Merdan Yanardağ: Tutuklama nedeni bağımsız medyaya gözdağı vermek
TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ tutuklu bulunduğu Silivri Cezaevinden sorularımızı yanıtladı.
Fotoğraf: DHA
Gözde TÜZER
İstanbul
TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ 1 Temmuz 2023’te Öcalan'a ilişkin bir değerlendirmesi gerekçe gösterilerek “Terör propagandası yapmak” iddiasıyla önce hedefe konuldu, ardından “Suçu ve suçluyu övmek” iddiasıyla tutuklandı. Programda iktidarın, devletin infaz kanununu adil bir şekilde herkese uygulayarak, Öcalan’ın avukatları ve ailesi ile görüşme hakkının verilmesinin hukukun gereği olduğunu söylediğini aktardı ve “O zaman, ‘Kamuoyu Öcalan’ın ne söylediğini öğrenir ve böylece spekülasyonların önüne geçilir, iktidar tarafından bir tehdit ve siyasal araç olarak kullanılmaz’ dedim” ifadelerini kullandı. Yanardağ şöyle dedi: “Kıyamet buradan koptu. Çünkü böylece dar bir alanda yürütülen tartışma birdenbire toplumun geniş bir kesimine ulaşmış oldu. İktidarın elindeki oyuncak alındı ya da daha makul bir ifade ile bu oyuncağını kaybetme riskiyle karşı karşıya kaldı diyebilirim.”
SİLİVRİ’NİN MİSAFİRLERİ
Merdan Bey öncelikle çok geçmiş olsun. Silivri Cezaevinde tutuklu bulunuyorsunuz.TELE1’de söylediğiniz cümleler (Üstelik kesip parçalanarak) nedeniyle 1 Temmuz’da tutuklandınız. Silivri Cezaevini ve koşulları biraz anlatabilir misiniz?
Silivri bu rejimin simgesidir. Özellikle 2008 yılından itibaren iktidarın tehdit değerlendirmesine göre “misafirleri” kısmen değişse de; rejimin simgesi olma özelliği değişmedi. Misafirleri arasında da değişmeyen tek kesim solcular, sosyalistler, cumhuriyetçiler ve ilerici kesimler oldu. Silivri zulmün, baskının, kumpas davalarının, cumhuriyetin ilerici birikimlerine, laikliğe, demokrasiye ve insanlığın kazanımlarına karşı saldırının simgesidir.
Silivri’den geçmek, yolu buraya düşmek de neredeyse, bu ülkenin yurtseverlerinin, aydınlarının, demokratlarının, sosyalistlerinin bağımsız ve toplumsal sorumluluklarını inceleyen gazetecilerin adeta kaderi oldu.
Benim tutuklanmam kasıtlı olarak bayram tatiline denk getirildi. Çünkü ortalık Kerbela gibiydi. Bütün yetkililer izindeydi. En temel ihtiyaçlarımı bile gidermekte zorluk çektim. Cezaevindeki personelin ve yönetimin özel bir kastı yoktu. Tam tersine iyi niyetli bir yaklaşımla sorunları çözmeye çalıştılar. Ancak, gazete, televizyon, tuvalet kağıdı ve saat gibi yaşamsal diyebileceğim ihtiyaç malzemeleri bile yoktu. Temizlik malzemelerine bile güçlükle ulaştım. Temel ihtiyaçları personelin iyi niyetli yaklaşımı ve buradaki tutuklu ve hükümlü dostlarımızın desteği ile giderdim. Arkadaşlara teşekkür ediyorum. Ancak apar topar 9 günlük bayram tatilimin ilk günü (arife günü) tutuklama kararı vermek, art niyetli bir tutum diye düşünüyorum.
Artık bu tip sorunları tamamen aştık. Can Atalay, Osman Kavala, Tayfun Kahraman ve diğer dostlarımızın dayanışması çok değerli idi. Burada bir kez daha anmak isterim. Cezaevinde özel bir kötü tutum yok.
"HİÇBİR ŞEKİLDE BAŞARAMAYACAKLAR"
Tutuklanmaya giden süreç de oldukça sorunluydu. TELE1’de yayımlanan “4 Soru 4 Cevap” programında Abdullah Öcalan’la ilgili söyledikleriniz tam 5 gün sonra sosyal medyaya düştü. Üzerine hedef gösterildiniz ve ardından tutuklama… Öncelikle tutuklanmaya giden süreci biraz anlatabilir misiniz? Neden sizi tutukladılar?
Kuşkusuz bu operasyonun öncelikli nedeni; benim üzerimden bağımsız ve muhalif medyaya gözdağı vererek ve geri çekilmeye zorlamak hatta susturmaktır. Bunu hiçbir şekilde başaramayacaklar. Yine bu hedefle bağlantılı olarak seçim sonrasında içine girilen yeni dönemde topluma korku salarak büyük muhalefet potansiyelini -ki yüzde 48’lik çok büyük bu ülkenin geleceğini kuracak önemli bir kitledir- sindirmektir. Bunu başarıp başaramayacakları büyük ölçüde bize bağlıdır.
Yönettiğim ve günlük yorum programları yaptığım haber televizyonu TELE1’in çok geniş bir toplum kesimine ulaşması siyasal ve toplumsal yaşam ve mücadele süreçleri üzerinde etkili olması da bu operasyonun nedenleri arasındadır. Özellikle seçim öncesinde ve hemen sonrasındaki yayınlarımızın bu konuda önemli bir rol oynadığını düşünüyorum.
Cumhuriyetçilerin, solcuların, sosyalistlerin, yurtseverlerin yoktan var ettikleri ve “büyük medya” alanına taşıdıkları bir basın kuruluşunun başarılı olmasını hazmedemedikleri anlaşılıyor.
Bu operasyonun en önemli nedeni ise hiç kuşkusuz tutuklamaya gerekçe yapılan 20 Haziran 2023 tarihli programda iktidarın iki yüzlü ve siyasal sahtekarlığa dayalı Kürt siyasetini eleştirmem ve bazı hesaplarını deşifre etmemdi. Bu nedenle 14-15 dakika süren değerlendirme ve yorumlarımı bağlamından kopararak, 62 saniyelik bir montaj video hazırlayıp sosyal medya üzerinden servis edip bir linç kampanyası başlattılar. Hem de programdan tam 5 gün sonra. Sonra da savcılık devreye girdi.
"ENSARİOĞLU’NUN GÖRÜŞLERİNİ TARTIŞTIM"
Programda söyledikleriniz özellikle AKP’nin izlediği politikalar üzerineydi. Ancak konu programda nasıl gündeme geldi ve sonrasında ne oldu?
Ben söz konusu programda AKP’nin İmralı üzerinden yaptığı hesapları ortaya koyarak izlediği politikaları eleştirdim. İktidarın İmralı’yı siyaseti düzenlemek için bir araç olarak kullanmaya çalıştığının altını çizdim. Böylece iktidarın elinden ihtiyaç duyduğunda kullandığı bir silahı aldım ya da almaya kalktım diyebilirim. Bu “silah” siyasal alanda da tartışılan ve tecrit diye ifade edilen durumdu. Ben AKP’nin yeni bir açılım hesabı yaptığı ya da yerel seçim öncesinde Kürt yurttaşlarımıza yönelik yeni bir manipülasyon hazırlığı yürüttüğü öngörüsüyle bu konuyu ele aldım. AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu’nun bu konuya ilişkin olarak verdiği mülakattaki görüşlerini tartıştım.
Ensarioğlu yeni bir açılım sürecine ihtiyaç duyulursa, böyle bir girişimi başlatabileceklerini belirtiyor ve Öcalan’a uygulanan “tecrit” nedeniyle de Selahattin Demirtaş’ı suçluyordu. Konuyu programda ele almamın nedeni Ensarioğlu’nun bu sözleriydi. AKP Milletvekili daha önceki açılım sürecinin başarısızlığını da yine Demirtaş’a bağlıyordu. Bana AKP’nin böyle bir çıkışı neden yaptığı sorulunca; “İki olasılık var” dedim, “Ya Ensarioğlu Apocu oldu ya da yine iki yüzlü bir açılım süreci için zemin hazırlıyorlar” diye yanıt verdim. Bu işin ironi kısmıdır. Ensarioğlu, Öcalan için “anlayışlıydı” diyor ve bir af olasılığından da söz ediyordu. Ben de AKP’nin iki yüzlülüğüne örnek vererek, seçim öncesinde muhalefete yönelik “Apo’ya af çıkaracaklar” şeklindeki propagandalarını anımsattım.
Bunun üzerine iktidarın, devletin infaz kanunu adil bir şekilde herkese uygulayarak, Öcalan’ın avukatları ve ailesi ile görüşme hakkının verilmesinin hukukun gereği olduğunu söyledim. O zaman, “Kamuoyu Öcalan’ın ne söylediğini öğrenir ve böylece spekülasyonların önüne geçilir, iktidar tarafından bir tehdit ve siyasal araç olarak kullanılmaz” dedim.
Kıyamet buradan koptu. Çünkü böylece dar bir alanda yürütülen tartışma birdenbire toplumun geniş bir kesimine ulaşmış oldu. İktidarın elindeki oyuncak alındı ya da daha makul bir ifade ile bu oyuncağını kaybetme riskiyle karşı karşıya kaldı diyebilirim.
Programdaki diğer ifadeler yer yer ironiyle söylenmiş, deyim uygunsa olayın “magazin tarafı”dır. Asıl mesele infaz hukukunun herkese adil şekilde uygulanması gerektiği gerçeğini hatırlatmış olmaktır.
Şimdi sormak gerekiyor; bir iktidara “Devletin infaz kanununu herkese adil şekilde uygula” demek ne zamandan beri suç oldu? Dahası böyle bir suç olabilir mi? İktidar kendi yasalarını bile çiğneyerek “Nazi hukuku” uyguluyor. Yani fiile (suç) bakarak karar veriyor. Eğer bir kişi kendileri için bir tehlike veya tehdit oluşturuyorsa ve yasal bakımdan bir suçu yoksa bile, icat ediliyor. Amaç kendileri için tehlikeli olan ya da olma potansiyeli taşıyan kişiyi bertaraf etmek, susturmak ve etkisizleştirmektir.
Ortada tutuklanmayı gerektiren bir suç bulunmuyor. Asıl sorun, iktidarı ve muhalefeti ile kurulan sessiz ya da fiili mutabakatı bozmuş olmam ve yasak bir tartışmayı geniş bir kesimin ve kamuoyunun gündemine getirmemdir. İddianamede bu nedenle benim “işin magazini” dediğim konu yani “Filozof, zeki, siyaseti iyi okumak” gibi sözler öne çıkarılmak ve asıl mesele gizlenmek isteniyor. Oysa bu sözler AKP’liler ve yandaşların daha önce söylediklerine bir göndermeyle söylenmiş ve olayın deyim uygunsa magazinini oluşturan kısmıdır.
Asıl dert başkadır. Suç icat etmeye ve bütün demokrasi güçlerini, bağımsız gazetecileri tehdit etmeye çalışıyorlar.
Ama, hukuksuzluğa ve zorbalıklara karşı boyun eğmeyeceğim. Demokrasi ve hukuk mücadelesini her koşulda sürdüreceğim.
BASKI VE SANSÜR AYGITI: RTÜK
Söyledikleriniz sonrası yayın yönetmeni olduğunuz TELE1 kanalına da RTÜK tarafından ceza verildi, ancak bu mahkemeden döndü. RTÜK bugünün Türkiye’sinde nerede duruyor? Kararı nasıl değerlendirdiniz?
RTÜK, iktidarın bağımsız medya üzerindeki baskı ve sansür aygıtlarının en önemlisidir. TELE1’e yönelik neredeyse her hafta bir para ve yayın durdurma cezası veriyorlar. Nedeni belli. Yukarıda da söylediğim gibi TELE1’in halktan yana bağımsız ve toplumcu yayınları bu ceza ve saldırıların nedenidir.
Biz de RTÜK’e karşı ceza iptal davaları açıyoruz. Bu davaların bir bölümünü kazanıyoruz. Çünkü, gizlenemeyecek kadar keyfi ve hukuk dışı cezalar veriyorlar. En ağır olanı benim söz konusu programım nedeniyle verilen son cezaydı. Üç ayrı ceza verildi. Mahkeme, bizim başvurumuz üzerine; yürütmeyi durdurma kararı verdi. RTÜK itiraz edecektir ama önemli bir kazanımdır hukuk adına.
İTİRAZ EDİLEMEZ BİR KONUMA YERLEŞTİRME İSTEĞİ
Tutuklu gazetecilerin sayısı malum. Ancak bir yandan da ilk duruşmada gazeteciler serbest kalıyor. Ankara’da tutuklanan gazeteciler, Diyarbakır’daki gazeteciler, Safiye Alağaş… İlk duruşmada tahliye olan gazetecilerden. Bu uzun tutukluluk sürelerine dair ne söylemek istersiniz?
Gazetecilerin mesleki faaliyetleri gerekçe gösterilerek tutuklanması; iktidarın ve Cumhurbaşkanının eleştirilemez, itiraz edilemez ve sorgulanamaz bir konuma yerleştirilmek istenmesidir. Bir tür “kutsallık” ihdas etme girişimidir. Bağımsız ve muhalif medyayı geri çekilmeye zorlamaktır. Denetlenemez bir patrimonyal sultanizm rejimi yaratmaktır. Demokrasiye yönelik asıl tehdit budur.
Bir yandan cezaevindeki gazeteciler, bir yandan sansür otosansür, diğer yanda gazeteciler üzerindeki yoğun baskı. Ne yapmak gerek?
Bu girişimi önlemenin yolu, her iki kişiden birinin “hayır” dediği iktidara karşı oluşan demokratik muhalefeti emek eksenli bir perspektifle birleştirmektir. Bağımsız medya kuruluşlarına sahip çıkmak ve yaşatmaktır. İdeolojik derinliği olmayan, felsefi arka planı kurulmamış “değişim” tartışmalarıyla yüzde 48’lik büyük ve çok önemli toplumsal muhalefet potansiyelinin değersizleştirilmesini önlemektir.