"İfade Özgürlüğünün On Yılı - İkinci Kitap: 2012-2022" yayımlandı
IPS İletişim Vakfı Yayınlarından çıkan ve Gökçer Tahincioğlu tarafından hazırlanan “İfade Özgürlüğünün On Yılı - İkinci Kitap: 2012-2022” Türkiye’de 10 yılda yaşananları aktarıyor.

Fotoğraf: Damla Kırmızıtaş/Evrensel
Gözde TÜZER
İstanbul
10 yıl içinde neler yaşamadık ki? Gezi direnişini ve öldürülen gençleri, çözüm sürecini, 2015’te Cizre bodrumlarında yaşananları, 10 Ekim’i, 15 Temmuz’u, 2 yıl boyunca süren olağanüstü hali, herkesin “terörist” ilan edilmesini ve daha sayamadığım onlarca hukuksuzluğu… Peki basın ve ifade özgürlüğü kapsamında neredeydik ve nereye geldik son 10 yılda? Ülkenin ahvalinden farklı değildi aslında. Yargılanan, tutuklanan ve hatta işkence gören gazeteciler, internet yasakları, “dezenformasyon yasası”, RTÜK ve BİK sopası, İletişim Başkanlığı uygulamaları, basın kartları sorunu… Birkaç sene öncesinde ise bölgedeki gazetecilerin engellenmesi ve hatta vurulması, “haber nöbeti”, engelleme, sansür, sansür ve daha çok sansür…
Gökçer Tahincioğlu tarafından hazırlanan ve IPS İletişim Vakfı Yayınlarından çıkan “İfade Özgürlüğünün On Yılı - İkinci Kitap: 2012-2022” hem Türkiye’nin 10 yıl içinde geldiği noktayı hem de ifade özgürlüğünde nerede durduğumuzu anlatıyor.
MÜCADELE VE HEDEFTEKİLER
Kitapta neler mi var? Kitabın “İfade Özgürlüğü Mücadelesi ve Türkiye” başlıklı ilk bölümünde yazarlar Gezi direnişinden bugüne kadarki süreci anlatıyor. Kitapta BİA yıllık medya gözlem raporlarının özetlerine de yer verilirken, Avukat Fikret İlkiz on yılın ruhunu, Edebiyatçı Mehtap Ceyran on yılın üzerinde bıraktıklarını yazıyor.
“Hedeftekiler” başlıklı ikinci bölümde Avukat Levent Pişkin 10 yıllık genel bilançoyu, Gazeteci Sibel Yükler sokaktaki gazetecileri, Gazeteci Özlem Akarsu Çelik kadın gazetecilerin macerasını, Gazeteci Ayşegül Doğan Kürt medyasını, Gazeteci Yetvard Danzikyan azınlık medyasını, Gazeteci Timur Soykan ana akım medyanın çöküşünü, Gazeteci Bahadır Özgür medyanın ekonomi politiğini, Gazeteci Burcu Karakaş medya ve ilgili kurumların nasıl aparat olarak kullanıldığını anlatıyor.
BİR GEZİ HİKAYESİ: MASUM DEĞİLİZ HİÇBİRİMİZ
İlk bölümde Gazeteci Mehveş Evi, Gezi direnişinden önce ve sonra medyanın ahvalini “Gezi’de ve Öncesinde Medya: Çünkü Kimse Masum Değil” başlığıyla aktarıyor. 2007’de TMSF’nin Ciner’den Sabah Grubunu alması ve 2013’te Kalyon İnşaat’a satılması, Akşam ve Güneş gazetelerinin Çukurova Grubundan TMSF’ye geçmesi ve sonrasında Sancak’a satılması, Doğan Medya Grubunun tasfiye edilmesi ve Demirören’e geçmesi… Gezi’den hemen önce medyanın ahvali böyleydi.
O dönem Başbakan olan Erdoğan’ın Taksim Meydanı’nı yayalaştırması, AKM’nin yıkılması ve Topçu Kışlası’nın yapılması projelerini anlatıyordu. Ve Gezi direnişi… Mehveş Evin “CNN Türk, NTV ve Habertürk, 1 Haziran gecesi alakasız yayınlara yer verirken medya sansürü de ‘penguen medyası’ terimiyle özdeşleşti” diyor. Gezi’nin ana akım medyada çalışanlar için hesaplaşma ve yüzleşme dönemi olduğunu söyleyen Evin “Simit sat onurlu yaşa’ medya için en çok kullanılan sloganlardı” hatırlatmasını yapıyor.
Mehveş Evin yazıyı mart 2014’te Milliyet’te yayımlanan yazısıyla noktalıyor: “Çünkü kimse; hiçbir medya patronu, hiçbir yönetici, hatta zamanında sesini çıkarmamış hiçbir gazeteci masum değil.”
BOMBALAR, BASKINLAR, SALDIRILAR
Gezi direnişi sona erdi, Gezi Parkı yenilendi ve Topçu Kışlası yapılamadı. Peki sonra? Gezi’den 15 Temmuz 2016’ya kadar yaşananlar Gazeteci Kenan Şener tarafından “Gezi’den Sonra Darbeden Önce İfade Özgürlüğü” başlığıyla anlatılıyor. Bu süreçte neler mi yaşandı? Fethullah Gülen ve iktidar arasında başlayan savaş, havuz medyasının kurulması, 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları, Cemaat medyasına el konulması, 6-8 Ekim Kobanê eylemleri, çözüm süreci ve sürecin sona ermesi, hendekler, sokağa çıkma yasakları, yenilenen seçimler, patlayan bombalar ve ardından gelen darbe girişimi…
“2013 sonunda 17-25 Aralık yolsuzluk ifşalarıyla, iktidar ve Gülen örgütü mücadelesi artık açıktan yürütülmeye başlanmıştı” diyor Şener ve devamında “Soruşturmalar sırasında ana akım medya Gezi’nin ardından ikinci kez far görmüş tavşan gibi kalmıştı” ifadelerini kullanıyor.
Bu dönem havuz medyasının da kurulma aşamasıydı. Erdoğan’ın Habertürk Yönetim Kurulu Başkanı Fatih Saraç’ı arayıp “Alo Fatih” diyerek verdiği talimatlar, Demirören’in “Üzdüm mü seni patron?” ve “Nasıl girdim ben bu işe?” diyerek ağlaması en çok konuşulan konulardı. Ağustos 2014’te ise Zaman gazetesi ve Samanyolu Yayın Grubuna operasyon gerçekleştirildi. Şener şöyle anlatıyor: “Altan Öymen’in ‘Kayıp Yaz’ dediği kanlı yaz başlıyordu. 7 Haziran’dan 1 Kasım’a kadar sürede bombalı terör saldırıları, şiddet olayları hiç unutulmadı ve iktidarın siyasi kariyerine yansıdı.” Şener ayrıca bu dönemin terör saldırılarının gazetecilik sorgulamalarından uzak kaldığı ve olması gerektiği gibi haberleştirilmediğini aktarıyor.
Bu dönemde ayrıca MİT tırları haberleri ve Doğan Medya baskınları öne çıktı. Hendek operasyonlarının sürdüğü, sokağa çıkma yasaklarının yaşandığı kentlerde sağlıklı bilgiler almak da mümkün olmadı. Ve “haber nöbeti” başlatıldı. Özgür Gündem üzerindeki baskılar nedeniyle başlatılan “nöbetçi genel yayın yönetmenliği kampanyası” kapsamında da onlarca gazeteci yargılandı. Şener yazdığı bölümü “Artık yeni bir dönem başlıyordu” diyerek bitiriyor.
İKİ YIL SÜREN OHAL: ELLER SERBEST
Gerçekten de yeni bir dönem başlıyordu. Gökçer Tahincioğlu’nun “OHAL’de Türkiye: Darbe Sonrası ve OHAL Dönemi” başlığını taşıyan bu dönemde yaşananlar ise demokrasi açısından oldukça sorunlu bir yerde duruyor.
Tahincioğlu darbe girişimini “Fethullah Gülen Cemaati ile AKP arasında yaşananların olanlarla sınırlı kalmayacağı 15 Temmuz’a kadar herkesin kabulüydü. Ancak 15 Temmuz, bambaşka bir kırılma noktasıydı. Hâlâ sırlarla dolu, esrarını koruyan o gecede yaşananlar, hepimizin hayatını yakından ilgilendiriyordu” diyerek anlatıyor.
15 Temmuz’un hemen ardından 20 Temmuz 2016’da Cumhurbaşkanı Erdoğan üç ay süreyle OHAL ilan edileceğini açıkladı. OHAL 7 kez uzatıldı, 2 yıl sürdü. HDP’liler cezaevine girdi, gazeteciler işten atıldı, barış bildirisine imza atan akademisyenler ihraç edildi. OHAL’de kararnameler dönemi de başladı; gazeteler, televizyonlar, ajanslar ve radyolar kapatıldı.
Bu süre içinde bir de Anayasa değişikliği referandumu yapıldı. Türkiye 16 Nisan 2017’de Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçti. 24 Haziran 2018’de ise OHAL döneminde başkanlık seçimi ve genel seçim yapıldı. Seçimi Recep Tayyip Erdoğan kazandı.
TEK SESLİ DÖNEM
OHAL’in kaldırılmasından bugüne kadar yaşanan süreci ise “Başkanlık Sistemi ve OHAL’den Sonra İfade Özgürlüğü: Kurumsallaşma ve Sansür Dönemi” başlıklı bölümde Alican Uludağ anlatıyor. Uludağ’a göre bu dönemde basını “tek sesli” hale getirmek temel amaç oldu. İletişim Başkanlığı, RTÜK, BİK, BTK, emniyet ve yargı sadece gazetecileri değil toplumu susturma harekatının ana aktörleri idi. Uludağ “Kuşkusuz başkanlık sisteminde basını susturmanın beyni İletişim Başkanlığı oldu” diyor.
Fahrettin Altun’un göreve geldiğinde yaptığı ilk iş ise bağımsız medya üzerindeki baskıları artırmak oldu. “Dezenformasyonla Mücadele Merkezi” kuruldu. Basın kartları yönetmeliği değişti. Gazetecilere sürekli akreditasyon engeli çıkarıldı. 2021 kasım ayında ise “yalan habere yaptırım” getirme iddiasıyla çalışmalar başladı ve mayıs 2022’de sansür yasası Meclise sunuldu. Bu sürede bağımsız gazeteler üzerindeki baskılar gittikçe arttı. Sosyal ağ sağlayıcılarının denetim altına alınması için 2020’de yasal düzenleme yapıldı. “Basın ahlak esasları” değişti. RTÜK medya üzerinde “Demokles’in kılıcı” gibi sallanmaya devam etti.
Alican Uludağ “Basın İlan Kurumu muhalif gazeteleri ekonomik olarak kıskaca aldı” diyor ve gazetemiz Evrensel’in ağustos 2022’de resmi ilan hakkının iptal edildiğini belirtiyor.
"GAZETECİLER SUSMAYACAK"
Alican Uludağ yazısını şöyle tamamladı: “Elbette ‘sansür dönemi’ dediğimiz bu süreçte başta gazeteciler olmak üzere toplum aydınları susmayacak. Cesaretle gerçekleri dile getirmeyi, iktidarı eleştirmeyi -bedelini göze alarak- sürdürecek. Katledilen Gazeteci, Yazar Uğur Mumcu’nun dediği gibi ‘… Gerektiğinde hükümetlere ve güç odaklarına karşı savaşmayı göze alan insan, gazetecidir.”
"BUNU TERSİNE ÇEVİRMELİYİZ"
10 yıllık süreç hukuksal olarak nerede duruyordu, yargı bu dönemde ne yapıyordu? Avukat Fikret İlkiz “On Yıl: Sansürün Rengi Siyahtır” bölümüne “Anayasa’ya göre basın hürdür, sansür edilemez” diyerek başlıyor. Gazetecilerin 10 yıl içinde yaşadıkları büyük bir yanıyla da halkın haber alma hakkına getirilen engeldi. İlkiz bu durum için şöyle yazıyor: “İşte tam bu noktada toplumsal olayları, olup bitenleri, görüşleri ve tartışmaları haber yaptıkları, gazetecilik görevini yerine getirdikleri için gazetecileri ‘olayların sorumlusu’ saymak, yapılan haberleri, yazıları yasaklamak, dile düşmüş suç soruşturmaları hakkındaki haberleri ‘soruşturmanın gizliliğini ihlal edecek nitelikte’ görmek, suç saymak, suçlamak ve ‘Yayın yasaklamak’; doğrudan doğruya halkın haber alma, bilgi edinme ve gerçekleri öğrenme hakkının ihlalidir.” İlkiz ayrıca hepimizin tehlike altında olduğunu vurgulayarak “Düşüncenin bile cezalandırıldığı bir ceza hukukuna sürükleniyoruz” diyor.
İlkiz yazısını şöyle noktalıyor: “Siyasal iktidarın izin verdiği ifade özgürlüğü esastır, temel insan hakları, ifade ve basın özgürlüğü artık istisnadır. Bunu tersine çevirmeliyiz. Düzeni ifade özgürlüğünden yana çevirmek ve bunu esas kabul etmek basın özgürlüğünün en değerli mücadelesidir.”
Evrensel'i Takip Et