Belgin Bıyıkoğlu: Yaşanılası bir dünyada travmalar da etkileri de azalacaktır
Yazar Belgin Bıyıkoğlu ile romanlarını ve kahramanlarını konuştuk.
Belgin Bıyıkoğlu (Fotoğraf: Kişisel arşiv)
Kadir İNCESU
Belgin Bıyıkoğlu, Destek Yayınları tarafından yayımlanan ilk romanı “Dünya Döner Renkler Kalır”ın 2022 Yunus Nadi En İyi Roman Ödülü’ne değer görülmesiyle dikkatleri çekti üzerine… 2018’de yayımlanan “Hadi Gülümse” adlı bir de öykü kitabı olan Bıyıkoğlu geçtiğimiz aylarda da “Dünya Döner Renkler Kalır”ın görünmeyen kahramanı Sabite Hanım’ı anlattığı “Zaman Geçer Sesler Kalır” ile çıktı okurlarının karşısına… Bıyıkoğlu ile romanlarını ve kahramanlarını konuştuk.
Tarihsel yönü de önce çıkan romanlarınızın kısaca çıkış noktasından söz eder misiniz?
Yaklaşık yedi sekiz sene önce bir arkadaşım kasabamızla ilgili yazacağı kitap için Nusret Mayın Gemisi gazisi dedem çıkıkçı Eyüp’le ilgili bir yazı hazırlamamı istedi. Birinci Dünya Savaşı sırasında, dedemin üç abisinin üç ayrı cephede şehit düştüğünü yazıya döktüğümde; anneannem tarafından bana neşeli, güçlü bir kadın olduğu anlatılan Sabite Hanım’ın aynı zamanda üç oğlunu savaşta kaybetmiş acılı bir kadın olduğu gerçeğini kavradım. O anda da ondan ve oğullarından bir öykümde ya da romanımda bahsetmeye karar verdim. O sıralarda “Hadi Gülümse” isimli öykü kitabımın hazırlığıyla uğraşıyordum. Babaannemin babasından miras kalan, daha önce varlığından haberdar olmadığımız bir arazinin varlığını öğreninceye kadar bu konu bir daha aklıma gelmedi. Kuzenim arazi meselesinden söz edince, “Bu arazi bize büyük dedeyle aynı dönemde yaşamış olan Sabite Hanım’dan kalmış olsa ben de bu vesileyle Sabite Hanım’dan da bahsedebileceğim; günümüzü, çevre talanını, aşkı, dostluğu anlatan bir roman yazsam güzel olur,” diye düşündüm ve “Dünya Döner Renkler Kalır”ı yazmaya başladım. Yazmaya devam ederken, Sabite Hanım’ı ve o dönemde yaşananları araştırdığımda bu yaşanmışlıkların ayrı bir roman konusu olduğu kanısına vardım. O bölgede doğmuş büyümüş birisi olarak yaşananları anlatmayı kendime borç bildim ve yeni romanı yazma görevini romanın kahramanlarından Feride’ye verip yoluma devam ettim. Böylece daha Dünya Döner Renkler Kalır’ı yazmaya başladığım ilk anlarda Zaman Geçer Sesler Kalır’ın oluşum süreci de başlamış oldu.
"HER ŞEY KADINLARIN ÜSTÜNE KALMIŞ"
Her iki romanınızda da belirleyici olan karakterler kadınlar. Bütün kararları neredeyse onlar alıyor ve uyguluyor. Romanlarınızla kadının “görülmeyen” gücüne dikkat çektiğinizi söyleyebilir miyiz?
Aslında, içine doğduğum, yaşadığım çevrede kadınlar güçlü ve değerliydi. Çocukluğumdan anımsadığım erkeklerle omuz omuza yaşam mücadelesi veren aydınlık yüzlü kadınlar… Romanların geçtiği bölgede kadınlar doğal olarak başat durumda ve erkeklerle yan yana hayatın içindeler. Dolayısıyla da onların gücü zaten ortadaydı bana o gücü anlatarak göstermek kaldı. İzmir’deki üniversite öğrenciliğim sırasında gecekondu bölgelerinde yaptığımız ziyaretler esnasında ve mesleğe ilk başladığım yer olan Adapazarı’da rastladığım bazı kadınlar dışında gördüğüm bütün kadınlar erkeklerle eşit koşullarda haklara sahip olan ve sözünü sakınmayan kadınlardı. Ne yazık ki daha sonraları, güzel ülkemizde kadının sözünün geçmediği, yok sayıldığı pek çok yer olduğunu gördüm. Son yıllarda bu durum, habis bir ur gibi bütün ülkemize yayıldı. Kadınların ne kadar güçlü olduğu özellikle “Zaman Geçer Sesler Kalır”da çok açık. Dönemin koşulları gereği genç erkekler cephede olunca bütün işler; çocuk bakımı, tarlaların ekilmesi, hayvanlara bakılması her şey kadınların üstüne kalmış. Kadınlarımız o zorlu günlerden alınlarının akıyla çıkarken cephe gerisinden de Kurtuluş Savaşı’na her türlü desteği vermiş hatta cephede savaşanlar olmuş. Kadını ve gücünü hiç kimse yok sayamaz. Gerçekten yaşanılası bir dünya ancak kadın erkek yan yana, omuz omuza durduğunda mümkün. Zaman zaman kahramanlarınız yerel şive ile konuşuyor. Geçmişte bir ara çok tartışılan bu durum romanın gerçekliğini nasıl etkiler?
Her iki romanda da okuyanları o karakterlerle kanlı canlı olarak buluşturmak istedim dolayısıyla o dönemde o coğrafyada yerel halk nasıl konuşuyorsa elimden geldiğince onu yapmaya çalıştım. Çok güzel geri dönüşler aldım. Her iki romanı okuyanlarda kendilerini yaşananların içinde hissettiklerini söylediler bu da beni çok mutlu etti.
"GEÇMİŞİ LAYIKIYLA ANLAMAYA İHTİYACIMIZ VAR"
Bazı kahramanların romanda gerçek adlarıyla yer almasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Anneannem, “Onun gibi sözü geçen bir kadın ol diye adın Sabite olsun dedim ama baban istemedi” dediğinde daha ilkokula bile gitmiyordum. Sonraki dönemlerde başkalarından da Sabite Hanım’ın çevresine, insanlara değer veren; cesur, cömert bir kadın olduğunu işitmemin karakterimin şekillenmesinde rol oynadığını düşünüyorum. Öncelikle ona olan vefa borcumu ödemek, sonra da bize bu güzel ülkeyi bırakan o cesur insanları hakkıyla anmak istedim. Ne mutlu ki bizim nesil, bu topraklarda yaşayan güzel, onurlu, cesur insanların varlığını duydu, gördü. Şimdilerdeyse, insanı insan yapan değerlerin giderek yok olduğu bir dünyaya mahkum edildik. Yeniden eski değerlerimize dönebilmemiz için geçmişi layıkıyla anlamaya ve onları hatırlamaya ihtiyacımız var diye düşünüyorum.
Yaşadığı dönemin üzerinde özellikleri olan Sabite Hanım kimdir?
Sabite Hanım benim “Zaman Geçer Sesler Kalır”ı ithaf ettiğim dedemin annesi, babamın da babaannesi. Çağının çok ilerisinde; şifacı, cesur, gönlü bol, eli açık bir kadın. Ben kendisiyle aynı zaman diliminde yaşamadım. Anneannem çok küçük yaşında onun bir iki meclisinde bulunduğunu gözleri parlayarak hayranlıkla anlatırdı. Cuma günü erkekler namaza giderken eşlerini Sabite Hanım’ın evine bırakırlarmış, bazen de kayınvalideler gelinleriyle birlikte gelirlermiş. Namaz sonrası erkekler kahvede vakit geçirirken Sabite Hanım divalını giyer; udunu eline alır şarkıya başlar kadınlar da eşlik edermiş. At binip istediği yere giden; kaymakamlarla, kasabanın ileri gelenleriyle rahatça görüşen, kırık çıkık için civar köylere yalnız başına, korkusuzca giden bir kadınmış. Okuması yazması varmış. Büyük bir kıtlık olmuş ambarını zor durumda olanlara açmış, “İhtiyacı olan istediği kadar gelip alsın” demiş, alanların yanlarında bulunup ne kadar aldıklarına bile bakmamış. Ali dedemle evlenmeden önceki dönemine dair çok net bir bilgiye ulaşamadım o bölüm kurgu ama daha sonra yaşanılan pek çok olay gerçek.
Romanlarınızın kadın kahramanlarının geçmişte yaşadığı travmalar dikkat çekiyor. Zaman değişse de bazı şeyler hiç değişmiyor mu?
İnsan olarak; iyilikle kötülüğün birbirinin içine geçtiği; hormonların, zaafların geçmişten gelen kırılmalarla harmanlandığı bir yapımız var. Dolayısıyla, böyle bir yapının travmalara neden olması da başına gelen travmalardan kırılma yaşaması da doğal. Üstüne bir de doğanın, rastlantıların getirdiği kazalar, ekonomik zorluklar, hastalıklar ve daha buraya sığdıramadığım bir takım olumsuzluklar eklendiğinde travmaların olması kaçınılmaz. Öte yandan; yaşanılanları doğru analiz edip, çıkış yolunu bulabildiğimizde; travmaların bizi besleyip büyüttüğünü, yaşamın farklı yüzünü görmemize olanak sağladığını düşünüyorum. Sorudaki gibi zaman geçtikçe travmaların niteliği değişse de onların bizi hep bulacağı gerçeği değişmez. Dayanışmanın olduğu, daha güzel, eşit, yaşanılası bir dünyada travmalar da etkileri de azalacaktır diye umut ediyorum.
Karakterlerin bunca çok ve etkin olmasının okurda nasıl bir duygu yaratmasını bekliyorsunuz?
Yazdıklarımın kendi içime sinmesini istediğim kadar okuru etkilemesini de amaçlıyorum. Her iki romanda da, tasarladığım hayatın gerçek hayatla benzer olmasını istedim bunun içinde doğal yaşama en yakın atmosferi yaratacak kadar karakter olmasına dikkat ettim.
"DÜŞÜN DÜNYAMI DEĞİL AMA DUYGU DÜNYAMI ETKİLEDİ"
Yunus Nadi Roman Ödülü, düşün dünyanızda nasıl bir etki yarattı?
Ödülün edebiyat dünyama çok büyük etkisi ve katkısı olduğu; düşün dünyamı değil ama duygu dünyamı etkilediği kesin. Güzel bir rüyanın içinde gibiyim hâlâ. Haberi ilk aldığım andaki heyecanım ve mutluluğumu anlatmaya kelimeler yetmez. Düşün dünyama etkisi olmadığı konusuna gelince; edebiyat ödüllerini önemsememe karşın ödül beklentisi olmaksızın, dünyaya diyecek sözüm olduğuna inandığım için bu yola çıktım. “Dünya Döner Renkler Kalır”ı yayınevine teslim ettikten kısa bir süre sonra “Zaman Geçer Sesler Kalır”ı yazmaya başladım, zaten daha önce de söylediğim gibi ikisi aynı anda doğdu. “Dünya Döner Renkler Kalır”ı yazarken, dergiler için ve bazı özel projeler için öyküler yazmaya devam ettim. Ödül almadan önce yazılmış, basılmak için sırasını bekleyen neredeyse iki kitap olabilecek kadar öyküm var. Yolculuğum zorlu da olsa bir şekilde devam edecekti. Türkiye’nin Nobel’i olarak nitelendirilen bu ödül beni çok gururlandırdı bana yazar unvanını resmi olarak kazandırırken çok güzel kapılar açtı. Şu anda bunları söylerken bile gözlerim doluyor. Daha düne kadar daha kısıtlı bir çevrede tanınırken şimdi ismim daha bilinir oldu. Bir anda röportaj teklifleri geldi, çok değerli insanlarla, yazarlarla tanışma olanağı buldum. Buradan bir kez daha Yunus Nadi Roman Ödülü değerlendirme kurulu üyelerine teşekkürlerimi iletmek istiyorum.