İşçilerle NATO sohbeti | "NATO’dayken antiemperyalist olunmaz"
İşçiler, ne kadar karşı çıksalar da ülkenin savunması için NATO’nun gerekli olabileceğini düşünüyor. Ancak tartıştıkça NATO’nun savaş politikalarının da emekçilerin çıkarına olmadığı anlaşılıyor.
Fotoğraf: NATO
Emirhan DURMAZ
İzmir
Cumhurbaşkanı Erdoğan, aşina olduğumuz üzere “Dün dündür, bugün bugündür” sözündeki gibi Demirelvari bir politik hamleye daha imza attı. Öyle ki arka planda belirli pazarlıklar yürütmesine rağmen “İslam karşıtı odaklar ve terör örgütleriyle yakın” bularak İsveç’in NATO’ya üyeliğine karşı çıkan Erdoğan, İsveç’in NATO’ya katılımına yeşil ışık yaktı. Seçim döneminde İHA ve SİHA’lar üzerinden antiemperyalizm naraları atan ve kur dalgalanmaları konusunda “Emperyalist ülkelerle ekonomik savaştayız” argümanını ileri süren iktidar, bu kararıyla “antiemperyalizm” tartışmasını yeniden başlatmış oldu.
‘ERDOĞAN ÇELİŞKİLERİN ADAMI’
Peki işçi ve emekçiler açısından NATO’nun genişlemesi ne anlam ifade ediyor? Türkiye’nin buradaki konumunu nasıl değerlendiriyorlar? İzmir Buca’da bir grup işçiyle yürüttüğümüz tartışmalarda, Erdoğan’ın dış politikaya dair içerideki argüman ve propagandasının karşılık bulmadığını görüyoruz. İzmir otogarında çalışan Vefa, seçim dönemi ortaya konan “dış güçlerle mücadele” söylemlerini gerçekçi ve samimi bulmazken, Erdoğan’ı “çelişkilerin adamı” olarak tanımlıyor: “Erdoğan Türkiye’de muhafazakar kesimleri temsil ediyor ama diğer yandan Kur’an’ı yakanlara ses çıkarmayan İsveç’in NATO’ya katılmasına evet diyor. Öncesinde Biden ile görüşmüştü. Türkiye’nin AB’ye alınması, silah anlaşmaları gibi bazı istekleri de vardı. Çıkarı olduğu için karar değiştirdi muhtemelen.”
‘İKİ TARAFI DA KARŞIMIZA ALMAMALIYIZ’
Bunun üzerine Vefa’ya Türkiye’nin NATO üyesi olduğunu ve İsveç’e evet demenin NATO’nun daha da genişlemesi anlamına geldiğini hatırlatarak, “NATO’nun genişlemesi bizim için neyi ifade eder?” diye soruyorum. 3. Dünya Savaşı’nın çanlarının çaldığını düşünen Vefa, Türkiye’nin olası bir savaşta kendine yetemeyeceğini söylüyor: “NATO’nun genişlemesi evvela Rusya gibi bir tehdidi doğuruyor. Bu genişleme, Rusya ile aramızı bozabilir. O açıdan hiç hayrımıza değil. Bence Rusya’nın ya da ABD’nin yanında olmak zorunda değiliz. İkili politika yürütülmeli. İkisini de karşımıza almamalıyız. NATO da Rusya da askeri açıdan lazım. İkisi de küstürülmemeli.” Ardından “Peki, Türkiye neden savaşın bir tarafı olsun?” diye sorunca “Hiçbir faydası olmaz tabii ki. Ancak biraz zorunluluk bu. Fiziki konumumuz ortada. Diğer yandan biz pek de savaştan uzak duracak bir millet değiliz” diyor.
Diğer işçiler genelde arkadaşlarının söylediklerine katılıyorlar. Alper adında genç bir işçi de Erdoğan yönetiminin eylem ve söylem birliğinin olmadığını belirterek, Vefa’ya destek veriyor: “Hem onların doları varsa bizim Allah’ımız var deyip hem de NATO’nun genişlemesine evet diyerek ABD’ye güç vermek tutarlı değil. Türkiye’nin dış güçlerle mücadele içinde olduğu söylemi de gerçekçi değil.” Alper’e Vefa’nın az önce Rusya ve ABD denkleminde iki tarafın da gönlünün hoş tutulması yönündeki düşüncelerini soruyorum. Bunun üzerine Alper, “Her iki tarafa da hoş olmak bağımsızlığın önünde engel. İlla ki Türkiye’yi kendi emelleri için kullanıp atarlar. NATO’ya katılmak için Kore’ye asker göndermedik mi mesela, ne işimiz vardı orada? Elbette kendi kendine yeten, tarafsız bir ülke olmalıyız. Ancak NATO bir savunma örgütü olması sebebiyle yararlı. AKP’ye gelince elbette hem antiemperyalist olup hem NATO’da olunmaz.” Emperyalizmi ise “Güçsüz ülkelere çökülen işgalci düzendir” diye tanımlıyor.
NATO’NUN GENİŞLEMESİNE KENDİ ÇIKARLARIMIZDAN BAKMAK
İşçiler, Erdoğan’ın keskin dönüşlerini çelişkili ve tutarsız diye değerlendirse de NATO’nun genişlemesine ve savaş politikalarına kendi maddi ve sosyal koşulları üzerinden yorum yapmıyorlar. Öyle ki Türkiye’nin jeopolitik konumu dolayısıyla tarafsız kalamayacağı savı ileri sürülürken, sınıfsız ve tek uluslu homojen bir kapsama hapsedilen millet söylemine kanalize biçimde “savaştan uzak duracak millet değiliz” söylemi öne çıkıyor. Emeğin GSYİH’ten aldığı payın giderek eridiği ve yüzde 23.7 bandına kadar düştüğü günümüz koşullarında, silah ve savunma sanayii tekellerinin kârlarını artırdığı; kamu hizmetlerine, sosyal harcamalara ve emekçilere ayrılan bütçenin her geçen gün daha da azaldığı gerçeği ne yazık ki göz ardı ediliyor.
Savaşın halklar için hayırlı olmadığını söyleyen işçiler yine de savaşın bir tarafı olmayı “zorunluluk” görüyor. Oysa NATO kendi tanımlamasının aksine bir savunma örgütü olarak değil; işçi sınıfının tarihte ilk kez iktidar deneyimini yaşadığı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğine ve akabinde küresel ölçekte işçi ve emekçilerin tüm hak arama mücadelelerine saldırı örgütü olarak kuruldu. NATO eliyle pek çok ülke savaşlara, darbelere ve iç savaşlara gebe bırakıldı. NATO’nun genişlemesi silahlanmaya ayrılan bütçenin daha da artması, dolayısıyla bizlerin daha fazla sefalet koşullarına ve güvencesizliğe mahkum edilmesi anlamına geliyor. Bu yüzden NATO’nun genişlemesine hayır demek, Türkiye’nin NATO’dan ayrılmasını talep etmek en çok işçi ve emekçilerin çıkarınadır.