Yüksek Kaldırım’dan Leningrad’a bir şehrin faşizme karşı direniş senfonisi
Şostakoviç senfonisini Lenin’in kendisi yerine dişini tırnağına takmış direnen Lenin’in şehrine ithaf etmiştir. Böylece 7. Senfoni Leningrad Senfonisi adını almıştır.
Fotoğraf: Dmitri Shostakovich'in el yazması 7. senfoni notaları
“4 lambalı 29 modeliydi hapishanedeki radyo
On beş gün önce yolladılar halkevinden,
koridora kurdular.
Dışarıda, soğuk ve cam gibi gecenin altında
tüyleri diken diken, kaskatı bozkır,
İçerde, hapishane uykusundadır.
İçerde yalnız dört kişi uyanık:
nöbet yerinde gardiyan
(taşlığa ateş yakmış ısınmakta)
Ve radyo başında Halil,
köylü ressam Ali, Beethoven Hasan.
Sesi kısmışlar,
Ve 500 kilometre güneylerinde turunç bahçesini dolduran senfoniyi
onlar da dinliyorlar Moskova’dan.”
Yukardaki dizeler Nâzım Hikmet’in 1952 yılında Halk Gençliği Yayınevi tarafından Sofya’da yayımlanmış Moskova Senfonisi adlı kitabından alıntılanmıştır. Bursa Cezaevinde kaleme alınan Moskova Senfonisi “Memleketimden İnsan Manzaraları” destanında 310 dize eksiği ile yerini almıştır.
Cezaevinde köylü ressam Ali ve “Bethoven Hasan’la” birlikte 4 lambalı ve 29 model radyonun başında Moskova Radyosunun yayınladığı senfoniyi dinleyen Halil, Nâzım Hikmet’tir. Tarih olasılıkla 29 Mart 1942’dir ve radyo Şostakoviç’in 7. Senfonisi’nin Moskova Prömiyerini yayımlamaktadır. Her ne kadar Nâzım Hikmet kitabının adını Moskova Senfonisi koysa da Şostakoviç’in 7. Senfonisi Leningrad’a ithaf edilmiştir ve Leningrad Senfonisi olarak bilinmektedir.
7. Senfoni adeta Nâzım Hikmet’in dizeleri ile yeniden seslendirilmiştir. Şiirde önce kemanlar dile gelip insanın insanı sömürmesini sorgulatır. Ardından “fülütler” kız kardeş sesiyle hayatın ve aşkın adamlarını anlatırken, “viyoller” bir bıçak gibi sözü alıp hayatın ve aşkın adamlarının çarpışa çarpışa çekilişini ve tepeden tırnağa kan içerisinde olduklarını haykırır. Sonrasında klarnetlerle kontrbaslar sözü alır ve bütün seslerin üstündeki ağırlıkları ile gadredici düşmanı itham eder. Sonra birden tüm sazlar susup sözü viyolonsele bırakır. Viyolonsel de top yekûn direnişle “ölümün adamlarına ölüm” diye seslenir.
Senfoninin notaları adeta Nâzım Hikmet’in dizeleri arasına sızmıştır. Radyonun başında bu şiirsel senfoniyi dinleyen “Bethoven Hasan” saçlarından parmaklarını çıkararak:
“-Ne kuvvetli şey bu, diye mırıldandı, ne kuvvetli şey, sazları insan gibi konuşturmuş herif!...” der. Böylece Şostakoviç’in notaları ile Nazım Hikmet’in dizeleri arasındaki ayrım kaybolur.
Aslında Dimitri Şostakoviç eserini 8 Eylül 1941 tarihinde başlayan ve 872 gün süren Leningrad Kuşatmasından önce yazmaya başlamış ve eserini Lenin’e ithaf etmeyi planlamıştır. Ancak Leningrad Kuşatması dünya tarihini değiştirdiği gibi Şostakoviç’in eserinin kaderini de değiştirmiştir.
Şostakoviç savaş başladığında cepheye gitmek için başvuruda bulunmuştur. Ancak gözlerindeki kusur cepheye gitmesine engel olmuş, böylece Leningrad İtfaiyesinde gönüllü olarak çalışmaya başlamıştır. Şostakoviç kuşatmanın başladığı gün eline kalemini almış ve önündeki nota kâğıtlarına senfoninin ikinci bölümünü yazmaya başlamıştır. Kuşatmanın ilk aylarındaki tahliye sırasında Şostakoviç ayrılmak istemese de ailesiyle birlikte Leningrad ’tan Samara’ya gönderilmiştir.
Senfoni 27 Aralık 1941 tarihinde Samara’da tamamlanmıştır. Şostakoviç senfonisini Lenin’in kendisi yerine dişini tırnağına takmış direnen Lenin’in şehrine ithaf etmiştir. Böylece 7. Senfoni Leningrad Senfonisi adını almıştır. Leningrad Senfonisi toplam dört bölümden oluşmuştur: Allegretto, Moderato, Adagio ve Allegro non troppo. Şostakoviç senfonisinin bölümlerini şöyle tanımlamıştır: “Birinci bölüm, halkın mutlu yaşamını, kendilerine ve geleceklerine duydukları güveni anlatır. İkinci bölüm, güzel ve mutlu olayları bir araya getirir; bunun altını çizen bir hüzün ve dalgınlık izi vardır. Üçüncü bölümde yaşam sevinci ve doğaya karşı duyulan hayranlık anlatılır. Dördüncü bölümün ikinci teması senfoninin dönüm noktasıdır; muzafferane tema gittikçe gelişerek büyük ve neşeli finalde zirveye ulaşır."
Eser ilk olarak 5 Mart 1942 tarihinde Samara’da Bolşoy Tiyatro Orkestrası tarafından seslendirilmiştir. Ardından 29 Mart 1942 tarihinde Moskova prömiyerini yapmıştır ki bu konseri Bursa Cezaevinde radyo başında Nâzım Hikmet de dinlemiştir. Moskova prömiyeri sonrası Leningrad Senfonisinin partisyonunun mikrofilme çekilerek dünyaya tanıtılması fikri ortaya çıkmış ve konu Stalin’e açılmıştır.
Stalin’in Şostakoviç ve müziği ile inişli çıkışlı bir ilişkisi olmuştur. Şostakoviç, eserleri nedeniyle kimi zaman Stalin’in övgüsüne mazhar olmuş, kimi zaman da cezalandırılmış bir bestecidir. Ancak konu Hitler faşizmi ve Leningrad kuşatması olunca Stalin bu fikri bir propaganda fırsatı olarak görmüştür. Senfoninin Batı ülkelerine ulaşmasının hem Leningrad kuşatmasına dünyanın dikkatini çekmeye hem de Hitler faşizmine karşı uluslararası bir mücadele hattı oluşturmaya yardımcı olacağını düşünerek mikrofilmi dünya yolculuğuna çıkmasına onay vermiştir.
Mikrofilmler önce havayolu ile Tahran’a, Tahran’dan karayolu ile Kahire’ye ve ardından da tüm dünyaya ulaşmıştır. Leningrad Senfonisi Sovyetler Birliği dışında ilk olarak 22 Haziran 1942 tarihinde Londra’da, ardından da 19 Temmuz 1942 tarihinde New York’ta seslendirilmiş ve radyo yayını aracılığı ile de milyonlarca insana ulaşmıştır. Evet, Leningrad Senfonisi aracılığıyla yapılan uluslararası propaganda kuşatmanın uluslararası alanda bilinirliğine ve kamuoyu oluşmasına katkı sağlamıştır. Hatta Times dergisi 20 Temmuz 1942 tarihli sayısında kuşatmaya dikkat çekmek için itfaiyeci miğferi takmış Şostakoviç’i kapağına bile taşımıştır. Ancak kuşatma bu çabalara rağmen tüm acımasızlığı ile sürmüştür.
Kuşatma sırasında Leningrad’ın dış dünya ile bağlantısı sadece kışın en zorlu zamanlarında şehrin kuzey doğusunda bulunan Ladoga Gölü’nün donması ile sağlanabilmiştir. O da incecik bir kılcal damar aracılığıyla. Bu damar ne insanları Leningrad ’tan çıkaracak kadar geniş, ne de şehirdeki açlığa merhem olacak kadar zenginmiş. Sonuçta şehirde karneye bağlanmış ekmek tükenmiş, insanlar açlıktan kırılmaya başlamıştır. İnsanlar deri kayışlarını, ayakkabılarını haşlayarak suya geçen protein kırıntılarından; söktükleri duvar kâğıtlarını kaynatarak tutkalında kullanılmış olan un taneciklerinden medet umar olmuştur. Hatta sokaklardaki donmuş insan ve hayvan bedenleri bile yaşama tutunmanın çıpası haline gelmiştir.
Hitler artık Leningrad’ın düşeceğinden o kadar emindir ki bir tarih bile belirlemiştir; 9 Ağustos 1942. Hatta zaferini kutlamak için Astoria Otel’de vereceği kutlama resepsiyonunun davetiyelerini bile bastırmıştır. Bir şeyler yapılmalıydı. Açlıktan ve kuşatmadan topyekûn bitap düşmüş bir şehrin direncini artıracak ve düşmana karşı psikolojik üstünlüğü ele alacak bir şeyler. Leningrad Senfonisi bunun için biçilmiş kaftandı. Böylece dünyada gerçekleştirilmiş belki de en sıra dışı konserin hazırlıkları başlamıştır.
Leningrad Radyo Senfoni Orkestrası'nın şefi Karl Eliasberg, Leningrad Senfonisini ithaf edildiği şehrinde seslendirmek için kolları sıvamıştır. Bakmayın kolları sıvamış dediğime, aslında Eliasberg’in ayağa kalkmaya dermanı yokmuş. Ancak o haliyle dişini tırnağına takıp orkestrasının sanatçılarını aramaya koyulmuş ve Leningrad’ı kapı kapı dolaşmıştır. Kuşatma öncesi 40 kişi olan orkestrasının 15 üyesine ulaşmıştır. Orkestranın geri kalanı ya ölmüş ya da tahliye edilmiştir. Ulaştığı 15 müzisyen açlıktan bir deri bir kemik kalmış, skorbüt hastalığı nedeniyle ağrılardan, kansızlıktan mecalsiz kalmıştır. Orkestranın mecalsiz de olsa 15 üyesine ulaşılmıştır ulaşılmasına da, senfoni 100 kişilik bir orkestra için yazılmıştır. Orkestranın diğer müzisyenlerini bulmak için şehrin duvarlarına ilanlar asılarak amatör müzisyenler, müzik öğrencileri yardıma çağrılmıştır. Ayrıca cephede savaşan müzisyenlerin de aralarına katılımıyla orkestra oluşturulmuştur. Orkestranın oluşturulma çabaları sürerken de senfoninin 252 sayfalık partisyonu Samara’dan malzeme taşıyan bir uçakla Leningrad’a ulaştırılmıştır.
Orkestra provalara başlamıştır başlamasına da ne Karl Eliasberg’te provaya gelecek güç vardır ne de orkestra üyelerinde prova yapmaya yetecek derman. Eliasberg provalara kızakla getirilir, açlıktan titreyen müzisyenlere yaz günü kalın kıyafetler giydirilir. Provalar kâh orkestranın bitkin düşmesi kâh hava saldırıları nedeniyle sık sık bölünür. Provalar süresince orkestranın üç üyesinin açlıktan ölmesi sanırım durumun vahametini anlatmak için yeterlidir.
Akreple yelkovan birbirini kovalamış ve takvimler konser günü olan 9 Ağustos 1942 Pazar gününü göstermiştir. Konser öncesinde Şkval Operasyonu ile Leningrad’ı kuşatan Nazi topçu bataryaları ağır ateş altına alınmıştır. Böylece konserin Nazi top atışları ile engellenmesinin önüne geçilmiştir. Şehrin birçok yerine, özellikle de düşman askerlerinin konseri dinlemesini sağlamak için cephe hattına sayısız hoparlör yerleştirilmiştir. Hatta Hitlerin Astoria Otel’de yapmayı planladığı zafer resepsiyonuna nazire olarak Naziler için konser davetiyesi bile bastırılmıştır.
Saatler öğleden sonra altıyı gösterdiğinde hoparlörlerden şef Karl Eliasberg’in daha önce kaydedilmiş sesi duyulur: “Yoldaşlar! Şehrimizin kültürel tarihinde yer alacak büyük bir olay gerçekleşmek üzeredir. Birkaç dakika içinde, harikulade vatandaşlarımız Dmitri Şostakoviç’in ‘Yedinci Senfoni’sini duyacaksınız. Kendisi bu müthiş besteyi düşman Leningrad’a delicesine saldırdığı esnada yapmıştır… Faşist domuzların bütün Avrupa’yı bombaladığı ve Avrupa’nın da Leningrad’ın sonunun geldiğini düşündüğü esnada. Ama bu performans ruhumuzun, cesaretimizin ve savaşa hazır olduğumuzun şahididir. Dinleyiniz, yoldaşlar!”
Bir saat on beş dakika boyunca Leningrad’ın harikulade vatandaşları ve Nazi askerleri Leningrad Senfonisini dinlemiştir. Daha önce Naziler tarafından ölüler şehri olarak adlandırılan Leningrad bu konserle adeta küllerinden yeniden doğmuş ve tamı tamına 872 gün süren kuşatma bitene kadar Leningrad’a direnme gücü vermiştir. Kuşatma 27 Ocak 1944 günü sonlanmıştır. Leningrad Kuşatması sırasında bir milyonu sivilin olmak yaklaşık bir buçuk milyon insan ölmüştür.
Şostakoviç’in Leningrad Senfonisi’nin notaları sadece Nâzım Hikmet’in dizeleri içine sızarak bu topraklarla bağ kurmamıştır. Aslında Leningrad Senfonisinin notaları tam da göbeğinden bu topraklara bağlıdır. Notaların bu topraklara göbek bağı Şostakoviç’in kendi elleriyle yazdığı 7. Senfoni’nin partisyonunda saklıdır. Linkteki partisyonu büyütüp sayfanın sol alt köşesine dikkatlice bakacak olursanız ne dediğim daha iyi anlaşılacaktır. Evet, yanlış okumadınız sayfanın altında “Jorj D. Papajorjiu Yayımı Yüksek Kaldırım 92 İstanbul” yazmaktadır.
Peki, Yüksek Kaldırım 92 numaradaki Jorj D. Papajorjiu isimli musiki mağazasından alınmış nota kâğıtları nasıl olmuş da Şostakoviç’in Leningrad Senfonisinin notalarına yuva olabilmiştir? Aslında hikâye 19 Nisan 1935 tarihinde Karadeniz üzerinden gelerek Galata rıhtımına yanaşan Franz Mering adlı gemi ile başlamıştır. Bu gemide Atatürk’ün davetiyle Türkiye’ye konser vermek ve müzisyenlerle etkileşimde bulunmak için gelmiş Sovyet müzik heyeti bulunmaktaymış. Heyetin bir üyesi de 29 yaşındaki Dimitri Şostakoviç’miş. Şostakoviç heyette yer alan piyanist Lev Oborin ile Pera Palas’ın 147 numaralı odasına yerleşmiştir. Heyet İstanbul’daki etkinliklerini gerçekleştirdikten sonra Ankara’ya geçmiştir. Heyet Ankara’da Atatürk tarafından kabul edilmiştir. Ankara’da kaldıkları sürede ulaşımlarının sağlanması için Bakanların makam araçları müzik heyetine tahsis edilmiştir. Ankara’da verdikleri ilk konser sonrası Atatürk heyetin onuruna bir resepsiyon vermiş ve müzisyenlere üzerinde kendi resmi ve imzası bulunan altın kaplama, pırlanta işlemeli birer sigara tabakası hediye etmiştir.
Şostakoviç, Mustafa Kemal Atatürk’ün ülkede gerçekleştirmek istediği reformun bir parçası olarak katıldıkları bu gezi ile ilişkili olarak; “Olağan üstü bir geziydi; bir ay yedi günlüğüne Türkiye’deydik. Ülkenin ekonomik ve kültürel düzeyinin yükselmesine hepimiz tanık olduk, Türk sanatçılarla ve vatandaşlarla tanıştık, karşılığında biz de onlara Sovyet kültüründeki başarıları gösterdik’’ demiştir.
Sovyet müzik heyeti 5’i İstanbul’da, 15’i Ankara’da ve 3’ü İzmir’de olmak üzere Türkiye’de kaldıkları sürede toplam 23 konser vermişlerdir. Verdikleri her konserde ya da katıldıkları her resepsiyonda smokin giymek zorunda kalan Şostakoviç bu durumdan biraz dertliymiş. Hatta bu derdini şöyle ifade etmiş: “Smokin giymeyi Türkiye’de öğrendim. Çünkü her akşam giymem gerekiyordu. Eve döndüğümde arkadaşlarıma ve tanıdıklarıma da gösterdim. Smokin giyme eziyetim Viyana ve Türkiye arasındaki bir futbol maçıyla ödüllendirildi. Avusturyalılar gol attığında stadyumda çıt çıkmıyordu. Maç sona ererken müthiş bir kavga çıkmıştı.”
Şostakoviç’in bahsettiği futbol maçı İstanbul’da kaldığı sırada en ön sırasından izlediği, Fenerbahçe ile Avusturya’nın Libertas takımı arasında oynanan ve Libertas’ın 2-1 üstünlüğüyle biten maçmış. Bu noktada Şostakoviç’in futbolla ilişkisine ayrı bir parantez açmak isterim. Şostakoviç bir futbol tutkunu ve 1925 yılında Leningrad’da kurulmuş olan Zenit futbol kulübünün de sıkı bir taraftarıymış. Futbolu zarif ve karmaşık hareketlerden oluşan özel bir tür koreografi olarak görmüş ve futbolu kitlelerin balesi olarak tanımlamıştır. Şostakoviç’in futbol ve bale ilişkisi sadece kurduğu cümlelerle sınırlı değilmiş. Bir Sovyet futbol takımının hikâyesini anlatan “The Golden Age” isimli bale eserinin müziklerine de o imza atmış. Ayrıca Şostakoviç’in “The Second Waltz” adlı eseri 18 Mart 2009 tarihinde Amsterdam’da Ajax ile Olympique Marseille arasında oynanan futbol maçını adeta taraftarlar tarafından sahnelenen bir bale gösterisine dönüştürmüştür. Maç başlamadan önce Hollandalı kemancı Andre Rieu üzerinde smokini, elindeki kemanı ile yeşil sahaya çıkmıştır. Sonrasını buradan izleyebilirsiniz.
Şostakoviç’in futbolla olan ilişkisine dair açtığım parantezi burada kapatarak yeniden konumuza döneyim.Şostakoviç Leningrad Senfonisini yazdığı nota kâğıtlarını olasılıkla Pera Palas’ta kaldığı dönemde almıştır. Belki de Galata Kulesini görmek için Tünel’den aşağı doğru salınırken Yüksek Kaldırım’lı dar sokakta, şu an yerinde bir tavuk dönerci ile bijuterinin olduğu Jorj D. Papajorjiu musiki mağazasını görmüş ve gözleri ışıldayarak girdiği musiki mağazasından nota kâğıtlarını satın alarak Leningrad’a götürmüştür. Böylece Yüksek Kaldırım’dan alınan nota kâğıtları Leningrad’ta Şostakoviç’in kaleminden dökülen notalarla bezenmiş ve faşizme karşı direnen bir şehrin destansı müziğine dönüşmüştür.
Meraklısına not: Nâzım Hikmet’in 1952 basımı Moskova Senfonisi kitabına buradan ulaşabilirsiniz. Kitabı okurken dinlemeniz için Leningrad Senfonisinin linkini de buraya bırakıyorum.
- Vadedilmiş harfler 10 Ekim 2024 10:21
- Umut ayracı 26 Eylül 2024 10:24
- Fenike’den Marsilya’ya, uzodan rakıya… 12 Eylül 2024 12:41
- Bütün yollar Rom’a çıkar 29 Ağustos 2024 10:33
- Bitiş çizgisi 15 Ağustos 2024 04:54
- Çayın yolculuğu 01 Ağustos 2024 08:30
- Kafatası çağı 18 Temmuz 2024 10:00
- Çok kapılı oda 08 Temmuz 2024 10:44
- Yoldan sonra 28 Haziran 2024 09:23
- Bir “Yol” Hikayesi II 13 Haziran 2024 13:49
- Bir “Yol” Hikayesi 30 Mayıs 2024 13:20
- İçimizdeki İrlandalı 16 Mayıs 2024 12:53
- İşçiler marş söyleyerek sahneye girerler… 01 Mayıs 2024 10:10
- Emek bizim, söz bizim… 26 Nisan 2024 04:30
- Sol açık 18 Nisan 2024 11:30
- Kader kapıyı çalınca… 04 Nisan 2024 12:45
- Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin 21 Mart 2024 04:30
- İkiyüzlü ahlak kumkumalığı 07 Mart 2024 13:48
- Elde kaldı hüzün… 22 Şubat 2024 13:32
- Tüfenk üçlemesi: Mavzer 01 Şubat 2024 10:47
- Tüfenk üçlemesi: Aynalı Martin 18 Ocak 2024 11:50
- Tüfenk üçlemesi: Filinta 04 Ocak 2024 13:45
- Gayrı döner oldum 21 Aralık 2023 14:58
- Kayyum rejimi 07 Aralık 2023 12:54
- Kimdi giden kimdi kalan 23 Kasım 2023 11:01
- Eni vici vokke 02 Kasım 2023 13:04
- Şeytanın ışıltısından insanlığın karanlığına 19 Ekim 2023 09:52
- Dayanışma ezilenlerin inceliği midir? 28 Eylül 2023 12:20
- Amerikan İç Savaşı'ndan İngiltere'ye gariptos ağaçlarının hışırtısı 14 Eylül 2023 11:12
- Cehennemin kapısından Bakırköy’ün avlusuna… 31 Ağustos 2023 10:22
- Irgatın Türküsü 17 Ağustos 2023 11:32
- Mississipi’den Feshane’ye derinlik ve güvenlik meselesi 20 Temmuz 2023 04:07
- Birimize bir şey olursa ne yaparız? 06 Temmuz 2023 11:31
- Mordan öte 22 Haziran 2023 12:22
- Hakikat bükücülüğü 08 Haziran 2023 11:11
- Umut yorgunluğu 25 Mayıs 2023 10:44
- “Winner” ceket mütevazı mutfağa karşı 11 Mayıs 2023 11:11
- Savaş naraları 27 Nisan 2023 10:10
- Bellek oyunları 13 Nisan 2023 10:50
- Maraş, bahtı gara Maraş 23 Mart 2023 10:48
- Aradığınız devlet bulunamadı 02 Mart 2023 12:22
- Deprem değil, binalar öldürürmüş (!) 16 Şubat 2023 08:42
- Katil uşak 02 Şubat 2023 11:01
- Suyun kokusu 19 Ocak 2023 13:45
- Timsah armudu 05 Ocak 2023 10:27
- Yılın sözcükleri 22 Aralık 2022 11:09
- Franco’dan bugüne Dünya Kupalarından elimizde kalanlar 08 Aralık 2022 11:45
- Şah mat 24 Kasım 2022 09:19
- “Gördük biz bu filmi” 10 Kasım 2022 10:54
- Hakikat yolcusu 30 Ekim 2022 11:20
- Anlatılamamış masallar 27 Ekim 2022 10:14
- "In vino veritas" diğer bir deyişle "Hakikat şaraptadır" 13 Ekim 2022 11:07
- Suskun notalar 29 Eylül 2022 11:12
- Güney Kutbunun yeniden keşfinin hüzünlü hikâyesi 15 Eylül 2022 11:09
- “Sen ben Lenin” Bir de Ahmet Abi. 01 Eylül 2022 10:39
- Börklüce’den günümüze Eyyamı Bahur ya da namı diğer Köpek Günleri 18 Ağustos 2022 10:59
- Dünyanın eksenini kaydıran Hindistan’ın küçük cevizi 04 Ağustos 2022 10:39
- Dünyanın tadı baharı 21 Temmuz 2022 08:40
- Menekşe kokusu 07 Temmuz 2022 04:24
- İnsan kokusu 23 Haziran 2022 04:12
- Tiryak-i 02 Haziran 2022 11:37
- Bahar karşılama 19 Mayıs 2022 06:26
- Hıdırellez ateşi 05 Mayıs 2022 01:05
- Yelkenler fora 21 Nisan 2022 05:20
- Sözün gücü 07 Nisan 2022 06:05
- Lombardiya’dan Ukrayna’ya kemanın tınısı 24 Mart 2022 05:34
- Zeytinin hükmü 10 Mart 2022 05:55
- Geççek 24 Şubat 2022 05:15
- Allasen söyle nedir aşkın aslı astarı! 09 Şubat 2022 23:45
- Erguvan kokusu 27 Ocak 2022 05:49
- (N)isyan 13 Ocak 2022 04:53
- Yaşamın ağırlığı 30 Aralık 2021 05:42
- Kuşaklar boyu insan hakları 16 Aralık 2021 05:03
- Savaşı Durduran Kadınlar: Lili ve Marlen 02 Aralık 2021 04:23
- Herkesin bir Ahmet Kaya’sı vardır 18 Kasım 2021 04:00
- Şaka mı, şeker mi, yoksa patates mi? 04 Kasım 2021 05:43
- Memeli Zeus 21 Ekim 2021 06:51
- Son Bakış 07 Ekim 2021 05:30
- Kırmızı 22 Eylül 2021 23:43
- Asuman’dan Antonis’e Ege’nin iki yakası 09 Eylül 2021 04:46
- Her ekalliyeti düşünüyorum 26 Ağustos 2021 04:04
- Dezenfektan aşkı 12 Ağustos 2021 06:12
- Nomadland’den Rosetta’ya Göçebe Ruhlar 29 Temmuz 2021 06:35
- Lavinia 14 Temmuz 2021 23:08
- Ruhumda Sızı* 01 Temmuz 2021 06:46
- “Y” 17 Haziran 2021 06:06
- Vurmayın öldüm 03 Haziran 2021 03:56
- Gözümün nuru 20 Mayıs 2021 06:11
- İmgenin suskunluğu 06 Mayıs 2021 05:56
- Ruhlar Mezbahası İyi Günler 22 Nisan 2021 03:34
- Şiirci Geldi Haaanıım… 08 Nisan 2021 00:00
- Ata Abi 25 Mart 2021 05:08
- “Yurtsama”dan “gündedün”e “nostalji”nin çağrıştırdıkları 10 Mart 2021 23:20
- Gönülçelen kelimeler atlasım 25 Şubat 2021 05:00
- Harfiyat 10 Şubat 2021 22:41
- Utanç ne yana düşer usta... 28 Ocak 2021 04:20
- “... Ve Herkes için Adalet” 13 Ocak 2021 23:15
- Yattığınız yer incitmesin… 31 Aralık 2020 04:38
- San(a)saryan’dan Su’ya Mahsus Mahaller 09 Aralık 2020 22:44
- Ölüm, adın kalleş olsun… 26 Kasım 2020 04:03
- Depremin ruhsal sarsıntısı 12 Kasım 2020 04:59
- Notaların savaşla hesaplaşması 29 Ekim 2020 05:11
- Hırsızlar mağarası 15 Ekim 2020 00:00
- İyi ki TTB var! 01 Ekim 2020 06:30
- Heybeliada Sanatoryumundaki Hayalet 17 Eylül 2020 00:02
- Otokinetik etki ve norm oluşturma 03 Eylül 2020 05:06
- Ödemişli Muzaffer’den Amerikalı Sherif’e 20 Ağustos 2020 00:51
- Uygun adım marş!… 06 Ağustos 2020 05:18
- ERK-EK 23 Temmuz 2020 04:57
- İçimdeki yangın 09 Temmuz 2020 05:18
- Dededen toruna “Barış”ın inşası 25 Haziran 2020 01:00
- Esaretten kaçan köleden hasta, kamçıdan tedavi üretmek 11 Haziran 2020 00:00
- Kerli ferli yalanlar ve sosyal uyum 28 Mayıs 2020 00:00
- Elma dersem çık… 14 Mayıs 2020 00:30
- Yaşam için ölüme yatanlar 30 Nisan 2020 02:08
- Bastırılan geri döner 16 Nisan 2020 00:00
- Miasmadan Covid-19’a sağlıkçıların salgından korunma önlemleri 02 Nisan 2020 02:49
- Şimdiki zamanda bir distopya: Covid-19 18 Mart 2020 20:30
- Şehitler tepesi 05 Mart 2020 00:30
- Özlerimize kıymayın efendiler! 20 Şubat 2020 00:30
- Acının tonu 06 Şubat 2020 00:00
- Başlarken… 29 Ocak 2020 23:20