Fransa: Toplumsal mücadele yükseldikçe sol güçlere saldırı artıyor
Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta: Sınıf mücadelesi ile çalkalanan Fransa'da hedefte sol güçler var. Birleşik Krallık'ta kafe işçilerinin sendika mücadelesi örnek oldu. Almanya'da gündem Ukrayna.
Fotoğraf: AA
Fransa 2023’ün başından beri sosyal hareketlerle ve sınıf mücadelesi ile çalkalanıyor. Macroncu hükümet ise ırkçı milletvekilleri ve partilerle iş birliği yaparak, solcu güçlerin Ulusal Meclisteki güçleri şeytanlaştırarak, ayrıştırmaya ve bölmeye çalışıyor.
Ukrayna tahılının Karadeniz üzerinden sevkiyatı konusundaki anlaşma Rusya’nın anlaşmayı uzatmaması nedeniyle sona erdi. Batı, Rusya’nın dünyayı açlığa mahkum ettiğini ileri sürüyor. Savaşa bağlı olarak bunda haklılık payı var ancak bir başka gerçek de Rusya’dan gıda ve gübre ihracatının da her ne pahasına olursa olsun engelleniyor olması.
Birleşik Krallık’ta işçi haklarına gasplar artarak devam ediyor fakat işçilerin örgütlü mücadelesinden de yoğun olmasa da önemli örnekler yaşanmaya devam ediyor. İskoçya’nın Glasgow kentinde bir kafede çalışan işçilerin kararlı sendikalaşma ve grev mücadeleleri şehirdeki diğer kafelere de örnek oldu.
FRANSA’DA SOL GÜÇLER SİSTEM DIŞI BIRAKILMAK İSTENİYOR
C. CADDEO,
M. CHAUMIER
ve D. CHAUVET
L’Humanité
2023 yılında emeklilik eylemleri, mega su depolama havuzlarına karşı ekolojik direnişler, banliyö isyanları gibi sosyal hareketler öne çıktı. Sol siyasetler açısından mücadeleyi yükseltmek için elverişli olması beklenirken, tam tersine muhafazakarlar kendilerini gösteriyor ve sol hareketleri şeytanlaştırmaya çalışıyor. Hem de ırkçı Le Pen’in partisi RN’i (Ulusal Cephe) “saygın” tek alternatif gibi gösterme pahasına.
Onlara göre sol, “İslamo-solcu”, “wokist”, “polis karşıtı”, “antisemitist”, Pierre Bourdieu ve Jean-Paul Sartre tarafından beyinleri yıkanmış ve Mecliste bile düzgün giyinmeyi beceremeyen kişilerden oluşuyor. En azından, Macronculardan, cumhuriyetçilere ve Ulusal Cephe’ye kadar, sağcıların hayal dünyasındaki sol imajı böyle. Farklı taktik nedenlerle, bu üç gerici grup medya desteğini de arkalarına alarak tehlikeli bir şekilde aynı nakaratı tekrarlıyorlar: Solun artık “cumhuriyetçi kamp” içinde olmadığı, bu durum kabul edilemez, hatta tehdit edici bir hal aldı. Banliyölerdeki ayaklanmalar ise sola karşı yeni bir eleştiri dalgasına yol açtı. Sol, şiddeti yeterince sert bir şekilde kınamamakla, hatta öfkenin toplumsal kökenleri üzerine düşünmeye cesaret etmekle suçlanıyor. Sol ittifak (Nupes) içinde bile tartışma konusu, Boyun Eğmeyenler Hareketi (LFI-La France Insoumise) ise eleştirilerin odağında yer alıyor.
Ama bu sağcı saldırıdan kimse azade değil. Sainte-Soline’de bulunan mega havuz üzerinden çatışmalar yaşandığında eleştirilerin hedefinde ekolojistler vardı. Rönesans (Macron’un partisi) Milletvekili Benjamin Haddad, ekolojistleri “şiddet havarileri” diye nitelendirirken, İçişleri Bakanı Gérald Darmanin ise onları “ekoteröristleri” desteklemekle suçluyordu. Daha geniş anlamda ise solun tüm ideolojik arka planı yargılanmaya çalışılıyordu: Sartre, iklim araştırması, sosyoloji...
BOYUN EĞMEYENLERLE AŞIRI SAĞCILAR AYNI SEPETE
Nahel’in ölümü ise, bu saldırıların bir katalizörü oldu. Bu vesileyle, ırkçı Ulusal Cephe’nin Başkanı Jordan Bardella, Boyun Eğmeyen Fransa Hareketini (LFI) şeytanlaştırmak için bir lakap taktı: “Fransa kundakçıları”. Bu lakap Rönesans Lideri Aurore Bergé’ın hoşuna gitmiş olacak ki, bu “espriyi” tekrarladı ve kısa sürede tüm Macroncular tarafından da benimsendi. Ardından ise, cumhuriyetçiler (LR-merkez sağ) de dahil olmak üzere liberal kampın tamamında, ayrım gözetmeksizin aşırı sağdan gelen bu hakaret dolaşıma girdi. Bu ise sınırları belirsiz siyasi bir dönemin, tüm kafaları karıştıran bir durumun belirtisi olarak siyaset sahnesine yansıyor. Sonrası ise dışlama.
Başbakan Elisabeth Borne, sanki itibar hakemiymiş gibi, “LFI cumhuriyetçi kampın dışına çıktı,” diyerek hüküm veriyor. Neden mi? LFI Milletvekilleri, 2016 yılında polis tarafından öldürülen Adama Traoré için yapılmak istenen ve bu sene valilikler tarafından yasaklanan eylemlere katılma cesareti gösterdiği için. Milli Eğitim Bakanı Pap Ndiaye ise daha nüanslı konuşuyor: Boyun Eğmeyenler Hareketi “cumhuriyetçi bakış açısından sınırda bir durumda,” hatta “ Demokratik çatı giderek daha az bir şekilde bu aşırı sağ ve aşırı sol kanatları tolere ediyor.” Bakan solcu LFI ve ırkçı RN’yi aynı sepete koymakta beis görmüyor. Sağcı Valérie Pécresse’e yakın olan eski cumhuriyetçi Othman Nasrou ise LFI üyelerini “bugün ideolojileriyle insanları öldürenler” olarak nitelendiriyor ve buradan da tartışmanın nereye doğru sürüklendiğini tahmin edebiliyoruz.
Üstelik bu söylem, medya alanını da etkisi altına almış durumda. Le Monde’daki bir başyazıda Jean-Luc Mélenchon için “Éric Zemmour gibi, artık mesele cumhuriyeti kurtarmak değil, onu yıkmaktır” şeklinde bir ifadeye rastlayabiliyoruz. Hatta gazeteye göre LFI, mahallelerdeki yoksulluğa dikkat çekerek banliyö isyancılarının “Adını temize çıkarmak” gibi bir hata yapmıştı.
Bu taktik elbette yeni değil. Başkanlık seçimleri sırasında eski İçişleri Bakanı Christophe Castaner, solun bir bölümünü polisi ve Avrupa Birliği’ni eleştirdiği için “anticumhuriyetçi” olmakla suçluyordu.
“Başından beri Nupes olarak baskı altındayız” diyor Éric Coquerel. Kendisi de Finans Komitesi başkanlığına gelirken, Macroncu çoğunluk tarafından solcu olduğu için tehdit edilmişti. Coquerel “Sola karşı barajlar inşa ediliyor. Herkes tehdit altında. Umarım kendine demokrat diyen sağcılar da bir refleks gösterirler” diye de ekliyor.
OTORİTER EĞİLİMLERİN ÖZELLİĞİ
“Sağ, sosyal meseleleri tartışmadan uzak tutarak büyük bir çıkar elde ediyor” diyor Fransız Komünist Partisi (PCF) Sözcüsü Ian Brossat. “Bu konuda, sağcılar açıkça azınlıktalar. Emeklilik reformuna karşı yapılan eylemler bunu gösterdi. Toplumun günlük hayatının önemli sorunlarına dair solun taşıdığı fikirler çoğunluktadır. Bu nedenle, Fransızların günlük yaşamındaki sorunları -maaşlar, iş kalitesi gibi konuları- itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar.”
Bu bağlamda, saldırının sadece Baş Eğmeyenler Hareketine (LFI) yönelik olacağını düşünmek, sol düşüncenin genel olarak eleştiri altına alındığı daha geniş bir bağlamı göz ardı etmek anlamına gelir. Laurent Wauquiez (LR), Le Point dergisinde “ayaklanmaları” “Uzun süreden beri gelen bir yıkım ideolojisi” olarak nitelendirirken, “Bourdieu ve Derrida gibi filozoflar tarafından taşınan, aşırı sol ve sol tarafından benimsenen ve üniversitelerimizde öğretilen, politik ve medya elitlerimize kadar bulaşmış olan bir ideoloji” diye belirtiyor.
Aslında bu saldırılar uzun bir sürece yayılıyor. Hatırlarsak, bundan sadece iki yıl önce Yüksek Öğrenim Bakanı Frédérique Vidal, “üniversitelerdeki İslamo-solculuk” ile savaşmak için harekete geçmişti. Araştırmacı Eric Fassin ise Fransa’da gelişen bu antientelektüalizm üzerine şunları söylüyor: “Artık sadece göçmenlere, banliyö gençlerine, sosyal hareketlere değil, aynı zamanda eleştirel bilgilere de saldırıyorlar, çünkü sol hareket toplumsal düzeni sorguluyor. Bu yükselen antientelektüalizm, Trump’tan Bolsonaro’ya, Orban’dan Erdoğan’a kadar otoriter rejimlerin bir özelliğidir.” (...)
Macroncular politikanın aşırı sağcılaşmasına da katkıda bulunuyor elbette. Eric Coquerel endişeyle şöyle konuşuyor: “Başlangıçta taktik olan şey sonra oldukça doğal hale geliyor. Irkçılığa ve otoriteryanizme karşı olan her güç, ülkede hedef haline geliyor. Daha az özgürlükçü, daha eşitsiz, ayrımcı bir yöne doğru kayma yaşıyoruz. Ancak bizi zayıflatırlarsa ve köşeye sıkıştırırlarsa, insanlar orijinalini kopyaya tercih edecek.”
Sağın mevcut düzen sorunuyla sınırlandırdığı cumhuriyetçi çerçeveye yapılan sürekli atıf, baraj oylamasının tersine dönmesine yol açabilir. “Bir süre sonra, çocuk masallarındaki Kurt diye bağıran çoban gibi, cumhuriyet diye bağırıyorlar ama artık kimse dinlemiyor. Artık bir anlam ifade etmiyor,” diyor Ekolojist Marie-Charlotte Garin. “Bu daha da sorumsuzca. Çünkü biliyoruz ki Macroncular 2027’de aşırı sağ ile yeni bir ikinci tura hazırlanıyor. Eğer bu gerçekleşirse, solcu seçmenlerin [ırkçı Le Pen’e karşı kurulan] cumhuriyetçi baraja nasıl tepki vermesini bekliyorsunuz? Beş yıldır solculara cumhuriyetçi olmadıklarını söylerseniz, cumhuriyetçi baraja neden katılsınlar?” diye soruyor Ekolojist Garin.
Peki bu tür bir bombardımana karşı solun, ne gibi bir karşı saldırısı olabilir? Bu sorun, Nupes’in gerçekte asla anlaşamadığı stratejik fikirlere değmesi nedeniyle hassaslığını korumakta. “Onların kışkırtıcı ayrıştırma stratejisi doğru değil” diye homurdanıyor bir Nupes üyesi ve LFI’nın daha az tartışma yaratmasını istiyor. Arthur Delaporte ise “Onlardan sürekli olarak cumhuriyetçi olduklarına dair kendilerini savunmalarını istemeyi bırakmalıyız” diye uyarıyor ve ekliyor: “Ancak onları bugünkü durumlarına terk etmemeliyiz, bazı durumlarda ölçülü şekilde davranmalarını sağlamalıyız.”
Bu kırılmalar tam da Nupes güçlerini birbirine düşürmek için sağın istismar etmek istediği kırılmalardır. “Birlikte hareket etmek bizim çıkarımızadır, çünkü birbirimizden ayrılırsak ve bölünürsek ne olacağını hepimiz biliyoruz” diye uyarıyor Marie-Charlotte Garin. Stratejik çeşitliliğimiz bir değer ve farklı kitlelere hitap edebilmemizi sağlıyor. Bazı seçmenler, kendi temsilcilerinden radikalizm beklerken, diğerleri tribünlere oynamaktan pek hoşlanmıyor. Bu ince bir çizgi. Kesin olan bir şey var ki sağ ve onun aşırı uçları için sol, toplumsal düzeni sorguladığı sürece asla yeterince bilge ya da yeterince kibar olmayacaktır ve asla “cumhuriyetçi” olarak tanımlanmayacaktır.
Çeviren: Eren Can
GLASGOW’DA HİZMET SEKTÖRÜNE ÖNCÜLÜK EDEN İŞÇİLER
Sophie JOHNSON
The Counterfire
Geçtiğimiz hafta sonu Glasgow şehir merkezinde tarihi bir grev gerçekleşti. Bu grev yirmi yılı aşkın bir süredir İskoçya’da bar çalışanları tarafından gerçekleştirilen ilk grev eylemi. Unite sendikasının 13th Note kafesindeki konaklama çalışanları şehirdeki diğer konaklama çalışanlarına öncülük ediyor.
Devam eden hayat pahalılığı krizi ve çok yüksek kiraların ortasında, çoğu sanat ve müzik merkezi olarak bilinen ve vegan dostu menüleriyle tanınan popüler Glasgow mekanlarında da anlaşmazlıklar yaşanıyor. 13. Nota çalışanlarının canlarına tak etti ve 48 saatlik dört planlı hafta sonu grevinin ilkini düzenleyerek şehirde ortaya çıkan yeni bir sendika dalgasının öncüsü oldular.
İşçiler gerçek yaşam ücreti, daha adil sözleşmeler, güvenli çalışma koşulları ve iş gücünün yüzde 95’inin Unite the Union (sendikası) tarafından temsil edilmesine rağmen patronun hâlâ tanımayı reddettiği sendikanın tanınmasını talep ediyor.
Anlaşmazlık birkaç aydır devam ediyor ve şu ana kadar personel, en düşük ücretli personelin ulusal asgari ücrete yükseltilmesi ve tesisin geçen ay çevre müfettişleri tarafından kapatılmasının ardından, çalıştıkları tehlikeli ve sağlıksız koşullarda bazı küçük iyileştirmeler de dahil olmak üzere kademeli zaferler kazandı.
Çalışanlar şimdiye kadar grev dışında çeşitli yenilikçi taktiklerle mücadele ettiler ve Paulo Nutini, Twilight Sad ve diğer müzisyenler tarafından imzalanan ve patronu ‘İşçileriyle iş birliği yapmaya’ çağıran açık bir mektup da dahil olmak üzere şehrin sanat ve müzik dünyasından geniş bir destek aldılar. Bununla birlikte, stratejik meselelerin üstesinden gelinmesi gerekiyor: Yine şehir merkezindeki Çağdaş Sanatlar Merkezinde (CCA) bulunan Saramago Cafe’de çalışan IWW üyelerinin kısa bir süre önce gerçekleştirdiği iş bırakma eylemi, üç işçinin işten çıkarılmasıyla sonuçlandı ve mekanın dışındaki yaygın öfke ve protestoların ardından CCA, kafeyle bağlarını kopararak kafenin kapanmasına ve iş kayıplarına yol açtı.
13th Note, web sitesinde, ‘Etik kaynaklı ve hayvan zulmünden arındırılmış’ yiyecekleri ve grupları ‘desteklemek’ için kullandıkları ‘adil’ uygulamaları vurguluyor. Ancak bu iddialar işveren-işçi ilişkilerini kapsamıyor. Öte yandan, mekanı sıklıkla kullananlar arasında destek güçlü.
İşyeri sendika temsilcisi olan Mutfak Çalışanı Nick durumu şöyle açıklıyor: “Burada bizim avantajımıza kullanabileceğimiz bir çelişki var, çünkü vegan olan insanlar belki de sosyal açıdan daha bilinçli, bu yüzden mekanımız iki ya da üç aydır ölü çünkü insanlar neler olup bittiğini biliyor. Bu tür mekanların sahipleri için ise veganlık genellikle sadece bir pazar, bir amaç değil, para kazanmak için bir fırsat olarak görüyorlar... Bu insanlar için prensip sahibi değiller, sadece açgözlülükle motive oluyorlar. Bunu bize yapılan muamelede gördük. Bu tür anlaşmazlıklar bir hafta içinde çözülebilir ama yönetim bize saygı duymazsa, bizi insan olarak değil de para kazanma makinesinin dişlileri olarak görürse, onları bu noktaya getirecek olan kendi kibirleri ve inatları olacaktır.”
Grevcilerle dayanışma sadece müşteriler ve müzisyenlerden gelmedi. Her iki günde de grev gözcüleri oldukça gençti ve birçoğu aynı zamanda konaklama sektörü çalışanıydı, ancak perakende çalışanları, emekli öğretmenler ve mühendisler de dahil olmak üzere diğer sendikalarda ve sektörlerde çalışan bir dizi işçi de destek vermek için geldi.
Zamanımızın tipik bir özelliği olarak, düşmanca davranan patronlar ve yöneticiler, temel işçi haklarına saygı göstermedeki başarısızlıklarını örtbas etmek için akıl sağlığını ve gözdağını gerekçe göstererek mağduriyet dilini benimsemektedirler.
Açıktır ki, konaklama sektörü çalışanları, güvencesiz sözleşmelerle çalışan, yoksulluk ücreti alan ve aşırı saatlerde çalışan, emekleri başarısız bir ekonomide kâr için sıkıştırılan en muhtemel çalışanlar arasındadır. Ancak konaklama sektörü çalışanlarının büyük çoğunluğunun sendikalı olması pek olası değildir. Nick, “Konaklama sektörü çalışanları sektör tarafından o kadar hırpalanıyor ki, pek çok insan kendilerine değer vermiyor, zamanlarına değer vermiyor, emeklerine değer vermiyor” diyor.
Ancak işler değişmeye başlıyor, kuşkusuz 13th Note’daki gibi işçilerin eylemleriyle desteklenen sektördeki sendika yoğunluğu bu yüzyılda hiç olmadığı kadar yüksek.
“Bizim sayemizde bir sendikaya üye olduklarını söyleyen çok sayıda insan oldu. Şehir merkezindeki bir başka popüler vegan restoranın bizim yüzümüzden sendikalaştığını duyduk, onlar yapıyorsa biz neden yapmayalım diyorlar” diye ekliyor.
İşçilerin eylemi şimdi işverenlerini müzakerelere zorluyor. 13th Note çalışanları kararlı ve azimli.
“Kazanacak mısınız?”Nick ve Liam: EVET!
Çeviren: Sarya Tunç
BATI, AÇLIĞA MAHKUM EDİYOR
Eike SEIDEL
Junge Welt
Karar kimseyi şaşırtmadı: Moskova, Ukrayna tahılının sevkiyatına ilişkin anlaşmayı üçüncü kez uzatmadı ve anlaşma pazartesi günü sona erdi. Gerekçe olarak Rusya ile ilgili kısımların uygulanmaması gösterildi. Özellikle de Karadeniz üzerinden gıda ve gübre ihracatı ile ilgili kısımların. Her iki durumda da Rusya, dünyanın en büyük ihracatçısı konumunda. Savaştan önce bile bu pay Ukrayna’nın çok üzerindeydi ve aradaki fark artmaya devam etti.
Rusya geçen yıl 44.5 milyon ton buğday ihraç ederken, bu rakam bir önceki yıl 33 milyon tondu. Ukrayna’nın ihracatı ise neredeyse 19 milyon tondan şu anda 15 milyon tona düşmüş durumda. Önümüzdeki sezon için on milyon tona kadar bir düşüş daha bekleniyor. Küresel olarak üretim toparlanma eğilimi gösterdi, çünkü Kanada 2021’deki feci kuraklığın ardından on milyon tondan fazla ihracat kaybını telafi edebildi. Son yıllarda hububatta hektar başına verim dünya genelinde önemli ölçüde arttı. Bunun başlıca nedeni gübre kullanımı; savaştan önce dünya pazarındaki amonyum nitratın yüzde 45’i, azotlu gübrenin yüzde 15’i ve potasyum gübrenin yüzde 17’si Rusya’dan geliyordu. Almanya’da kullanılan gübrenin üçte birinden biraz azı savaşa kadar Rusya’dan gelmekteydi ve Avrupa ve Orta Asya’da bu rakam yaklaşık yüzde 50’ye kadar çıkıyordu. Dünyanın en büyük ihracatçıları Çin, Kanada, ABD, Fas ve Belarus’tu.
Rus gübresinin AB’ye ithalatı temmuz 2022’de cezalandırılabilir hale getirildi. Rusya karşıtı koalisyona göre diğer ülkelere ihracat hâlâ mümkün. Moskova ise bunun doğru olmadığına ve sevkiyatların sigortalanmasında ve ödeme işlemlerinde ciddi zorluklar yaşandığına işaret ediyor. Sadece bu da değil. Tahıl anlaşmasının iptal edilmesinin ana nedenlerinden biri Kiev’in Sovyet döneminden beri Rusya’nın Tolyatti kentinden Karadeniz’deki Odessa Limanına uzanan amonyak boru hattını bloke etmesi. Bu boru hattının kapasitesi yılda 2.5 milyon ton. On yıllardır Rusya’nın azotlu gübrenin temel maddesi olan amonyak üretiminin önemli bir kısmı bu hattan geçmekte. Tahıl anlaşması müzakerelerinde BM ve Türkiye yeniden başlaması için ricada bulundu, Kiev veto etti. Haziran başında Kharkiv yakınlarındaki boru hattı havaya uçuruldu; Moskova’daki savunma bakanlığı “terör eylemi” için “Ukraynalı bir sabotaj ve keşif grubunu” suçladı. Bu yılın sonuna kadar Karadeniz’in doğu kıyısındaki Taman’da amonyum nitrat için yedek bir boru hattı tamamlanacak.
Tüm bunlar dünya piyasasında gübre fiyatlarının artmasına yol açtı. Rusya böylece daha düşük üretime rağmen gelirlerini arttırabildi ve örneğin Hindistan, Vietnam ve bazı Afrika ülkelerine yeni dağıtım kanalları açtı. Orta vadede Rus gübrelerine yönelik boykot, gıda durumu üzerinde doğrudan tahıl ticaretinden daha büyük bir etkiye sahip. Kasım ayında Dünya Ticaret Örgütü (DSÖ) ve Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) gübre tedarikinin güvence altına alınması ve fiyatların istikrara kavuşturulması için önlem alınması çağrısında bulundu. Romanya, Polonya ve Bulgaristan’daki çiftçilerin ucuz Ukrayna tahılı ithalatına karşı protestoları da artan üretici fiyatlarıyla ilgiliydi. Hububat Anlaşması çerçevesinde 2022 yazından bu yana 33 milyon tonun biraz altında gıda maddesi ihraç edildi. En önemli alıcı ülkeler Çin (7.9 milyon ton), İspanya (5.9), Türkiye (3.3), İtalya (2.0) ve Hollanda (1.96) oldu. Bu ülkeleri Bangladeş ve Mısır ile küresel Güney ülkeleri takip etti. Dünya Bankası kategorileri uygulandığında, teslimatların sadece yüzde 2.5’i en yoksul ülkelere, yüzde 44’ü ise en yüksek gelire sahip ülkelere gitti.
BM Genel Sekreteri António Guterres anlaşmanın iptal edilmesinin ardından yaptığı açıklamada “Ukrayna ve Rusya dünyanın ekmek sepetidir” dedi. Dünyadaki açlar için bu sepet oldukça yüksekte duruyor ve Rusya karşıtı koalisyon da bunu böyle tutmak istiyor. Ancak bu aynı zamanda bir fırsatın da önünü açıyor. Gıda ve gübre ticaretinde Batı’nın finansal diktesi altında olmayan ticaret akışlarının önemi hiç de az değil. Türkiye ve Rusya bugünlerde bu konuda görüşmelere başladı.
Çeviren: Semra Çelik