Bir olay: Suruç Katliamı’nın yıldönümü | Bir kavram: Devlet Şiddeti
Maddi olarak egemen konumda olan sınıf, devlet aygıtına da egemendir ve toplumun bütünü üzerindeki egemenliğini bu şekilde sağlar.
Fotoğraf: Ev/Unsplash
Bir olay: Suruç Katliamı’nın yıldönümü
Bundan sekiz sene önce, 20 Temmuz 2015’te IŞİD eliyle gerçekleştirilen Suruç Katliamı ile Kobane’ye inşa çalışmalarına katılmak üzere yola çıkan 33 genç katledildi. Burjuva iktidar aynı dönem Gaziantep’te, Diyarbakır’da açıklığa kavuşmamış saldırılardan sonra Suruç’a da olanak sağlamakla yetinmedi, suç bileşenlerini örtbas ederek adalet ve hukuk mücadelesi veren ailelere zulüm politikalarını sürdürdü. Bu katliam sürdürülen dış politikaların bir sonucuydu. Gerçek sorumlulara uygulanmamış yaptırımlar, adaletin sağlanması için atılmayan adımlar saldırıda devlet kurumlarının ve yetkililerin tavrını açıkça ortaya koyuyordu. Nitekim temmuz ayı, Gezi olaylarında öldürülen gençlerden biri olan Ali İsmail Korkmaz’ın da Madımak Katliamı’nda katledilen aydınların da ölüm yıldönümleri olarak, burjuva devletin emekçi halk kesimleri ve onların mücadelesi karşısında şiddet ve baskıyı, nasıl işlevsel olarak kullandığını hatırlatıyor.
Bir kavram: Devlet Şiddeti
Bugün egemen olan tarih anlayışı, siyasal eylemlerin ekonomik sonuçlara öncel olduğunu öne sürer. Buna göre, ekonomik eşitsizliklerin sebebi, örneğin bir devletin ya da bir zümrenin diğeri üzerinde şiddet yoluyla kurduğu politik egemenliktir. Tarihsel materyalist yaklaşım ise toplumsal kurumların varlığını, maddi süreçler üzerinden ampirik yollarla tanıtlar ve kavramların soyutluğunda boğulmaz. Buna göre, toplumsal kesimler arasındaki ekonomik ve sosyal eşitsizliğin ve çıkar çatışmasının bir sonucu olan devlet de toplumsal bir aygıt olarak, sonucu olduğu bu eşitsizlik ile şekillenir.
DEVLET NASIL ORTAYA ÇIKMIŞTIR?
Nitekim devlet, sınıf eşitsizliklerinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır ve sınıflı toplumlara özgüdür. İşlevi de egemen sınıfın, ezilen sınıflar üzerindeki baskı ve şiddetinin bir aracı olmasıdır. Maddi olarak egemen konumda olan sınıf, devlet aygıtına da egemendir ve toplumun bütünü üzerindeki egemenliğini bu şekilde sağlar. Bunu yaparken şiddeti kullanması kaçınılmazdır, çünkü şiddet sınıflar arasındaki çelişkilerin uzlaşmazlığından ötürü seçenek olmaktan çıkar, zorunluluğa dönüşür. Devlet şiddeti, bu noktada sınıf mücadelesinin pratik bir yansıması olarak belirir. Ezilen sınıflar üzerindeki sömürü ve baskının devam etmesi için siyasal zor olarak devlet kurumlarıyla varlığını sürdürür.
Devlet tekelindeki toplumsal şiddetin kökeni üzerine düşünülecek olursa bunun toplumsal bir zorunluluk ile ortaya çıktığı anlaşılabilir. Örneğin, iki bireyin boğuşmasında rastlantısal faktörler olabilir ancak kitlelerin, sınıfların karşı karşıya gelmesinde ve birinin ötekine üstünlük kurmasında şu kişinin ya da bu kişinin bileğinin daha kuvvetli olması gibi tesadüfler tarihe yön veremez. Toplumsal ve tarihsel bir zorunluluk olarak, bir sınıfın diğer bir sınıf üzerinde egemenlik kurması için ona şiddet uygulayacağı daha gelişmiş araçlara sahip olması zorunludur. Buna ek olarak, bu tartışma kapsamındaki şiddet, amaçsız olarak yöneltilen bir şiddet değildir. Bir zümreye şiddet uygulamak, ona istediğini yaptırmak için bir araçtır. Dolayısıyla, şiddet uygulayan tarafın bundan bir çıkarı olması, mesela şiddet uygulayıp baskı altına aldığı zümreyi kendi çıkarına çalıştırabileceği geçim araçlarına sahip olması gerekir.
Modern devletin şiddet aygıtları da devletin “kutsallığından” ya da devlet “babanın” kudretinden değil, bu çıkarlardan kaynaklanır. Modern burjuvazi, egemen olduğu devlet aygıtının bütçesini dahi buna göre şekillendirir. Polise biber gazı, zırhlı araçlar vb. almak için harcanan bütçeler, halkın ihtiyaç ve talepleri doğrultusunda kullanılmaz. Şiddet ekonomik gücün bir sonucu olarak belirdiği gibi onun bir aracı olarak da ortaya çıkar. Buradaki esas amaç ekonomik egemenliğin sürdürülmesidir ve şiddet, ekonomik çıkarların bir aracı hâline gelir.
Modern devletlerde hükümetler, burjuvazinin egemenliğiyle özdeşleştiği ölçüde hükümetlere yönelen her türlü tehdit, o burjuva kliğinin çıkarlarına yönelen bir tehdittir. Örneğin, burjuvazinin temsilcisi olan modern devletin kolluk kuvvetlerinin grevdeki sendika işçilerine uyguladığı şiddet, işçilerin taleplerinden vazgeçerek patron için çalışmaya devam etmeleri için uygulanır. Bunun yanında, en belirgin örnekleri Gezi Parkı eylemleri esnasında görüldüğü üzere devlet şiddeti, bir holdingin AVM inşaatı ile kamusal yeşil alan talebi arasındaki çelişkide belirip daha sonra bu holdingin temsilcisi bir iktidar ile halkın doğrudan karşı karşıya geldiği bir biçimde de belirebilir. Burada devlet şiddeti, salt siyasal hükümetin korunması gibi görünse de bu yanıltıcı görünüm, hükümet ile patronların ilişkisi gözetildiğinde kaybolur. Devlet şiddeti, burjuvazinin ya da burjuvanın bir kliğinin çıkarları için halka yönelmiştir. Devlet şiddeti, onun varlık sebebini, yani ekonomik egemenliği sürdürmek ile onu yeniden üretip derinleştirmek için egemen sınıfın halka karşı kullandığı bir araç olarak varlığını sürdürür.