26 Temmuz 2023 15:50

Şiir, tiyatro, sinema: Yılmaz Gruda

Az sonra telefonum çalacak. Ekranda adını gördüğümde yüzümde bir tebessüm ile açacağım telefonu, “Yılmaz abi” diyerek… “Kaaadddiiiiirr evladım, nasılsın!” deyişi yankılanacak kulaklarımda sanki.

Yılmaz Gruda ve Kadir İncesu | Fotoğraf: İsmail Afacan/Evrensel

Paylaş

Kadir İNCESU

Yılmaz Gruda’yı hemen hemen herkes gibi ben de rol aldığı sinema filmleri, diziler ve tiyatro sahnelerinden tanıdım, sevdim. Şairliğini, yazarlığını son 30 yılda keşfettim. O günden sonra edebiyatçı kimliği önceliğim oldu. İstanbul Kitap Fuarında karşılaşırdık sık sık, imza ve söyleşilerinde, çoğunlukla da Türkiye Yazarlar Sendikası standında…

Bilgi Yayınevi tarafından yayımlanan “Gelir Ergeç”, “Sultan Abdülaziz Vak’ası”, “Yeşilçam Cehennemi” adlı romanlarıyla “Marathon”, “Sımayıl ile Raziye”, “Kuyumcular”, “Şu Bizim Tiyatromuz”, “Bir Çürümüş Kent Belgeseli”, “Çarmıhtaki Yeni Mehmet”i arayıp bulmuştum sahaflarda. Kitaplarını okudukça da iyiden iyiye düşmüştüm peşine… Evine yakın bir kültür merkezinde buluştuk birkaç kez, saatlerce sohbet ettik. Yaşamından, yazarlığından, şairliğinden, oyunculuğundan… Daha çok da hayatının bilinmeyenleri üzerine konuşmuştuk. Sütçülük yapan babasının, annesi Mediha Hanım’ı ilk kez gördüğü Şehzadebaşı’daki köşkün etrafında günde on defa “Süt! Süt!” diye bağırarak gezişini öyle bir anlatmıştı ki… Bir filmden kesiti yaşıyor, yaşatıyordu sanki babasının annesine duyduğu aşkı kahkahalarla anlatırken…

İlk gençlik yıllarında kendi deyişiyle Mahmut Makal’ın “Bizim Köy” kitabı patlıyor. Makal’dan edindiği izlenimler doğrultusunda kendisi de “Memo” adlı bir roman yazıyor: “O zaman daktilo yok, pelür kağıda yazdım. İlki sarmadı! Bir deneme daha… Solcuyum ya okuduğum sol gazetelerinden birine gönderdim. Hayda! Roman yayımlandı! Derken, ikinci bölüm! Üçüncü bölüme varmadan, gazeteyi kapattılar. Kırıldım tabii…  ‘Memo’, adından da belli, bir ‘köylü’ kahramandı! ‘Memo’yu daha sonra ‘Memo’ya Mektuplar’ başlığı altında şiire dönüştürdüm.”

"HADİ OĞLUM, SEN TİYATROYA!"

Aslında Yılmaz Gruda’yı ben anlatmaya çalışacaktım. Ancak o günlerde söylediklerini yeniden okuyunca insanın eli gitmiyor bazı şeylere, aradan çekilmek en iyisi. Tiyatroya girişi, özellikle de bir opera sınavı var ki… Dinlemeye doyulmuyor; “Küçükken babama yaptığım okumalardaki ses hünerleri, benim için bir aktörlük ipucuydu. Bu arada, herkes; ‘Yahu senin bu sesin de hani…’ falan diyor. Ee, durmanın alemi var mı? O dönemin etkin şairlerinden, oyuncularından olan, komşumuz Suat Taşer’e başvurdum. ‘Tamam!’ dedi. Çalıştırdı. Sınava girdim, kazandım! O dönemde eğer savcılıktan ‘temiz’ kağıdı alamazsan turneye çıkamazdın! Konservatuvar da ‘İlle anne ve babandan izin kağıdı getireceksin’ diyor. Babama gittim tabii, sevinçle anlattım. ‘Ne?​’ Elinde satır; ‘Bizim evden köçek çıkmaz! Otur oturduğun yerde!’ demez mi? Ee, o oluşan sevdayı ne yapacaktım? Bırakmadım tabii! Okulun yakınında Halkevi vardı. Oradaki amatör çalışmalara katılıyorum. Devlet Tiyatrosu da Operası da provalarını orada yapıyor, orada oynuyor, Tatbikat Sahnesi adı altında... Ha, bu arada, tiyatrodan önce-sesimden ötürü tabii!- operacı olma sevdası da var idi! Başvurdum. Aldılar sahneye. Piyanist  ‘do’ tuşuna basıyor, benden ‘mee’ sesi! Adam, hangi tuşa bassa, benden tam aksi! Adam dayanamadı. Vurdu piyanonun kapağını! Fırladı ayağa; ‘Bu cüce herifin sesleri, bu piyanoda yok!’ Hocalar da; ‘Hadi oğlum, sen tiyatroya!’ dediler. Tiyatronun bir ucu da oradan göründü!”

ŞİİR VE İKİNCİ YENİ

Yılmaz Gruda’nın yaşamında şiirin daha çok öne çıktığını düşünüyorum. Söyledikleri de düşüncemi doğruluyor: “Şiirlerimi hep tek bir ‘içerik’ başlığı altında yazarım. Bana göre şiir, okuyucuda bir birikim yaratır, ‘ima’ ile! Bağıra bağıra değil tabii. Şiir, kimi olguları/oluşumları sana gönderir; o gönderileni algılarsın ve sende bir birikim yaratır. Binlerce söz ve bu bağlamda var olan ‘metafor’ arasından seçersin. Bu seçimlerle yarattığın ‘ima’ ile birikim yaratır şiir, sonra ‘depar’ attırır. Bir Ahmed Arif’i düşünsene…  Bir tek kitabı var. Yeri geliyor, o şiir birdenbire güncelde eylem kazandırıyor millete.”

Söz dönüp dolaşıp İkinci Yeni olayına geliyor. Dinlemeyi bilmek gerek. Ustanın sözüne söz eklemeden: “Demokrat Parti, mesajları olan şiirler yazanların birdenbire peşine düşmeye başladı. Önümüze de Türk Ceza Kanunu’nun 15. maddesini koydu! Kendi adıma söylüyorum, bu baskılar yüzünden ‘Şiir yayınından uzak kalmayayım’ diye, sözcüklerin, metaforların kullanım ‘yapısını’ değiştirerek, başka bir şiirin peşine düştüm! Ve bu bağlamdaki ilk şiiri de İkinci Yeni’nin isim babası olan Muzaffer Erdost’un yönettiği Pazar Postası’na gönderdim. ‘Bir Sigara İçecektim Müsaadenizle!’ idi şiirin adı. İkinci Yeni bağlamında yapabileceğim her şey bu şiirde vardı.”

"KENDİME KARŞI DA ACIMASIZIM"

Yazarlık dışında yaptıklarını da şöyle bir hatırlatalım kendi anlatımıyla: “Tiyatro, filmler... Dördü ödüllü 200 küsur oyun oynadım, 170 oyun sahneye koydum. Altı, yedi tane oyun yazdım, onları sahneye koydum. Altı adet (Hele biri ABD-Utah’ta verilen) Uluslararası ödüllü 300’e yakın filmde oynadım. İster istemez ekmek paramı bunlardan çıkardım. 3.5 yıl ‘Yabancı Damat’ dizisinde rol aldım ki hâlâ kanallarda dolaşıyor! Yunanistan’da bile çevirdiler yolumu ‘Celâyir Usta!’ diye”.

“Bunca yılda ne kazandınız?​” diye sormasa mıydım keşke? İyi ki sormuşum. “Parasal açıdan sıfır, bu kesin… Evim yok. Kızımın evinde oturuyorum. Bizim kuşakta birikim yok. Şimdi ortalıkta ‘ahbap çavuş’ rakamları var; fakat ‘bize’ verilmiyor! Film, dizi yoksa emeklilik maaşımla, düzenimizi korumaya çalışıyoruz. Yıllarca hep okudum. Hâlâ okuyorum. Sürdürüyorum birikimi. Tekraren okuyacağım yüzlerce kitabım var! Tabii bu ‘okuma’lar en büyük hazinem! Yazdıklarımın temelleri... Yaşamımın da... Çok önemli bir ‘birikim’ daha: O güzelim ‘halk’ımı tanıdım! ‘İnsan’, güzel insanlar tanıdım. Açık sözlüyümdür. Bir olgu, kötüyse, kötü derim… Sanat yaşamıma koşut, reklamcılığım var, kreatif direktörlük yaptım. ‘Biraz Reklam Alır Mısınız?​’  başlığı altında, izlenimlerimi, eğrisini doğrusunu dile getirdim. Tiyatroculuğum var, malum. Onun da eğrilerini doğrularını dile getiren ‘Şu Bizim Tiyatromuz!’ başlıklı bir kitabım da var. Her şeyden önemlisi tecrübelerim var. Bir adama bu işi kötü yapıyorsun dersem, kötüdür. Eğriye eğri, doğruya doğru… Kendime karşı da acımasızım. Tiyatroda, kötüyse, iyisini bulmak için, küçük bir sahneyle bile sabaha kadar uğraşırım. Romanda da şiirde de kötü olan onlarca sayfayı yırtar, tekrar tekrar yazarım. Ezberleri bile yazarak kotarırım. Kör inancım yok! Hep soru sorarım. Sağlamayı, soruların cevaplarına göre yaparım. Soru, cevabı ‘Yüzyıllık bir yoldaymış gibi uzakta’ görünse bile, mutlaka sorulmalıdır.”

Az sonra telefonum çalacak. Ekranda adını gördüğümde yüzümde bir tebessüm ile açacağım telefonu, “Yılmaz abi” diyerek… “Kaaadddiiiiirr evladım, nasılsın!” deyişi yankılanacak kulaklarımda sanki.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Suyu kesilen Seyhan Nehri, bataklığa döndü

SONRAKİ HABER

10 kilometre uzaktaki deniz tarım işçisi için imkansız

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa