İstanbul depremi için çıkarılacak kanun İstanbul’u koruyacak mı?
Mimarlar Odası İstanbul Şube Başkanı Esin Köymen, Marmara depreminden sonraki yasal düzenlemelerle kentleri depreme dayanıklı hale getireceklerini söyleyenlerin tam tersi davrandıklarını belirtti.
Fotoğraf: Ali Aksoyer/DHA
Eylem NAZLIER
İstanbul
Türkiye Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki, olası İstanbul depremine yasal alanda planlanan hazırlıkların görüşülmesi için Meclisi olağanüstü toplantıya çağırmayı düşündüğünü söyledi. Bakan Özhaseki’nin açıklamalarını değerlendiren TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Esin Köymen, kentleri depreme dayanıklı hale getireceklerini söyleyenlerin tam tersi davrandıklarını aktararak, “Bütün yasal düzenlemelerin aslında depreme hazırlamak değil, kentleri daha da kötü hale getirmekle sonuçlandığını gördük” dedi.
Bakanı Mehmet Özhaseki “İstanbul’da ilk etapta yıkılabilecek yapı 600 bin civarında” dedi ve olası İstanbul depremine yönelik çalışmalar kapsamında İstanbul’a özel bir yasa yapacaklarını belirtti. “Meclisi olağanüstü toplantıya çağırıp, İstanbul’un kentsel dönüşümü, depreme hazırlığıyla ilgili yeni yasaları görüşmeye açmayı düşünüyorum” diye konuşan Özhaseki, İstanbul’da bir taraftan rezerv alanlar belirlediklerini, bu alanlarda 300-350 bin kadar konut yapacaklarını, diğer taraftan da Kanal İstanbul civarındaki rezerv alanları, depremzedeler veya depremde ilk yıkılabilecek konut sahipleri için ayırmayı planladıklarını söyledi.
"BU DÜZENLEMELER KENTLERİ DAHA KÖTÜ HALE GETİRMEKLE SONUÇLANDI"
Bakan Özhaseki’nin açıklamalarına ilişkin Köymen, “Özellikle 1999 Marmara depreminden sonra yapılan bütün yasal düzenlemelere baktığımızda yapılanların, yani bütün yasal düzenlemelerin aslında depreme hazırlamak değil, kentleri daha da kötü hale getirmekle sonuçlandığını gördük. Dolayısıyla nasıl bir yasal düzenleme yaptıklarını bilmediğim için yorum yapamam ama şimdiye kadar yaptıkları ne yazık ki çok başarılı düzenlemeler değil. Bu 6306 sayılı afet riski altındaki alanların dönüştürülmesinden başlayıp 5366 sayılı yıpranan tarihi dokularla ilgili düzenlemelere baktığımızda bütün bu düzenlemelerin gerekçeleri aslında kentleri afetlere karşı hazırlıklı hale getirmekti. Ama öte yandan biliyorsunuz 2018 yılında yine aynı iktidar bir imar affı düzenlemesi yaptı, ilave maddeydi. Dolayısıyla bunlarda bir ön yargı denilebilir belki ama şimdiye kadar yaptıklarına baktığımız zaman da çok başarılı bir sonuç vereceğini düşünmüyorum. Kaldı ki içeriği nedir onu da tam olarak bilmiyoruz” ifadelerini kullandı.
"SAĞLIKLI BİR ÇEVRE SADECE SAĞLAM BİNAYLA OLMAZ"
Özhaseki, İstanbul’da belirlenen rezerv alanlarda 300-350 bin konut yapılacağını duyurdu. Ayrıca, Kanal İstanbul civarındaki rezerv alanlar da depremzedeler ve depremde ilk yıkılabilecek konut sahipleri için ayrılacağını aktardı. Peki İstanbul gibi tarihi bir kentin depreme hazırlanması sadece rezerv alanlara yapılacak yeni konutlarla mümkün mü? Bu soruyu da Köymen şöyle cevaplıyor: “Bir kere sağlıklı bir çevre sadece sağlam bir bina yapmakla çözülmez. Yani iktidarın yaptığı en büyük eksiklik bu. Binaya özgelenmiş bir yaşam alanından bahsediyoruz. Sanki sağlam bir bina olduğu zaman her şey çok iyi olacakmış gibi davranılıyor. Halbuki nitelikli bir yapıdan, çevreden bahsediyoruz, insanların her türlü olanaklara, sosyokültürel, çalışma olanaklarına sahip olabildiği, yapılı çevrelerden kent dokularından bahsediyoruz. Kanal İstanbul zaten yeri itibarıyla son derece sakıncalı bir alanda, yani bütün İstanbul’un doğal kaynaklarını tüketen bir alanda. Rezerv yapı alanı ilan edilerek işte yapılaşmaya açılıyor. Şimdi de bunu kentlerin afetlere karşı hazırlıklı hale getirilmesi için kullanacaklarını söylüyorlar. Daha önce de biliyorsunuz bunu sosyal konut projesi kapsamında kullanacaklarını söylemişlerdi. Dolayısıyla sadece binaya, sağlam yapıya indirgenmiş bir yapılı çevre mantığı doğru değil. O zaman nerelerde yapı yapılmaması gerekiyor sorusunun yanıtı yok. O zaman her alanda sadece yeni yapı yapılsın ve sağlam bina olsun denilerek bina yapılabiliyor. Bu da aslında planlama bilimini yok saymak anlamına geliyor. Yani kentlerde bazı eşikler vardır, su toplama havzaları yeşil alanlar, orman alanları, meralar vardır. Bunların asla yapılaşmaya açılmaması gerekiyordu. Ama hani böyle davranınca da tabii bütün bu kriterler ortadan kaldırılmış oluyor.”
"SULUKULE, FENER, BALAT, AYVANSARAY’DA YAŞANANLAR TEKRARLANIR"
Risk altındaki bölgelerin bir bölümü İstanbul’un hatta Türkiye’nin en eski mahalleleri. Bu mahallelerdeki binaları yıkarak, orada yaşayan insanları kent dışına sürmenin İstanbul’u nasıl etkileyeceğine değinen Köymen, “Sulukule’de yaşadık. Bir Roman mahallesinde 5366 sayılı yıpranan tarihi dokularla ilgili yasal düzenlemeye istinaden, acele kamulaştırma kararı almışlardı. Sulukule’ye Fener, Balat, Ayvansaray’da da aynısı oldu. Ve buradaki insanlar aslında yaşadıkları yerden sürgün edildiler. Çok cüzi rakamlara bulundukları, mülkleri satmak zorunda kaldılar. Daha sonra da orada yapılan lüks konutlara da bir başkası gelmiş oldu. Şimdi dolayısıyla böyle baktığımız zaman yapılan uygulamalarında bir sınıf çatışmasını beraberinde getirdiğini görüyoruz. Yani varsıl yoksul arasındaki gerilimi kent mekanının dönüşümü üzerinden de bir yansıması oluyor bütün bu yasal düzenlemeler” dedi.
"YAPI YASAĞI VAR"
Ayrı bir imar kanuna tabi olan Boğaziçi’nin durumuna ilişkin Köymen, “Boğaziçi dünyanın çok ender sayılı koruma alanlarından bir tanesi. Hani kendisinin özel koruma yasası var ama bunlara rağmen biliyorsunuz 2018 yılındaki imar affı düzenlemesinde Boğaziçi’nin bir bölümü, geri görünümdeki bazı alanları da ilgili imar affı kapsamına alınmıştı. Bazıları da muaf tutulmuştu. Dolayısıyla yapılan düzenlemeler daha önce özel koruma alanları olarak ayrılmış ve bunlar için özel yasalar düzenlenmiş alanları da etkileyebiliyor. Bütün bu yasaları da baypas edebilecek şekilde düzenlemeler yapıyorlar. Bu son derece kritik bir durum. Hele Boğaziçi’de biliyorsunuz öngörüsünde yapı yasağı vardır zaten o alanda yeni yapı yapılamaz. Mevcut yapılarda sadece restorasyon çalışmaları yapılabilir. Dolayısıyla bir koruma alanından bahsediyoruz orada da. Bu koruma alanı eğer bu kapsam içerisine alınırsa oradaki özel mülkiyetlerdeki hareketlenmeleri de düşündüğümüzde satışları da düşündüğümüzde yani ilginç bir sonuç doğurabilir” değerlendirmesinde bulundu.
"KENT YOKSULLARI ŞEHRİN DIŞINA İTİLİYOR"
Artık kentlerde sağlam konuta erişmenin sadece mülkiyetin hızlı bir şekilde el değiştirmesiyle sonuçlandığını vurgulayan Köymen şunları söylüyor: “Bu da genellikle daha zengin olanların, daha yoksulların yaşadığı alanları satın alması ve oralara kendilerinin yerleşmesi. Bunlar da genelde kent merkezlerinde ya da tarihi doku dediğimiz işte daha göz önünde bulunan emlak değerleri gittikçe artan yerler oluyor. Ne yazık ki dolayısıyla yapılan düzenlemelerin ya da kentleri afetlere karşı hazırlıklı hale getiriyoruz denilen olayda aslında daha üst gelir grupları kent mekanlarına sahip eklenirken, dar gelirliler bu yeni yapılan binalara gücü de yetmediği için ekonomik olarak onlara satın alma ya da kiralama gittikçe çeperlere doğru çekiliyorlar. Böyle bir sonucu var.”
"BİNA VAR OLDUKÇA KORUMA ZIRHI VAR"
İmar affına da değinen Köymen, “İmar affı düzenlemesine göre mevcut yasa dışı yapılar, kaçak ya da ruhsatlı projeye aykırı yapılar yıkılıncaya kadar herhangi bir yıkım kararı gerçekleştirilmeyecekti. Kural buydu ama yıkıldıktan sonra o mevcut hakların tamamını kaybediyor ve yeni imar mevzuatındaki, imar planı koşulları neyse, ne getiriyorsa onu uyguluyorlar. Dolayısıyla sürgit bir kazanılmış haktan değil sadece o bina var oldukça insanlar orada yaşamaya devam ettikçe bir koruma zırhından bahsediyoruz” ifadelerini kullandı.
"SINIF ÇATIŞMASINA DÖNÜŞÜYOR"
Köymen, genelde afetlere karşı kentlerin hazırlıklı olması ekonomik altyapı hazır olmadığı için ekonomik anlamda güçlü olanların daha düşük gelir gruplarına bir baskısıyla sonuçlandığına dikkat çekiyor ve ekliyor: “Aslında kent içerisinde ve yerleşim alanlarında sürekli varsıl-yoksulun bir hareketlenmesi ile sonuçlanıyor. Özel mülkiyet sayısının varsıl tarafından daha fazla emilmesi, dar gelirli grupların kiralık konut da dahil erişimini son derece zor bir hale sokuyor. İstanbul’daki durumu biliyoruz. Yani özellikle son 5 yıldır korkunç bir fiyat artışı var. Dolayısıyla bu aslında kentin varsıl ve yoksul arasında bir paylaşımına dönüşmeye başlıyor yani sınıf çatışmasına dönüşüyor.”