de Oberhausen Kısa film festivalinde “Babamızın sineması öldü.” sloganıyla eski sinemanın bittiğini ve yeni sinemaya şans verilmesi gerektiğini söyleyen bir grup genç sinemacı Oberhausen Manifestosunu imzaladı. Bu manifestoyla ülkenin toplumsal hafızasında geri plana ittiği Nazi geçmişiyle ve toplumla yüzleşmeye çalışılan filmlerin yapıldığı Yeni Alman Sineması dönemi başlamış oldu.

“O sıra ebeveynlerimizin Almanya’yı yeniden kurmak ile ilgilendikleri için bize pek vakit ayıramadılar.” diyen Reiner Werner Fassbinder de savaş sonrasında doğan, Almanya’nın politik ve ekonomik olarak yeniden yapılanma sürecinde büyüyen biri olarak bu dönemin en önemli ve en üretken temsilcilerinden biriydi. 37 yıllık yaşamına 40’tan fazla film sığdırdı. Nazi iktidarından kaçıp Hollywood’da sığınan, orada kendi sinema diliyle Hollywood’u dönüştüren bir sinemacı olan Douglas Sirk’ün melodramlarından etkilendi.

ALİ GÖÇMENLİĞİN TA KENDİSİ

Bütün saadetlerin mümkün olmayacağını peşin peşin söyleyen Fassbinder, “Mutluluk her zaman keyif vermez.” sözüyle açılan Ali: Korku Ruhu Kemirir filminde de külliyatının geri kalanında olduğu gibi melodram ikonografisinin altını üstüne getirerek türü politikleştirir ve aşkı da hem sınıfsal hem de politik bağlamda masaya yatırır. Buradaki aşk, bir zamanlar kendi deyişiyle “herkes gibi” Hitler’in partisinin bir üyesi, 60’lı yaşlarını çoktan geride bırakmış, yalnız yaşayan bir temizlik işçisi olan Emmi ile daracık odalarda diğer insanlarla tıkış tıkış kalan, boş vaktini evinde hissetmek için arkadaşlarıyla Arap müziklerinin çaldığı, geleneksel duvar halılarıyla süslü bir barda geçiren 40’lı yaşlardaki Faslı bir misafir işçi olan Ali arasında geçer. Ali, yağmurda ıslanmamak için bara sığınan Emmi’yi arkadaşlarının ısrarı üzerine dansa kaldırır. Dans ederken yaptıkları kısa sohbette birbirlerine önyargısız yaklaşırlar ve ikisi de bu sohbetten çok memnun kalır. Kısa sürede birbirilerinin vahası haline gelirler ve evlenmeye karar verirler. Ancak, artan işsizlik ve ekonomik kriz sonrası Ali’nin de mensubu olduğu bu ısmarlama ve göçmen proleterlerin, Alman proleterlere rakipmişçesine hedef gösterilmesiyle yükselen ırkçılık, bu evliliği de sınamaya başlayacaktır.

Filmin ilk yarısı toplumun dışına itilmiş bu iki karakterin her şeye rağmen “Biz birlikte güçlüyüz.” diyerek sürdürdükleri dayanışma ve toplumda bir yer edinme mücadelesiyle geçer. Evlendiklerini açıkladıkları zaman Emmi’nin çocukları öfkeden deliye döner, mahalle bakkalı onlara bir şey satmak istemez, sırf göçmen bir işçiyle evlendi diye iş arkadaşları Emmi’yi dışlarlar. Komşuları, Ali geldi diye apartmanın kirlendiğini düşünürler, kendi güvenliklerinden endişelenirler ve müziğin sesi azıcık yükseldi diye de polis çağırırlar. Hikâyenin 70’ler Almanya’sında geçmesi bugün yaşanılanlar açısından bir farklılık oluşturmaz. Yakın zamanda Fransa’da Cezayir asıllı Nahel’in polis tarafından öldürülmesi, Türkiye’de kışkırtılan göçmen nefreti de bunu kanıtlar niteliktedir.

HER ŞEY DEĞİŞTİ AMA NASIL?

Filmin ikinci yarısı, bu durumdan oldukça bıkmış ikilinin “Geri döndüğümüzde her şey değişmiş olacak.” diyerek çıktıkları tatilden dönmeleriyle, gerçekten de her şeyin değişmesini anlatır. Bu durumdan çıkar sağlayabileceklerini fark etmeleri üzerine çevreleri de bu durumu kabullenir. Örneğin, oğlu Emmi’den çocuğuna bakmasını, komşuları Ali’den oldukça ağır mobilyaları taşımasını ister. Mahalle bakkalı da Emmi ve Ali devamlı müşterisi oldukları için bu evliliğe razı olur. Yalnız çevreleri değil, Emmi ve Ali de bu süreçte değişime uğrar. Başlangıçta söz konusu bile olmayan kültürel farklılıklar ilişkide kırılma yaratır. Emmi’nin, Ali’nin vücudunu egzotik bir hayvanmış gibi komşularına sergilemesi ve Ali’nin kuskus istemesi üzerine Emmi’nin “Almanlar kuskus yemez.” demesi üzerine evi terk eden Ali kendini bir başka kadının kollarına atar, Emmi ise kapı pervazlarına hapsolur.

Yeniden bir araya gelip dans ettikleri sırada Ali’nin birden yere yığılması üzerine hastaneye giderler. Doktor, Ali’nin yaşadıkları stres yüzünden göçmen işçilerde oldukça sık rastlanan mide ülserine yakalandığını, tedavisin ise bulunmadığını, ameliyat olsalar bile 6 ay sonra hastalığın tekrar edeceğini söyler. Fassbinder burada açıkça, mevcut koşulların asla böyle bir birlikteliğe izin vermeyeceğini, Alman proleterlerle göçmen proleterler arasında bir uzlaşma sağlanamayacağını, koşullar oluşsa bile tekrar bozulacağını söyler. Fakat bizim, filmin iddia ettiğinin aksine, toplumun ruhuna işlemiş ve değiştirilemezmiş gibi gösterilen fakat aslında yapay bir şekilde oluşturulan yaşam tarzının değiştirilebileceğini; ulus, dil vb. farklılıkların ötesinde, tek bir anadan doğmuşçasına yaşayabildiğimiz bir dünyayı yaratmak için hep birlikte mücadele etmemiz gerektiğini bilmemiz gerekiyor.

ÖNCEKİ HABER

Körfez turu | CHP'li Karabat: Kamu ve özel sektör şirketlerini satmak için pazarlık yapıldı

SONRAKİ HABER

Yıkılan Buca Cezaevi arazisinin Rezerv Yapı Alanı ilanına yürütmeyi durdurma kararı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa