21 Temmuz 2023 03:25

"Gazetecilik bir temas ve mesafe mesleğidir"

Gazeteciler ve siyasetçiler arasındaki çizgi nerede olmalı? Gazeteciler Gökçer Tahincioğlu, Çiğdem Toker ve Nurcan Gökdemir gazeteciliğin bir “temas ve mesafe” mesleği olduğu söylüyor.

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Gözde TÜZER
İstanbul

Siyasetçilerin açıklamaları, parti içi tartışmalar, politik gelişmeler… Gazetecilerin mesleklerini yaparken en çok takip ettikleri konu da ister istemez siyaset. Ancak en fazla sorun da burada çıkıyor. Zira kimi gazeteciler siyasetçi gibi hareket ediyor ve siyaseti dizayn etme noktasında kendilerine pay biçiyor. Kimi siyasetçiler de gazetecilere, mesleklerini nasıl yapacaklarını öğretmeye çalışıyor. Peki gazeteciler ve siyasiler arasında nasıl bir çizgi olmalı? Gazeteciler Gökçer Tahincioğlu, Çiğdem Toker ve Nurcan Gökdemir cevapladı. 3 gazeteci de gazeteciliğin bir “temas ve mesafe” mesleği olduğu konusunda hem fikir.

Özellikle Ankara’daki kulis haberlerinde yakından tanık olduğumuz bir durum var. Kimi gazeteciler siyasetçi gibi hareket ediyor ve siyaseti dizayn etme noktasında kendilerine pay biçiyor. Kimi siyasetçiler de gazetecilere, mesleklerini nasıl yapacaklarını öğretmeye çalışıyor. Gazeteciler ve siyasiler arasında nasıl bir çizgi olmalı?

ÇİĞDEM TOKER: Gazeteciliğin o bilinen tanımla “temas ve mesafe” mesleği olduğunu söyleyerek başlamak gerekiyor. Gazeteciler olarak işimiz gereği herkesle görüşebiliriz; haber için, soru sormak, teyit almak için. Ama ideal olan, bu görüşmelerin haber amacıyla sınırlı kalması. Haberin amacı da toplumun sorunlarını dile getirmek. Fakat bugün bazı sahalarda gazeteciler ile haber kaynağı konumundaki kişi ve kurumlar ile olan ilişkiler epeyce mesafesiz, ahbap çavuş ilişkileri haline geldi.

O kadar ki bu prensibi yeri geldiğinde hatırlatmak “etikçilik” diye ucuzlatan bir sıfatla anılıyor. Hatta bizzat gazeteci olarak bilinen kişiler kullanıyor bu sözü. Bu kavramın içini boşaltıp bu özeni gösteren gazetecilerle dalga geçiyor sözüm ona. Ama asıl dert, kendi mesafesizliklerine meşruiyet kazandırmak.

Sorun biraz da gazeteciliğin temas ve mesafe mesleği olduğunu anlatacak, hatırlatacak bir mesleki ortamın iyice zayıflamış oluşunda.

GÖKÇER TAHİNCİOĞLU: Öncelikle sanırım doğru adlandırmak lazım. Kulis haberciliği bir partiye angaje olmak, o partinin taraftarı gibi davranarak yakınlık kurup bilgi almak anlamına gelmiyor. Bu anlamda kulis haberciliği gibi gazetecilik açısından pozitif bir kavramın, sorunlu bir durumun tarifinde kullanılması da sıkıntı yaratıyor. Elbette Ankara gazeteciliğinin önemli bir parçası kulis haberciliği ve parti muhabirliği. Gazetecilik de bir temas-mesafe mesleği. Temas ve mesafe sınırını ayarlayamazsanız bir süre sonra sadece istenileni yazan, belli konuları yazamayan bir gazeteciye dönüşürsünüz. Parti içi tartışmaların tarafı haline gelirsiniz ve artık gazeteci kimliğinizden çok, bu yanınız görünmeye başlar. Bir süredir, batıda kullanılan bazı kavramlardan hareketle, "Muhalif gazetecilik" gibi bir kavram kulanılıyor. Oysa Türkiye'de zaten yeterince sorunlu kavram var. "Alternatif medya", "ana akım medya", "özgür medya", "muhalif medya".... Bütün bu kavramlar aslında siyaseten nerede durduğunuzu göstermek dışında, gazetecilik açısından size pek de bir şey katmıyor. Herkes eleştirdiğine dönüşmeye, belli konuları yazıp, belli konuları haber çemberinin dışarıda tutmaya başlıyor. Kutsallarla örülü alanlar oluşturuluyor. Oysa temel amacımız etrafına duvar örülen o alanı olabildiğince genişletmek olmalı. Ancak bunun çok gerisindeyiz. Özellikle kutuplaşma politikasının etkileri, gazeteciliğin alanının çok daraltılması, gazetecilerin haber yapacak mecra bile bulmakta zorlanmaları hakikat. Gazetecilerin demokrasi mücadelesi verme zorunlulukları da bulunuyor. Bütün bunların yanında bir de sosyal medyayı çok etkili kullanan ve etki alanını daha da genişletmek isteyen bir gazeteci grubu var. Bütün bu unsurlar, özellikle seçim öncesi aşırı politikleşmiş bir toplum da söz konusu olduğu için, sorunlu görüntülere yol açtı. Bazı meslektaşlarımız yorum ve eleştiri sınırını aşarak, partilerin politikalarını belirlemeye koyuldu. Bunda elbette "muhalif medya" olarak adlandırılan kanalların, sitelerin işleyiş tarzının da etkisi var. Habere değil yoruma öncelik veren, çok yetenekli gazetecileri yorumculuğa sıkıştıran, haber merkezlerinden uzak duran bu yapı, doğal olarak belli partilere odaklanılmasına yol açtı. Temas ve mesafeyi ayarlayamadığınız bir ortamda, siz siyasetçilere, siyasetçiler size müdahale etmeye başlar. Seçimden sonra aslında bu tarzın iflas ettiğini de net biçimde gördük. Kendi taraftarına propagandadan öteye gidemeyen, retorik ağırlıklı bu yöntemin yerini haberin, haberciliğin alması gerektiği görünüyor. Bunun için çabalayan, büyük haberler üreten ve bu mecralarda çalışan meslektaşlarımız da emek gösteriyor. Haklarını yememek lazım. Ancak eleştirdiğine benzeme sorunsalını tartışıp, gazetecilerin kendi sahasına dönmesinde fayda var.

NURCAN GÖKDEMİR: Bu tür sorulara her muhatap olduğumda, deneyim aktarmak istediğimde ya da mesleğin yapılma şekline ilişkin karşımdakini uyarma gereksinimi duyduğumda hatırlattığım bir söz vardır. Le Monde’un kurucusu Hubert Beuve- Méry’nin “Gazetecilik bir temas ve mesafe mesleğidir” sözleri… Tüm meslek yaşamım boyunca aklımdan çıkartmadığım bu söz aslında hangi alanda görev yaparsanız yapın gazetecilik mesleğinin nasıl yapılacağının da tarifidir. Haber kaynağınızla kurduğunuz ilişkide gerektiği kadar yakın ve gerektiği kadar mesafeli olursanız siz işinizi o kadar doğru bir çerçevede yapıyorsunuz demektir.

Bu sorudaki temel dinamiğiniz, uzun süredir gazetecilik yapma şeklini belirleyen, özellikle de 14/28 Mayıs seçimleri öncesinde ve sonrasında ortaya çıkan örnekler sanıyorum. Öncelikle medya “iktidar yanlısı ve muhalif” olarak ikiye ayrıldı. Her iki grup da görevlerinin temelde yurttaşlara bilgi vermek, yaşananları perde arkası ile aktarmak olduğunu unutarak, taraftarı oldukları ya da işverenlerinin taraftarı olmalarını istediği grupların mücadelesinin en önemli aparatına dönüştü. Çıplak bilgiyi belli sınırlarda görüş de oluşmasına yardımcı olacak şekilde sunmak yerine, akıl verme, dizayn etme, rehberlik yapma, tehdit etme gibi sayısız örnek yayın organlarının sayfalarında ve ekranlarda sergilendi. Bununla da kalmadı, yalan haberler de fütursuzca yayıldı. Bizzat Erdoğan’ın “montaj” dediği videolar hiçbir uyarıda bulunulmadan yayınlandı, seçimin sonuçlanmasından sonra ekranın şehvetine kapılan bazı anchormanlar ekranlardan parmak sallayarak ana muhalefet partisi CHP’yi dizayn etmeye kalkıştı.

İşinizi böyle yaparsanız siz gazeteci değil, belli çevrelerin elemanı, halkla ilişkiler görevlisi olursunuz. 

Evet, gazetecilik “temas ve mesafe mesleğidir” dedik. Gazetecinin denetlemek, takip etmek, sonuçta ortaya çıkan haberi yansıtmak görevi vardır. Bunu da geniş halk kesimleri için yapar, bu en önemli kriterlerden biridir. Kaynakla haber alacak kadar yakın ancak ondan etkilenmeyecek kadar uzak bir mesafeyi tutturmak işinizi gereği gibi yapmanızın da temel formülüdür.

"ORADA YAPILAN ARTIK GAZETECİLİK DEĞİL"

Seçimler sonrasında televizyon kanallarından ya da gazetelerden muhalefet partilere parmak sallayan gazeteciler gördük. Bu durumun gazetecilikte bir yeri olabilir mi?

NURCAN GÖKDEMİR: Önceki yanıtta da buna bir ölçüde değindim. Elbette yeri yok, hele de ekranlardan bir genel başkanı indirmek için mücadele edeceğini açıklamak gibi bir görevi asla yok gazetecinin…O zaman size “Profesyonel siyaset yap, kürsüden konuş” derler ki bu çok haklı bir yaklaşımdır. Bir yurttaş olarak elbette ülkede yaşananlar hepimizin yaşamını etkiliyor, elbette siyasi görüşlerimiz var, elbette biz de oy kullanıyoruz. O mikrofon, o ekran, o kalem bizim kişisel mücadele alanımız, araçlarımız değil… Bu söylediklerimden sadece “Olanı basitçe yansıtma görevimiz var” gibi bir düşüncem olduğu izlenimi de çıkartılmamalıdır. O zaman tutanak memurluğu yapmış olursunuz. Bize geniş halk kesimlerinin yaşamını cehenneme çevirenleri n gerçek yüzünü sergileyecek haberlere imza atma görevi düşüyor. Habere yaklaşımınız, çalışacağınız konuyu tercih etmeniz, kaleminizi ustalıkla kullanmanız size inandıklarınızı yansıtmak, halka zarar verenleri engellemek için geniş bir alan sunar elbette. Ustalık, profesyonellik o çizgiyi doğru tutturmakta ve bu çerçeve içine “Sizinle mücadele edeceğim” diye bağırarak parmak sallamak girmiyor kesinlikle. 

GÖKÇER TAHİNCİOĞLU: Orada yapılan artık gazetecilik değil. Bir gösteri söz konusu. İzleyicilerin alkışladığı, sevdiği, sosyal medyada da karşılık bulan bir tarz... Gazetecilik adı altında bu eylemler yapılıyorsa ayrıca tartışabiliriz. Ancak yapılan eylemin adı habercilik, gazetecilik değil. Bu nedenle bu kapsamda eleştirilmesi de bana doğru gelmiyor. Kişisel yorumlarım var elbette ancak yapıyor ve izleniyorsa, bu benimsenmişse yapanlar tarafından, neden yaptığını sormak, sorgulamak bana doğru gelmiyor. Asıl odaklandığım, bu medya kurumlarının ısrarla haber merkezi oluşturmaktan kaçması... Habere ve muhabire önem vermeden ana akıma oturmanız, sizin gibi düşünmeyenler tarafından da izlenmeniz mümkün değil. İnsanların haber alma ihtiyaçları büyük ve Türkiye'de bu alanı çok az kişi ve kurum doldurmaya çalışıyor. Bunun seçime etkisinin olmadığı görüldü ancak sandığımızın aksine bazı insanlar konumundan o kadar da şikayetçi değil.

ÇİĞDEM TOKER: Olamaz elbette. Bir kere kimse kimseye parmak sallayamaz.  Ne gazeteci siyasiye, ne de siyasi gazeteciye. İkisi de olmaz. Yani parmak sallama bir üstünlük, hükümranlık gösterisi ise eğer kimsenin buna hakkı yok. Gazeteciliğin en güzel yanlarından biri muhatabınızla eşit ilişkiye dayalı olmasıdır.

"İKİSİ DE ÇOK KÖTÜ, İKİSİ DE ÇOK YANLIŞ"

Bir yanda muhalefete parmak sallayan gazeteciler bir yanda iktidarın uçağında el pençe divan, sadece söyleneni yazan, soru sormaktan imtina eden gazeteciler… Bunun mutlaka bir arası olmalı, o ara neresi?

GÖKÇER TAHİNCİOĞLU: Gazeteci kimliğini savunmakta ısrar edenlerin bu iki uçta savrulduklarını düşünmüyorum. Söyleneni yazan, soru sormaktan imtina eden, iktidarı savunmakla görevlendirilmiş kişiler, gazetelerde, televizyonlarda çalışsalar da yaptıkları iş aslında bildiğimiz anlamda gazetecilik değil. Bir propaganda aygıtının dizayn ettiği medya ortamında kendine yer edinmiş kişiler ve işlerini yapıyorlar. Bir gazeteci sadece eleştirel aklın temsilcisi olmak zorunda da değil. Ben tüm iktidar yapılarına karşı bu tip bir gazeteciliği tercih ederim ama bununla sınırlı değil. Ancak gazetecinin, asgari olarak gittiği bir haberde bütün unsurları toplaması, nesnel olarak bunu aktarması beklenir. Bu çaba gösterilmiyor, haberin unsurları yok sayılıyor, manipülasyon amaçlı hareket ediliyorsa, bütün bunlar bilinçli yapılıyorsa artık bu yapılana başka bir isim bulmamız gerekiyor. Aynı kriterler muhalefet partilerinden haber ve bilgi verenler için de geçerli. Gazeteciliğin kriterleri belli. Bunun arasını aramak değil o kriterlere bağlı kalmak esas olmalı. Yorumculuk yapabilirsiniz, partili olup yazı yazabilirsiniz, bunlar sizi gazeteci yapmaz zaten. Gazeteciliğin tarifi de bu kadar geniş değil. Haber üreten ve verenlerin, yayına hazırlayanların mesleği bu. Galiba doğruyu bu iki uçta aramak bizi yanılgıya düşürebilir. Pozisyonumuzu kendimiz belirlemeliyiz ve bunun da yolu, yöntemi belli.

NURCAN GÖKDEMİR: Bunun arası yok bana göre, ikisi de çok kötü, ikisi de çok yanlış. Parmak sallamayacaksınız evet ama haber kaynağını kızdırmaktan, üzmekten, zor duruma düşürmekten korkarak soru sormaktan da geri durmayacaksınız. Meslek büyüklerimiz bize gazetecinin gücünün en büyük yansımasının soru sormak olduğunu öğretti. Gazeteci doğru soruyu, doğru kişiye sorabildiği ve bundan geri durmadığı sürece görevini tam olarak yapıyor, demektir. Soru sormamak ya da sadece söylenenle yetinmek bunlar çok yanlış, çok utandırıcı ama bana göre daha utandırıcı bir şey var ki “İstenilen ya da elinize tutuşturulan soruyu sormak”… İşte bu, hiçbir meslek mensubunun yaşamamasını dilediğim bir şey, basın toplantılarını izlerken bunu yapanları görünce hissettiklerim onların adına utanmaktan da öte… Kendisine “Gazeteciyim”! diyen herkes buna direnecek gücü bulmak zorunda…

ÇİĞDEM TOKER:  İktidarın uçağına binmek,  tek başına sorun olmayabilir. Sorun, o uçakta sizin o lidere, yöneticiye istediğiniz soruyu sorup soramadığınızdır. Mesele, amiyane tabirle dekor olmayı kabul edip etmemekte yatıyor.

 “Ara” dediğiniz yer, halk, millet, toplum adına ne derseniz deyin bir kitle adına güç kullananlara, kullandıkları o güçle ilgili soru sorabilme hak ve özgürlüğüdür. Bir gazeteci eğer isterse o soruyu mutlaka sorar.. Bunu soramadığınız, sorarsanız başınıza bir şey geleceğini düşündüğünüz bir yerde gazetecilik olmuyor elbet. Yahut sorulacak soruların telefonunuza gönderildiği, sizin muhabir olarak iradenizin sıfırlandığı bir yerde de yapılan şeyin adı gazetecilik olmuyor.

Gelinen noktada WhatsApp grubuna alınıp çıkarılmanın bir akreditasyon aracı haline geldiği yerde zaten gazetecilik yapılamıyor.

"BU SINIRLAR AŞILMAMALI, AŞILMASINA DA İZİN VERİLMEMELİ"

Son olarak siyasileri de sormak istiyorum. CHP'den 'medya tutum yönergesi' adımı geldi. “Değişim” ve parti içi tartışmaların medya ve kamuoyu önünde tartışılmaması istendi hatta “Gazete röportajları için de hangi sayfada, sayfanın neresinde ne kadar alan olacağı ile ilgili bilgi alınmalıdır” bile denildi. Ama öbür yandan cezaevindeki gazeteciler için “Bunlar gazeteci değil ‘terörist’” diyen bir iktidar var. Siyasetçiler nerede durmalı?

ÇİĞDEM TOKER: Bir siyasi parti, kendi mensuplarından parti içi tartışmaların medya önünde yapılmamasını isteyebilir elbet. Ama ortada yanlış giden işler, tutulmayan sözler, tutarsızlıklar, zerre güven vermeyen bir tablo varsa bunları sormak ve cevap istemek de gazetecinin en doğal hakkı, hatta görevi.

Vallahi her siyasetçi bir gazeteye verdiği mülakatın, sayfada geniş yer almasını ister. Zaman ayırmışsa, o zamanın değmesini diler. Tersi de aynı. Yani muhabir de yaptığı röportajın gazetesine iyi girmesini ister. Aksi düşünülebilir mi?

Ama bir siyasetçi muhabirden, ya da onun kurumundan bu konuda taahhütname isterse bu sınır ihlaline girer.

Bu sınır ihlalinin bence iki nedeni var:

Birincisi: Şimdi konuştuğumuz temel mesele. Yani gazeteci ile siyasetçi arasında (genellemeden söylüyorum) yer yer görülen mesafe kaybı.

İkincisi: Muhalefet kanadında özellikle belli yayın organlarında çok ve sık yer almak konusunda, adı konulmamış bir yarış olduğunu uzun süredir gözlemliyorum. Sanırım görünürlükleri ne kadar artarsa siyaseti de o kadar iyi yapmış oldukları düşünülüyor. Bu da belki onlara genel merkezden güçlenme olarak geri dönüyordur.

Yapılanları anlatmak gerektiği kesin ama görünürlük tek başına iyi siyaset anlamına gelmiyor. Bu sınırlar aşılmamalı, aşılmasına da izin verilmemeli.

GÖKÇER TAHİNCİOĞLU: Sosyal demokrat olma iddiasındaki bir partinin koyduğu sınırları elbette sağ bir partiden daha fazla tartışmak gerekir. Ama birbirine benzemenin başarı getireceğine yönelik garip bir inanç var. Nasıl ki iktidarın gazetecilik faaliyetlerini terörizme sıkıştırma çabasına itiraz ediyor ve gazetecilikte ısrar ediyorsak, tüm partilere, onların koyduğu sınırlara da aynı yöntemle itiraz edebilmeliyiz. Siyasetçilerin durması gereken noktanın demokratik standartlar olması beklenir. Ancak onlar durmuyorlar diye biz bildiğimiz yöntemin dışına çıkacak değiliz. Alan garantili, yer tarifli gazetecilik de olamaz. Buna niyet edenler ve buna karşılık verenler olabilir ama günün sonunda ısrar edenler, bildiği gibi gazetecilik yapmaya devam ederler. 

NURCAN GÖKDEMİR: Her şey o kadar birbirine karıştı ki, o tamamen başka bir konu elbette ama basın yayın organlarının sermaye yapılarının değişmesiyle başlayan, meslek örgütlerinin etkisizleşmesi ile meslek içi dayanışmanın yok olması ile haber kaynaklarıyla güç çevreleriyle ekonomik ya da taraftarlık yandaş ilişkisi kuran kişilerin “gazeteciyim” diyerek ortalıkta dolaşmasıyla devam eden müthiş bir yozlaşma yaşanıyor. Bu salt bizim mesleğimizde değil elbette bütün toplumda bunu gözlüyoruz.

Bir iktidar suç işliyorsa bunu topluma yansıtanı düşman olarak görür elbette, tabii ki “terörist” der, tabii ki cezaevine atarak susturmak ister. Korkuyorsa bir güç odağı, deşifre olmaz istemez saldırır, bugün yaşananlar da bunun yansımaları. Cezaevleri gazetecilerle dolu, dövülenler, tehdit edilenler, işi elinden alınanlar, binlerce meslektaşımız güç günler geçiriyor. Ama bu suçlamaların, bu cezalandırmaların yapanlara bir yararı yok. Mutlaka tüm engellemelere tüm korkutmalara karşın işini hakkıyla yapmaktan geri durmayanlar var oluyor, mutlaka yolu bulunuyor. Ülkemizin medya tarihi baskı dönemlerinin, cinayetlere varan saldırıların sayısız örnekleriyle dolu, ama neyse ki bir o kadar da onurlu gazetecilik örnekleri var. Bugün yaşadıklarımız biraz daha ağır belki ama hep yolu bulundu, yine bulunur…

ÖNCEKİ HABER

Suruç Katliamında yaşamını yitirenler İstanbul'da anıldı, polis kitleye müdahale etti

SONRAKİ HABER

İngiltere'nin mülteci gemisi Bibby Stockholm kıyıya yanaştı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa