Çevre mücadelesi, Akbelen ve medya | Kazım Kızıl: Gazeteciliğin ayarları bozulmuş durumda
Belgeselci ve gazeteci Kazım Kızıl: Bu kadar devasa rantların olduğu bir yerde elbet bu kalemler de yalan yazacak, çarpıtacak, gizleyecek, üstünü örtecek…
Fotoğraf: Nisa Sude Demirel/Evrensel
Gözde TÜZER
İstanbul
Akbelen’de ağaçlar tüm direnişe rağmen kesildi ancak süreç devam ediyor zira sırada kömür çıkarma aşaması var. Şimdi tüm bu durum “hükümete yakın medya” tartışmalarını yeniden başlattı. Bir yandan “Ormanlar yok olmasın” diye devam eden direniş öte yandan şirketlerin reklamlarını yapan medya… Akbelen Ormanı’na açılmak istenen maden sahasına karşı köylülerin direnişini kayıt altına alan Belgeselci ve Gazeteci Kazım Kızıl’la medyanın tutumunu ve çevre mücadelesini konuştuk. Daha önce jandarma tarafından engellenen ve doğrudan gözüne biber gazı sıkılan Kızıl “Bir yanda inşaat ve enerji sektöründe milyar dolarlarca ihale alan şirketler diğer yandan sahip oldukları Türkiye’nin her noktasına ulaşan medya gücü. Bu durumda bu medyanın ormanlarına, su kaynaklarına, toprağına sahip çıkan İkizköylüleri, Karacadamlıları, Çamköylüleri ‘protestocu’, onlara desteğe gelenleri de ‘marjinal, provokatör, terörist’ olarak yaftalaması çok şaşılası bir durum olmasa gerek” diyor.
MİLYAR DOLAR İHALE ALAN ŞİRKETLER
Hükümete yakın medya kanalları ormanlar kesilmesin diye çabalayan yöre halkı ve çevre savunucularını “protestocular” olarak gösterdi. Şimdi kömür çıkarma aşaması gerçekleşmesin diye direniş devam ediyor. Medyanın şirketlerle ilişkisi nasıl açıklanabilir?
Malum, Türkiye’de siyasi kişilikler medya patronu olamadıkları için bu işi “taşeron” şirketler, holdingler üzerinden götürmekteler. Böylece siyasi iktidar medyayı kontrol etmekte, holdingler de arkalarına aldıkları iktidarın gücü ile her geçen gün güçlerine güç katmaktalar. Yani win&win bir durum söz konusu. Sermayenin birkaç tekel elinde toplandığı bu sistemde ne yazık ki medyanın, spesifik olarak da gazeteciliğin ayarları bozulmuş durumda.
Akbelen örneğinden yola çıkarsak, bildiğiniz gibi YK Enerji Limak ve İçtaş ortaklığı ile kuruluyor. Baktığımızda hiçbirinin sahip olduğu bir medya yok. Ancak daha önce 2014’te Çalık’a ait Sabah-ATV Grubunun kimler tarafından, nasıl alındığını iyi biliyoruz. Limak’ın patronu Nihat Özdemir de bunu teyit etmiş, medya gruplarının alınması için oluşturulan “havuz”a 100 milyon dolar aktardığını söylemişti. Gerçi sonra kendisini tekzip edip önce borç verdiğini sonra yine tekzip edip biraz inşaat hissesi aldığını söylemişti ancak gerçeği hepimiz biliyoruz diye düşünüyorum.
Mülksüzleştirme Ağları’nın hazırladığı bu görsel bize tabloyu net bir şekilde anlatıyor sanırım. (Kaynak: https://mulksuzlestirme.org/turkiye-medya-sahipleri-agi/)
Bir yandan inşaat ve enerji sektöründe milyar dolarlarca ihale alan şirketler diğer yandan sahip oldukları Türkiye’nin her noktasına ulaşan medya gücü. Bu durumda bu medyanın ormanlarına, su kaynaklarına, toprağına sahip çıkan İkizköylüleri, Karacadamlıları, Çamköylüleri “protestocu”, onlara desteğe gelenleri de “marjinal, provokatör, terörist” olarak yaftalaması çok şaşılası bir durum olmasa gerek.
"SÖZCÜ’NÜN TAVRI İBRETLİK BENCE"
Bir de ‘muhalif’ medya kısmı var işin. Son olarak Sözcü’de gördük böyle bir durumu. Bu durum nasıl açıklanır?
Bu işin “havuz” kısmıydı. Bir de kendisini “muhalif” olarak adlandıran bir kısım medya daha var. Bu noktada Sözcü gazetesinin tavrı ibretlik bence. 30 Temmuz tarihli nüshasında manşetten Akbelen mücadelesini olumlayan bir yerden gören gazetenin arka kapağında ise YK Enerji’nin bir ilanını görüyoruz. Okuyunca sanki işçilerinin ağzından çıkmış bir basın açıklaması veya kamuoyuna açık mektupmuş gibi görünen bu ilan aynı zamanda gazeteciliğin zaten yerlerde olan güvenirliğini de ayaklar altına alıyor. Bu ilan aynı gün tam 18 gazetenin baskısında yer aldı. Hürriyet, Sabah, Aydınlık, Akit, Takvim…vs.
Peki Sözcü neden bu çelişkili yayını yaptı? Birçok motivasyon olabilir bunun altında ama sanırım en büyüğü “reklam gelirleri.” Yani dön dolaş yine sermayeye geliyoruz. Bu durumu, nasıl bir sarmalla karşı karşıya olduğumuzu anlatması bakımından çok önemli buluyorum.
BAZI ORMANLARA SAHİP ÇIKMAK, BAZILARINI SAHİPSİZ BIRAKMAK
Bir taraftan da özellikle orman yangınları döneminde sıkça “Ormanlara sahip çıkalım, ormanları yok etmeyelim” cümleleri kuruluyor. Ama ormanları korumak isteyenler sert müdahalelere maruz kalıyor. Bunu medya açısından nasıl açıklamak gerekiyor?
“Ormanlara sahip çıkalım, ormanları yok etmeyelim” diyen medyaya sormak lazım o zaman: “Mesela hangi ormana sahip çıkalım? Hangi ormanları yok etmeyelim?” Çünkü anlaşılan o ki bazı ormanlara sahip çıkmak gerekiyor, bazılarının ise sahipsiz bırakılması isteniyor.
İki sene önce uluslararası bir haber kanalı için 10 gün boyunca Manavgat, Marmaris, Milas yangınlarını takip etmiştim. Medyada da bu konuda hatırı sayılır bir tepki vardı. Beklenmeyecek haber kanalları ve gazeteciler orman yangınlarını haberleştiriyor, kalkmayan uçakları, yetersiz kalan söndürme girişimlerini sorguluyordu. Ben Akbelen’e ilk defa o zaman gitmiştim. Yangın haberlerini geçmiş, sıra yanacak değil ama kesilmesi planlanan ormanları koruyan İkizköylülerin mücadelesine gelmişti. Yanan ağaca bir şişe su fışkırtan biri kahraman olurken, ormandaki ağaçları için mücadeleye başlayan köy sakinleri “potansiyel oyuna gelici”, onlara desteğe gelenler de “marjinal, provokatör, terörist” olmaya başladı.
"KOLAYLIKLA ‘SATILABİLİR’ BİR KONUYDU"
Neden?
Buna çok değişik cevaplar verilebilir elbet. Ancak iki nokta çok önemli bence. Birincisi yangınlar esnasında müthiş bir kamuoyu tepkisi vardı. Yetersiz müdahaleye, kalkamayan uçaklara, plansızlığa vs. Yani yangın haberlerinin hazır bir alıcısı vardı, üzgün, öfkeli ve çaresiz bir kitle. Kolaylıkla “satılabilir” bir konuydu. Diğer bir neden de plan dahilinde olan bir rant kapısı değildi. Elbette o sırada yanan ormanlar bir kısım kereste tekelinin iştahını kabartıyordu ancak o sonraki işti. Önce haber satılsın, halk biraz teskin edilsin, sonra zaten sıra ona gelecekti ki geldi de zaten. Yangınlardan sonra haber takibi yapmak için yanan ormanlara tekrar gittiğimde ve biraz altını eşelediğimde kimlerin ceplerini doldurduğu rahatlıkla görülebiliyordu. Hem de bakanlığın resmi sitesinde. Birileri ceplerini doldururken kimlerin güvencesiz, sağlıksız, ölümle burun buruna çalıştığını tahmin etmek de zor değil. Tabii ki kesim işçileri. (Onu da şuraya iliştireyim: https://youtu.be/9-fHJHGcLMo)
Yine konuyu Akbelen’e getirirsek eğer. Buradaki rant tahayyül sınırlarımızın çok ötesinde. YK Enerji’nin sadece 2018-2023 yılları arasında iktidardan aldığı devlet teşviki 1 milyar 14 milyon TL. (Kaynak: https://www.teias.gov.tr/duyurular/kapasite-mekanizmasi-2023-yili-mayis-ayi-odeme-listesi-hakkinda)
Ayrıca 15 Temmuz sonrası yükselen kur nedeniyle borçlarını TL’ye çevirmek isteyen şirketin talepleri karşılanmış, üstüne bir de 5 taksit olacak şekilde vadelendirilmiş. Şirketin bu işlemle elde ettiği kâr 28. Dönem CHP Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz’ın aktardığına göre 566 milyon dolar. Yani diğer bir deyişle halkın cebinden çıkan para, edilen zarar bu. (Kaynak: https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/murat-agirel/akbelendeki-saglik-katliami-2104314)
Şimdi tüm bunları düşününce, yani her işlemde milyonlarca TL veya dolar kâr eden şirketler, bu şirketlerin sahip olduğu medya grupları, sahip olmadığı ama reklam veren olarak tahakküm kurduğu diğer bazı medya grupları…
RANT VE YALAN
Soruna dönersek eğer, tabii ki bu medya grupları için bazı ormanlar kesilebilir. Mesela altında Limak’ın ihtiyaç duyduğu kömürü saklayan Akbelen Ormanı, mesela çok güzel manzarası olan dağlardaki, tepelerdeki, koylardaki ormanlar… Ya da JES kurulabilecek ormanlar ya da taş ocağı yapılabilecek ormanlar ya da RES kurulabilecek bol rüzgar alan tepelerdeki ormanlar…
Bu kadar devasa rantların olduğu bir yerde elbet bu kalemler de yalan yazacak, çarpıtacak, gizleyecek, üstünü örtecek… Türkiye’deki medyanın, en azından çoğu medyanın diyelim işi bu olmuş artık.
YENİ TRAFİK CANAVARIMIZ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ
Şimdi yaz dönemindeyiz. Orman yangınları ile ilgili ajanslar haberleri geçerken “Küresel iklim değişikliği nedeniyle ormanlar yanıyor…” cümlelerini sıklıkla kullanır oldu. Burada bir şeylerin üzeri kapatılmak mı isteniyor?
“Küresel iklim değişikliği veya iklim krizi” kavramları bizim yeni “trafik canavarı”mız olmuş durumda. Tıpkı trafik kazalarındaki asıl sorunların yani eğitim, yol kalitesi ve mühendisliği, güvenli sürüş için gerekli diğer tüm değişkenlerin üstünün örtülerek her şeyin başat sorumlusuymuş gibi gösterilen “trafik canavarı” örneğinde olduğu gibi… Tam olarak aynı olmasa da benzerlikleri olan bir örnek bu.
Şimdi de tüm afetlerin kaynağı olarak “iklim krizi” gösteriliyor. Yangınlar, depremler, su baskınları, seller vs. Hepsi iklim krizinden kaynaklanıyor. Evet bir kısmı için muhakkak doğru bir şey bu. Ancak bir sonraki soru neden sorulmuyor: İklim krizinin nedenleri neler?
Mesela Limak ve İçtaş’ın ve diğer holdinglerin kömür, taş, mermer, JES, HES, RES için ormanları kesmesi nedenlerden biri olabilir mi? Ya da yılda 10 milyon metreküp üretim planlanan ormanlarımızdan 40 milyon metreküp ağaç kesilmesi olabilir mi? Ya da havaalanı kuracağız diye yüz binlerce ağacın kesilmesi? Su kaynaklarının düzensiz ve ölçüsüz kullanılması? Yenilenebilir enerji için gerekli girişimlerin yapılmaması? Ve daha bunun gibi onlarca sebep…
"HEDEFİ SAPTIR, ÜSTÜNÜ ÖRT, GİZLE"
Medyanın ne yazık ki tavrı şu şekilde ilerliyor: Bir şeyi görme! Görmek zorunda mı kaldın, manipüle et. Ve bunu o kadar sık yap ki, tekrar ve tekrar ve tekrar içini boşalt… Hedefi saptır, üstünü ört, gizle vs.
Soruna dönecek olursak, iklim değişikliği tek başına bir orman yangınına sebebiyet vermez, onun başlaması için gerekli şartların oluşmasına yani kuraklığa, yüksek sıcaklıklara, düşük neme neden olur. Medyanın buradaki görevi suçu iklim değişikliğine atmak değil, iklim değişikliğine neden olan insan faaliyetlerini, bu faaliyetlerin yapılmasına olanak sağlayan politikaları açığa çıkarmak, kamuyu bu konuda bilgilendirmek olmalıdır.
DAHA PERVASIZ, DAHA SERT, DAHA TETİKÇİ BİR MEDYA
Medyanın sahiplik yapısını ve eylemlerde nasıl tepki gösterdiklerini aslında Gezi’de görmüştük. 2013’teki “penguen medya” lakabı hâlâ hafızalarda. Aradan geçen 10 senede hükümete yakın medyada değişen bir şey var mı?
Bence değişen çok şey var. Bunların başında da medyanın söylemlerinin dozu ve şiddeti. İktidar güçlendikçe güçlenen sermaye, sermaye güçlendikçe altyapısından insan gücüne, teknolojisinden erişebilirliğine her yönden güçlenen medya… Büyüyen rantlar, kazandıkça kaybedilecek daha fazla şeyinin olması medyayı daha pervasız, daha sert, daha tetikçi bir hale getirdi.
Mayıs seçimlerinden önce ve sonrasına bakarak bunun derecesini gözlemleyebiliriz aslında. İktidarın değişme olasılığı bir kısım “merkez medya”yı kısmi de olsa daha ortada bir şekilde konumlanmaya itmişken, seçim sonuçlarından sonra herkes ait olduğu yere tekrar döndü. Ve mevcut yeri korumak adına da daha güçlü ve daha sert bir şekilde gerçekleştirdi bunu.