Parti, gazete, propaganda
Halk TV ile CHP arasındaki süregiden ve giderek düzeysizleşen tartışma Özdemir Asaf’ın şu sözlerini aklımıza getiriyor: “Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler.”
Fotoğraf: Burcu Yıldırım
Tezcan DURNA
Modern zamanlarda belli bir siyasi mücadelenin, özellikle de sınıflı bir toplumun temel bileşeni olan işçi sınıfının mücadelesinin başlıca aracı gazeteler olmuştur. Modern burjuva sınıfının monarşilerle mücadelesinin de keza temel aracı basındır. Basın ve ifade özgürlüğünün temel çıkış noktası, despot krallara karşı basın aracılığıyla mücadele etmek olmuştur. Bu mücadele elbette negatif özgürlük tasarımı üzerinden, baskının olmadığı yerde özgürlüğün yeşerip serpileceği ihtimaline yaslanmıştır. Despotlara karşı verilen mücadele sonuç vermiş, misal İngiltere’de sansür anlamına gelen kraliyet ruhsatı zaman içinde geri alınmıştır. Ne var ki, ruhsatın geri alınmasıyla daha önceden işçi sınıfının politik mücadelesinin aracı olarak işlev gören radikal-işçi sınıfı gazeteleri, fanzinler, el broşürleri etkisini kaybetmiş, herhangi bir despotun yasaklamasına gerek kalmaksızın büyük ölçüde ortadan kalkmıştır.
Ruhsatların geri alınmasının ardından 1800’lü yılların ortalarına doğru gazetenin ticari potansiyeli keşfedilmiş ve kuruşluk gazete modern kentli insanın yaşamına girmiştir. Bu keşifle birlikte aslında gazete okuyucusu artık bildiğimiz okuyucu, gazete de bildiğimiz gazete değildir artık. Gazete, okuyucusuna sadece haber ve yorum değil aynı zamanda reklam da satmaya başlamıştır bu gelişmeyle birlikte. Aslında bu satışın yönü hâlâ tartışmalıdır. Gazete, okuyucuyu reklam verene mi satıyor yoksa reklam verenin ürününün tanıtımını okuyucuya mı satıyor net değildir. Bunu netleştirmek için yıllar içinde basın kuruluşları ve basın çalışanları bir araya gelerek haber, yorum ve reklam arasındaki ayrımın neden ve nasıl yapılabileceğine dair uzun tartışmalar yürütmüş ve bu tartışmaların sonucu olarak günümüze kadar ulaşan gazetecilik ilke ve normları ortaya çıkarılmıştır. Buna göre gazete olduğunu iddia eden bir mevkutede yayımlanan haberler “tarafsız, dengeli ve nesnel” olmak zorundadır. Yani gazetede yayımlanan herhangi bir metin haber olduğunu iddia ediyorsa, içinde yorum, reklam ve tanıtım içermemelidir. Eğer yayımlanan yorum ya da tanıtım ise haber olduğunu iddia edemez. Bu kuralın ne kadar önemli ve kıymetli olduğunu daha iyi anladığımız zamanlardan geçiyoruz.
Son günlerde Halk TV ile CHP arasındaki süregiden ve giderek düzeysizleşen tartışma Özdemir Asaf’ın şu sözlerini aklımıza getiriyor: “Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler.” AKP ve Genel Başkanı, 20 yılı aşkın iktidarı süresince bütün alanlarda olduğu gibi basının, medyanın, gazeteciliğin modern toplum içindeki mutat anlamını ve önemini kökten değiştirdi ve hatta dinamitledi. Pek çok insan AKP’nin sadece medya sermayesini kontrol ettiğini, medya gruplarının bir kısmını siyasal İslamcı sermayeye teslim ederek, geri kalan kısmını da tamamen taşeronlaştırarak mutlak bir denetim altına aldığını ve mevzunun bundan ibaret olduğunu sanıyor olabilir. Fakat durum sermaye kontrolünün ötesinde bir yıkıma işaret ediyor.
AKP iktidarı, medyayı Özal zamanında başlayan ve kendi iktidar döneminde şahikasına ulaşan bir iş takipçiliği pratiğine indirgeyerek medya kuruluşlarının yürüttüğü tüm faaliyetlerin saygınlığını ve anlamını ortadan kaldırdı. AKP iktidarından da önce başlayan star gazeteci ve köşe yazarlarının gazetecilik adı altında yürüttüğü iş takipçiliği, günümüzde gerçekten gazetecilik yapanların yaptıkları işi de töhmet altında bırakır hale gelmiştir. Yeni yetişen nesiller, sosyal medyadan influenserlık yapan, köşesinde analiz adı altında bir yatak markasının reklamını yapan, habercilik adı altında parti propagandası yürüten gazetecileri ve medya kuruluşlarını yadırgamaz hale gelmiş durumda. Bu koşullar altında Halk TV ile CHP arasında yapılan ve Genel Başkan Yardımcısı Eren Erdem’in de işaret ettiği gibi Sayıştay raporlarına da geçecek kadar doğal karşılanan (Buradaki doğallaştırmanın hukuki açıdan olduğunu, etik bakımdan var olan sorunun kesinlikle umursanmadığını dikkatinize sunarım) bir durum olduğunu görüyoruz.
Son zamanlarda yapılan tartışmalarda herhangi bir partinin kendi propagandasını yapacak bir medya kuruluşunun olmamasına o kadar doğal şekilde işaret ediliyor ki, akıl alır gibi değil. Muhalif diye bilinen bir medya kuruluşunun kurucusu, bir politik analiz programında İyi Parti ile ilgili bir yorum yaparken, partinin elle tutulur bir medya organının dahi olmadığından doğallıkla bahsediyor misal. Bir medya kuruluşunun herhangi bir siyasi partinin yayın organı olarak faaliyet göstermesi demek ki bu kadar kanıksanmış durumda. Bunun bu denli kanıksanmış olmasının kuşkusuz en temel sebebi, AKP iktidarının denetim altında tuttuğu medya kuruluşlarındaki bütün köşe başlarını ve kapıları kendi dışındaki hiçbir siyasi hareketin varlık göstermesine ve hatta nefes almasına dahi izin vermeyecek denli kapatmış olmasıdır. Bu gerçekliği göz ardı etmenin safdillik olduğunu unutmayarak şunu da akıldan asla çıkarmamak gerekir: “Gazetecinin, devletin onayladığı bir çalışma lisansı ya da otorite kurabileceği laboratuvar önlüğü ve stetoskopu yoktur. Son derece zor olan görevi, olgulara ve hikayeye bağlı kalırken bunu altta yatan önemli sorunların vurgulandığı bir bağlama oturtmaktır.”1
CHP ile Halk TV arasında yapılan protokolün içeriğinin ne olduğundan bağımsız olarak, uzun zamandan beri bu kanalın CHP’nin resmi ya da gayriresmi televizyon kanalı olduğunu pek çok izleyici kanıksamış durumdaydı. Kuşkusuz yine altını çizmek gerekirse, bunun kanıksanmış olmasının en önemli nedeni AKP iktidarının yarattığı havuz medyasıdır. Kuşkusuz bu önemli bir sorun ancak, şunu artık herkes biliyor olmalı, rakibinizle mücadele ederken, onun kurallarıyla oynarsanız bir süre sonra ondan hiçbir farkınız kalmaz, ya da Nietzsche’nin ünlü sözüyle farklı bir şekilde de ifade edecek olursak “Uzun süre uçuruma bakarsan, uçurum da sana bakar.” Uzun yıllara yayılan AKP iktidarı ile mücadele etmek için onun yaptığı gibi bir medya kuruluşunu koşulsuz şekilde partinin propaganda aracı haline getirmek, sizi parti olarak asıl gücü elinde bulunduran iktidar partisinden farksız hatta ondan daha pespaye hale getirir. Bir politik hareketin yapması gereken, gazeteciliğin kriz içinde olduğu günümüzde, kendisine bir propaganda aparatı kurmak yerine, halkın haber alma hakkını önceleyen bir yayıncılık anlayışını kitlesel halk desteğiyle ayağa kaldırmak olmalıdır. Artık kitleler, bir partinin vulgar bir propaganda dilini desteklemiyor, hele de bunu bir medya kuruluşunda yapıyorsanız “Bunun iktidarın havuz medyasından ne farkı var ki?” haklı sorusunu sorarak, son kertede güçten yana tavır koyarak gücün aslına rücu ediyor yani iktidarı destekleme yolunu seçiyor. CHP ve Halk TV arasındaki bu düzeysiz tartışmayı bu gerçeği göz ardı etmeden yorumlamak ve buna göre bir yol çizmek gerekiyor.
1- Michael Schudson (2022), Gazetecilik Neden Önemli? (Çev. Gülseren Adaklı), Ankara: um:ag Yayınları, s. 17.