"Su değirmenleri şehri"nden susuzluğa uzanan yolculuk
Meysa ile “Su değirmenleri şehri” olarak da bilinen Hama’dan, depremde yıkım ve kaybın en fazla yaşandığı Adıyaman’a uzanan yolculuğunu konuştuk.
Fotoğraf: Berfin Güler/Evrensel
Berfin GÜLER
Adıyaman
Depremin üzerinden 6 ay geçti. Adıyaman’da sorunlar hâlâ çözülmüş değil. Kentte hareketlilik oldukça az. Deprem sonrası neler yaşanıyor, 6 ayda neler değişmiş gözlemlemek için mültecilerin ağırlıklı yaşadığı çadır kentlerin bulunduğu Adıyaman’ın Narlıkuyu Caddesi üzerinde kurulan çadır kente geçiyoruz. Hava olabildiğince sıcak, güneşin en kavurucu saatlerindeyiz. Burası şehir merkezine biraz uzak. Gerçi depremden sonra Adıyaman’da şehir merkezi hareketliliği de yok denecek kadar az. Sokaklar bomboş, marketler sınırlı sayıda. Civarında tek bir market, hatta büfenin bile olmadığı, yolun sağ ve sol taraflarına derme çatma kurulmuş, güneşten, kardan, yağmurdan oldukça yıpranmış bir çadır kentin yanında duruyoruz. Burada ortalama 20-25 çadır bulunmakta. Çadır kentin biraz aşağısında hasarlı binaların yıkımı devam ettiği için, ortalık toz bulutu. Toz nedeniyle gözlerimiz sızlıyor.
Çadırlardan birinin önünde oturan aile, iki üç tahta dikerek bir gölgelik alan oluşturmayı başarmış. Yanlarına yaklaşıyor ve çadırın önüne serdikleri halının üzerine oturup konuşmaya başlıyoruz. Meysa, 40 yaşında, 5 çocuğu var. 13 yıl önce savaşın başladığı sıralarda Suriye’nin Hama şehrinden evlerinin avlusuna roket düştüğü için göç etmek zorunda kalmışlar.
"YASEMİN KOKUSUNU ÖZLÜYORUM"
Hama, Suriye’nin dördüncü büyük şehri. “Su değirmenleri şehri” olarak da bilinen Hama’dan, depremde yıkım ve kaybın en fazla yaşandığı Adıyaman’a uzanan yolculuğu konuşuyoruz.
Meysa Arapça Öğretmeni, eşi ise makine mühendisi. Hama’dan Türkiye’ye geliş süreçlerini soruyorum, “Mecburiyetten geldik. Hama’da çok güzel bir evimiz vardı. Büyük kocaman bahçemiz vardı. Eşim makine mühendisi, aynı zamanda dükkanlarımız vardı onları işletiyordu. Ben de öğretmenlik yapıyordum bir okulda. Maddi durumumuz gayet iyiydi. Evimizin büyük bir avlusu vardı, bahçemizde yasemin çiçekleri vardı. Bahçemiz hep yasemin çiçekleri kokusuyla doluydu, şimdi o kokuyu duyamıyorum çok özlüyorum” diyor.
"SAVAŞTAN KAÇINCA DA ÇADIR KENTTEYDİK"
Hama’dan Adıyaman’a yolculuk da elbette ki kendi seçimleri olmamış: “Seçme şansımız olmadığı için, bizi Adıyaman’a getirdiler. İlk geldiğimizde çadır kentte kaldık 5 sene. Sonrasında ev tuttuk. Eşim makine mühendisi ama iş bulamadı. Bir süre çadır kentte kalanlara matematik dersi verdi. Ben de Arapça dersi veriyordum. Sonra işimize son verdiler.”
"DEPREM SONRASI AKSARAY’DA İSTENMEDİK"
Depremden bu yana ayrımcılığa maruz kalan Meysa ve ailesi gittikleri şehirden dönmek zorunda kalmışlar. Meysa, yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Depremde evimiz hasar almadı ama deprem çok şiddetliydi ve korktuğumuz için evimize giremedik. Havanın çok soğuk olmasına rağmen iki gün boyunca sokakta kaldık. Sonra Konya, Aksaray’a gittik orada kaldık 20 gün boyunca. Oğlum otizmli, çok hareketli. Her yerde kalamıyor ve herkesle iletişim kuramıyor. İstemediler bizi orada. Sürekli, ‘Suriyeliler gelmiş buraya. Her yerdeler bunlar da. İstemiyoruz sizi gidin’ deyip duruyorlardı orada bize. Biz de mecburen dönmek zorunda kaldık. Döndükten sonra ev sahibimiz de bizi evden çıkardı.”
"İSMİMİN ANLAMI MUTLU AMA BEN MUTLU DEĞİLİM"
Meysa’nın eşi geliyor ve sohbete biraz ara veriyoruz. Bizi çadırlarına kahve ikram etmek üzere çağırıyor. Meysa ile birlikte “yeni evlerine” yani çadırlarına geçiyoruz. Eşi Muhanna ve çocukları karşılıyor çadırda bizi. Kahve pişerken Muhanna ile tanışıyoruz. İsminin anlamını soruyorum, “Mutlu bir adam demek” diyor. “Mutlu musun?” diye sorduğumuzda ise, “Mutlu değilim. Makine mühendisiyim, 3 dil biliyorum; İngilizce, Arapça, Türkçe ama iş bulamıyorum. Kimse bana iş vermiyor” diyerek suratında yaşadıkları çaresizliğin tüm izleriyle aktarıyor durumlarını.