İçkinin izini takip et, söylemin sarhoşluğundan kurtul
İktidarların, sultanların, başkanların hedef aldığı rakı, yüzyıllardır yaşıyor. Rakının tarihi, bir bakıma sosyal tarihimizin bir parçası. Bu tarihin izini sürenler bir riyakarlığı görüyor.
Fotoğraf: Engin Akyurt/Pixabay
Şerif KARATAŞ
Son yıllarda art arda konser ve festival yasakları peş peşe, art arda… Yasaklama kararlarında yöntem bilindik, iktidarın kontrolündeki ‘dernek ya da vakıflar’ başvursun, mülki amirler haklı bulsun, gelsin yasak! İnsanların günlük yaşamlarına ve yaşam tarzlarına göz dikenler sadece bugün yaşamadılar. Kimin ne dinleyeceğine, ne dinlemeyeceğine; kimin sakıncalı olup olmadığı testi muktedirin elinde. Ancak maalesef bu durum ülke coğrafyası açısından yeni değil.
François Georgeon’ın Renan Akman çevirisi ve İletişim Yayınları etiketiyle raflarda yerini alan Rakının Ülkesinde kitabıyla Osmanlı İmparatorluğu’ndan günümüz Türkiye’sine uzanan geniş bir zaman aralığındaki sosyal hayata ışık tutuluyor. Yazar bunu içki üzerinden ele alarak okura önemli bilgiler sunuyor. Geniş bir coğrafyaya hakim olan Osmanlı İmparatorluğu’nun 600 yıllık tarihini irdeleyen yazar, bunun ilk 200 yılı hakkında yeterli bilginin olmadığını da hatırlatıyor. O nedenle çalışma Osmanlı’nın ilk 200 yılına dair ayrıntılı bilgi sunamıyor. İmparatorluğun ilk yıllarında içki tüketimine dair “belli bir dini esnekliğin” olduğunu da ifade ediyor. Biz, şu ‘beyaz suyun’ tarihine, bu kitabın aydınlatıcı ışığıyla bakalım.
19. YÜZYIL BAŞLARINDA RAKI TÜKETİMİ ARTTI
Geniş bir coğrafyada hüküm süren imparatorluk, alkol için gerekli olan meyve bağlarına da haliyle sahipti. İmparatorlukta önem sırasına göre şarap, boza ve rakı üretimi yayılan ve tüketilen içkilerin başında yer alıyordu. Uzun süre şarap üretimi ve tüketimi hep başı çekmiştir. Damıtılmış bir alkol olan rakı evlerde ve küçük imalathanelerde üretilirdi. Üretimin ve tüketimin başını da yazara göre 19. yüzyıla kadar Rumlar çekti. Damıtmanın fermantasyona kıyasla güç olmasından, anason ile sakız getirtmenin maliyetinden dolayı rakı uzun süre oldukça pahalıydı ve tüketimi de az oldu. 19. yüzyılın başlarına doğru rakı, fiyatının ucuzlamasıyla şarabın yerini aldı. Yani rakının değil bir buçuk asırdan fazla süredir bu topraklarda olan rakının hem üretimi hem de tüketimi yapılıyor.
Yazar Osmanlı’da sultan, ulema ve halkın içkiyle ilişkisi üzerinden bu meraka yanıt verecek bilgileri okura sunarken konunun edebiyata yansımasına da yer veriyor…
ŞEYHÜLİSLAM EBUSSUUD FETVALARI
Önemli üzüm bağlarına sahip olan İmparatorlukta içki tüketimi, siyasi ve toplumsal hiyerarşiye -ve tabii ki dini aidiyete- bağlı olarak değişiyordu. Hristiyanlar ve Yahudiler içki içenlerde başı çekiyorlardı, sonra buna Müslüman inancından olanlar da katıldı. “Kötülüklerin anası” ifadesiyle kendisini var eden ise eril egemen zihniyetin Osmanlı’dan günümüze tezahürüdür. Şeyhülislam fetvalarında bu anlayış kendisini var etti. Verdiği fetvalarla nam salan Şeyhülislam Ebussuud Efendi’yi de anmadan geçmek olmaz. Ona göre içmek dinden çıkmakla aynı anlama geliyor, bu durum içki içen kişiyi idama kadar götürebiliyordu. Tabii içen kişinin toplumsal statüsüne göre bu durum değişebiliyordu. Ebussuud’un fetvalarıyla günümüzde de çok karşılaştığımız bir durum olan “mahalle baskısı” da devreye girebiliyor, içki içen kişi ya da evine yabancı getirenlerin mahalleden atılması da “caiz” kılınmıştı!
Alkolün yanıcı özelliği ise maalesef halklar ve inançlar arasında ötekileştirici politikalar için kullanıldı. Şehirlerde çıkan yangınlar nedeniyle Hristiyanlar ve Yahudiler suçlandı.
Sultanlar da içerdi. Batı’da olduğu gibi Osmanlı’da içmek ‘erkek işi’ydi. Kadınların meyhanelere gitmeleri de çok nadir görülürdü. Zaman ilerledikçe dünyada yaşanan değişimin etkileri de Osmanlı’ya yansıdı. Sosyalleşme alanlarına ihtiyaç duyuldu. Kahveler ve meyhaneler özellikle 18. yüzyılda giderek güçlenen ve iktidarın ürktüğü etnik, dini yakınlaşma mekanlarıydı.
İçki yasaklarının başarısız olmasının belki de en önemli nedeninin ekonomik boyut olduğunu söylemeye gerek yok. Devlet için hazine için bulunmaz bir nimet! Zaten yasaklamalarda belli bir süreden sonra etkisiz hale geliyordu. Osmanlı’dan cumhuriyete devam eden yasak, hilafetin kaldırılmasıyla yasak kağıt üzerinde kalkmış oldu.
MÜBADELE İÇKİ ÜRETİMİNİ ETKİLEDİ
Lozan Antlaşması’yla öngörülen nüfus mübadelesi sonucu aralarında Trakya ve Ege’nin üzüm ve şarap üreticilerinin de bulunduğu 1 milyondan fazla Rum Türkiye’yi terk etti. Yerlerine Yunanistan’dan gelen Müslüman muhacirler, gerekli bilgiden yoksun oldukları için kendi bildikleri tahıl, tütün, afyon ekmek için bağları da söktüler. Benzer durum Kapadokya’da da yaşandı. Balkan muhacirler tütün ekmek için bağları söktüler. Tabii burada TEKEL’i anmadan olmaz. İçki yasağının kaldırılmasıyla içi 1926’da devlet kendi eliyle üretim haklarını bir Polonya şirketine devretti. Şirketin başarısız olması üzerine TEKEL kendi rakısını üretmesine karşın kaliteli rakı olmadığı için özel şirketlerin yaptığı rakıya ilgi fazlaydı. İkinci Dünya Savaşı sırasında 1944’te devletin kurduğu TEKEL 2003’te AKP iktidarı tarafından özelleştirmeyle kapatıldı.
BELEDİYELERDE BAŞLADI, AKP İKTİDARIYLA PERÇİNLENDİ
Nicolas Elias ve Jean-François Pérouse yazdıkları son sözde günümüz Türkiyesi’nde 21 yılı geride bırakan Erdoğan ve AKP iktidarı dönemine dair içkile iktidarın politikalarına dair kesitler sunuyor. Aynı zamanda okura özet bir hafıza tazeleme de yapıyor. 1994’te özellikle büyükşehir belediyelerini Refah Partisinin almasıyla başlayan süreçte toplumsal yaşama yönelik müdahaleler alkol gerekçesi öne sürülerek yapılmaya başlanıyor. Belediyelerin sosyal tesislerinde menülerden içkiyi çıkartmasıyla başlayan bu süreç, AKP’nin iktidarıyla birlikte perçinlenerek sürüyor.
2013’te alkol satışını ve reklamlarını kısıtlayan yasayı meşrulaştırma adına Erdoğan yaptığı konuşmayla toplumu “biz” ve “onlar” olarak ayırma pratiğini tetikledi. Alkol tüketenler ve alkollü mekanlar hep iktidarın hedefinde oldu. Kadınlar, LGBTİ, gençler başta olmak üzere toplumun geniş kesimleri bu politikalar üzerinden hedef gösterilerek iktidarın gerici eril anlayışı meşrulaştırmanın vesilesi için alkol üzerinden yapılan propaganda da hep dillendiriliyor. Gezi direnişi de bu dayatmaya karşı toplumsal bir tepkiydi. Her fırsatı toplumu ayırmak için kullanan Erdoğan ve AKP alkol üzerinden de bunu yaptı. Erdoğan ve AKP’nin kutuplaştırıcı siyasetine itiraz olarak alkol tüketiminin sembolleştirildiğini de ifade edelim.
İÇKİDE DE PRAGMATİK POLİTİKA
AKP ve Erdoğan’ın pragmatik politikasını alkolün satışında da görebiliriz. 2003’te özelleştirilen TEKEL ilk olarak iktidara yakın şirketlere satıldı. Sonrasında satışın üç katına yakın bir fiyatla bir Amerikan şirketine satıldı. AKP’nin içki tüketiminin uluslararası turizm sektörünün içinde tüketimine bir itiraz yok. Meraklısı için önemli bilgiler içeren kitapla ilgili yazıyı bitirirken yazarların son cümlesiyle bitirelim: “Türkiye’de alkolün izlerini takip etmek söylemlerin sarhoşluğundan kurtulmayı sağlar.”