13 Ağustos 2023 04:04

Zulümden kaçmak ‘yasadışı’ değildir | Avrupa'nın Gündemi

Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta İngiltere'nin göçmenleri hapishane benzeri bir gemiye zorla yerleştirmesi, Almanya'daki askeri tatbikatlar ve Fransa'da emekçi mahallelerine dair tartışmalar var.

Fotoğraf: Raşid Necati Aslım/AA

Paylaş

İngiltere’ye Manş Denizi üzerinden gelerek iltica başvurusunda bulunan ve hükümet tarafından “yasadışı” sığınmacı olarak değerlendirilen kişilerin gemiye yerleştirilmesi planı uygulamaya başlandı. Guardian gazetesi başyazısında “zulümden kaçarak sığınacak bir yer arayan insanlara” yönelik bu uygulama eleştiriliyor ve mültecilere suçlu muamelesi yapmakta ısrar ettiği sürece hükümetin başarısızlığa mahkum olduğu ifade ediliyor.

Almanya, tatil dönemini askeri gücünü ve manevra kabiliyetini artırmak için kullanıyor. Geçtiğimiz hafta perşembe gününe kadar İzlanda hava sahası üzerinde yapılan mini tatbikatta savaş uçağı pilotlarına hızlı hareket edip saldırının başını çekme eğitimi verildi.

Fransa'da ise geçtiğimiz ay yaşanan isyanların ardından kimi yorumcular, banliyöleri kamu kaynaklarını yutmakla suçladı. Gerçek ise yoğunlaşmış işçi nüfusunu barındıran bu bölgelerin diğer yerlere göre daha az kaynakla çalışan kamu hizmetlerine sahip olduğunu gösteriyor.

İNGİLTERE’DE SIĞINMACILAR MAVNALARA YERLEŞTİRİLİYOR: YENİLGİYE MAHKUM BİR ZALİMLİK

Guardian
Başyazı

Zulümden kaçarak sığınacak bir yer arayan insanların güvenli bir yere ulaşma yöntemleri nedeniyle cezalandırılmamaları, uluslararası hukukun ve ahlaki ilkelerin gereğidir. Sığınma, ülkeye ulaşma yöntemiyle ilgili şartlı bir yargı olarak değil, ihtiyaç temelinde verilir.

Bu nedenle, sığınma talebinde bulunan kişilere, talepleri işleme konulurken tutuklu muamelesi yapılmamalıdır. Bu ilke İngiltere’de uzun süredir uygulamada göz ardı edildiği gibi Başbakan Rishi Sunak’ın Manş Denizi üzerinden gelen göçmen teknelerini durdurma vaadinin bir parçası olarak Yasadışı Göç Yasa Tasarısı ile de resmen reddedilmiştir.

Artık talebin geçerliliğine bakılmaksızın, bu yolla gelenler İngiltere’ye sığınma hakkından otomatik olarak men ediliyor. Oysa mültecilerin Britanya’ya yasal olarak ulaşmaları için pek az yol var ve Britanya’da güvende olmak isteyen binlerce zulüm mağduru “yasadışı” olarak sınıflandırılacak.

Teorik olarak bu insanlar ya geldikleri ülkeye ya da Ruanda’ya sınır dışı edilecekler (yüksek mahkeme orada güvende olacakları konusunda hükümetle hemfikir olursa). Bu arada 166 bin kadar sığınma başvurusu da sonuçlanmayı bekliyor.

Bu insanların yaşayacak bir yere ihtiyacı var ve bu noktada Dorset bölgesinde demirli bir mavna devreye giriyor. İlk sığınmacılar bu yüzen gözaltı tesisinde yerlerini -daha doğrusu hücrelerini- aldılar. Hükümetin önceliği otellere yerleştirilen sığınmacıları buralara taşımak. Zira diğer konaklama şekillerinden daha maliyetli olmasa da oteller konforu çağrıştırdığı için siyasi açıdan sorunlu görülüyor.

Sunak, ülke içindeki ve dışındaki insanlara Britanya’nın misafirperver bir yer olmadığı mesajını vermek istiyor. Ülke içinde seçmeni, kimsenin sistemle oynamadığı konusunda rahatlatmak, uluslararası izleyicileri ise bu ülkeye gelmekten caydırmak gerekiyor.

Oysa acımasız yasaların mültecileri sığınacak başka bir yer aramaya yönelttiğine dair bir kanıt yok. Giderek artan acımasızlık sadece sistemi daha az işlevsel hale getirir; Bibby Stockholm adlı mavnanın yangın güvenliği ile ilgili endişelerin açıkça ortaya koyduğu gibi, belki de ölümcül bir şekilde. Daha kindar bir bürokrasi, daha verimli bir bürokrasi değildir; bir rejimin sertliğinin reklamını yapmak için tasarlanan politika ise o rejimin başarısızlıklarından en çok zarar gören insanlara karşı halkın düşmanlığını arttırır.

Britanya’nın sığınma sistemi, 13 yıllık Muhafazakar Parti hükümetinin ardından diğer pek çok kamu hizmetinin çöküşe geçmesiyle aynı nedenden dolayı çalışmıyor: Yetersiz bütçe ve kurumsal reformu ele alacak siyasi irade eksikliği.

Sığınmanın siyaseti de idaresi de kolay değildir. Manş Denizi üzerinden yapılan insan trafiği suç teşkil eden bir faaliyettir. Ancak bu suçun asıl kurbanları, sığınacak başka bir yer bulamadıklarını düşünen insanlardır. Hükümetin onları suçlu ilan etme ve güvenlik taleplerini hapsederek karşılama kararlılığı zalimce olduğu kadar aptalcadır da.

Çeviren: Dış Haberler Servisi


SAVAŞTA İLK MÜDAHALE EDEN OLMAK İÇİN

German Foreign Policy

Alman Hava Kuvvetleri stratejik öneme sahip Arktik bölgesine hızlı bir şekilde konuşlanma pratiği yapıyor.

Alman ordusu şu anda Alman pilotlarını savaş durumunda cephede uçabilmeleri için İzlanda hava sahasında eğitiyor. Perşembe gününe kadar Alman savaş uçakları, Kuzey Kutbu kaynakları ile Atlantik iletişim hatları arasındaki jeostratejik öneme sahip adadan günde birkaç kez havalandı. Berlin bu tatbikatla (“Rapid Viking 2023”) sözde ilk müdahale kabiliyetini sergiliyor. NATO’nun çok uluslu tatbikatlarıyla karşılaştırıldığında, Almanya’nın tatbikatı nispeten küçük ölçekli: Yüzlerce uçakla binlerce hatta on binlerce asker yerine, altı Eurofighter uçağı ile sadece 30 asker katılıyor. Ancak bu durum tatbikatın amacından kaynaklanıyor, az sayıda silah ve askerle mümkün olduğunca çabuk konuşlanmak ve sahada mümkün olan en büyük etkiyi yaratmak; “ilk müdahale ekipleri” bir çatışma durumunda olay yerine ilk ulaşan ve müdahale eden kişilerdir. Ağır teçhizatlı yüz binlerce askerin konuşlandırılması ancak bundan sonra gerçekleşir. Rapid Viking gibi tatbikatlarla Berlin kendisini NATO savaş planlarının ön saflarında konumlandırmakta.

NATO blokunun 2014’ten bu yana artan ve bazen on binlerce askerin katıldığı çok uluslu manevralarıyla karşılaştırıldığında, Almanya’nın Rapid Viking 2023 tatbikatı küçük bir manevra. İki hafta süren tatbikat için Berlin altı Eurofighter, 30 asker ve iki A400M nakliye uçağı ile toplam 25 ton malzemeyi İzlanda’ya gönderdi. Orduya göre amaç “Mümkün olan en düşük personel ve malzeme kaynaklarıyla maksimum operasyonel ayak izi elde etmek.” Almanya böylece ilk müdahale gücü olarak adlandırılan yeteneklerini eğitiyor ve sergiliyor. İlk müdahale ekipleri, bir çatışma durumunda olay yerine ilk ulaşan ve ana kuvvetler gelmeden önce harekete geçen kuvvetlerdir. Askeri bir bağlamda ilk müdahaleyi yapabilmek için kısa müdahale ve dolayısıyla konuşlanma süreleri esastır. Kendi verdikleri bilgilere göre, söz konusu askerler dokuz aylık bir hazırlık süresi ve iki günlük bir toparlanmanın ardından İzlanda’ya doğru yola çıkmaya hazırdı. Manevra komutanı, bir kriz ya da savaş durumunda idari ve bürokratik engellerin çoğunun ortadan kalkacağını ve “tamamen farklı düzenlemelerin” geçerli olacağını belirtiyor: “O zaman yapılacak tek şey uçmaktır.”

Perşembe gününe kadar Alman pilotlar Rapid Viking 2023 kapsamında İzlanda hava sahasında günde birkaç kez eğitim uçuşları gerçekleştirdi. Orduya göre, sivil hava trafiği Alman ordusu için hazır tutulan bölgelerin etrafında yönlendirildi. Ordu, bu manevrayı sadece “stratejik bir mesaj” göndermek için değil, aynı zamanda hava kuvvetleri pilotlarını eğitmek için de kullandığını söylüyor. İzlanda’daki başarılı eğitimden önce, katılımcı pilotların sadece “sınırlı ölçüde savaş kabiliyetine sahip olduklarını” belirtiyor: “Savaşa gidebilecek” olsalar da o zaman “ön tarafta değillerdi.” Rapid Viking’de Alman askerleri “sürünün önünde uçmayı” öğrendi.

Alman hükümeti Arktik Kılavuz İlkelerinde uluslararası iş birliğine ve küresel büyük güç rekabeti zamanlarında çatışmasız bir Arktik’in korunmasına kendini adadı. Ancak bu durum Berlin’i bölgede askeri olarak aktif olmaktan alıkoymuyor. Ordu daha bu yılın mayıs ayında “Arctic Challenge” tatbikatına katıldı. O dönemde Alman Hava Kuvvetleri ve ortakları kuzey İskandinavya üzerinde -bazı durumlarda Rusya sınırından kuş uçuşu 100 kilometreden biraz daha uzakta- hava savaşı eğitimi aldılar. Arctic Challenge gibi tatbikatlarla NATO birlikte çalışabilirliğini genişletiyor: Münferit üye ve ortak devletlerin birlikleri ve silah sistemleri, harekete geçebilen birleşik bir ittifak ordusunda birleştiriliyor. NATO ülkeleri Arctic Challenge 2023’e toplam 150 uçakla katıldılar. Bu sayı, 2021 yılında ve dolayısıyla Ukrayna savaşından önce gerçekleştirilen bir önceki Arctic Challenge tatbikatının neredeyse iki katıydı.

Büyük güçler arasındaki rekabetin yoğunlaşması ve iklim değişikliği Kuzey Kutbu’nu, planlarını uzun zamandır Kuzey Kutbu’ndaki buzların erimesine dayandıran askeri liderlerin ve stratejistlerin odağına yeniden yerleştirdi. Daha bugünden, hâlâ buzla kaplı kaynakları sömürmek için bir yarış ortaya çıkmış durumda. Buna ek olarak, Kuzey Kutbu’ndaki nakliye yollarının kullanılabilir hale gelmesi uluslararası güç dengesini Rusya lehine değiştirebilir. Ancak iklim değişikliği olmasa bile, NATO ülkeleri ile Rusya arasındaki çatışmada GIUK boşluğu olarak adlandırılan alan stratejik askeri öneme sahiptir. GIUK boşluğu Grönland (G), İzlanda (I) ve Birleşik Krallık (UK) arasındaki bölgeyi ifade etmektedir. Rus Kuzey Filosunun Rus Arktik Okyanusu’ndaki ana limanlarından Atlantik’e girmek istemesi halinde geçmek zorunda kalacağı bir tür darboğazdır. Bu deniz alanı kapatılırsa, Atlantik’e erişimi kesilecek ve böylece NATO’nun Kuzey Amerika’dan Avrupa’ya olan iletişim hatları güvence altına alınacak; muhtemelen yüz binlerce asker Atlantik üzerinden Avrupa’daki bir savaş alanına aktarılabilecektir. İzlanda burada kilit bir rol oynamaktadır; ülke aynı zamanda NATO’nun Kuzey Kutbu’na sıçrama tahtası olarak da hizmet vermektedir.

Rapid Viking 2023, “ilk müdahale” kabiliyetlerinin bir göstergesi olarak Berlin için Arktik bölgesinin ötesinde bir öneme sahiptir. Federal Almanya Cumhuriyeti dünyanın diğer bölgelerinde de benzer tatbikatlar düzenlemektedir; son olarak Estonya ve Avustralya’da... NATO ile Rusya ya da Çin arasında açık bir savaş çıkması durumunda Almanya “ilk müdahale” rolüyle savaşa girecek ilk ülkelerden biri olacaktır. Dolayısıyla transatlantik ikmal birlikleri Avrupa’ya ulaşmadan önce bile Rusya ile doğrudan savaş halinde olacaktır.

Çeviren: Semra Çelik


FRANSA: KAMU PARASINI YOKSUL MAHALLELER Mİ YUTUYOR?

Rachel KNAEBEL
Basta

Irkçı politikacı Eric Zemmour banliyölerin “Sosyal yardımlarla dolup taştığını” söyledi, patron örgütü Medef’in Başkanı -daha sonra özür diledi- Seine-Saint-Denis hakkında “uyuşturucu kaçakçılığına” bağımlı oldukları ifadesini kullandı. Ancak “Gerçeğe yakından baktığımızda, milyarlarca kamu parasının akıtıldığı, sakinlerin sübvansiyon yağmuruna tutulduğu fantezisinin büyük bir yalan olduğunu görüyoruz” diye tepki gösteriyor Seine-Saint-Denis bölgesinin Sosyalist Partili Başkanı Stephane Trousse.

“Ne melek gibiyim ne de naif... Zorlukların, işsizlik seviyesinin, RSA (yoksulluk ödeneği) alan insan sayısının, yüksek suç ve suçluluk seviyesinin de farkındayım” diye ekliyor: “Ancak gericiler ve aşırı sağ tarafından istismar edilen klişeler ve karikatürize etmeler, siyasi amaçlar için; ırkçı ve yoksul karşıtı amaçlar için kullanılıyor ve bir ölçüde banliyölerin simgesi olan Seine-Saint-Denis ile Fransa’nın geri kalanı arasındaki bölünmeyi şiddetlendirmek için kullanılıyor.”

Emekçi ve yoksul mahallelerini sarsan ayaklanmalardan bu yana bir dizi siyasi figür tarafından dile getirilen ayrımcı iddialar büyük ölçüde gerçeklerle uyuşmuyor. Yoksul mahallelerin sembolü olarak gösterilen Seine-Saint-Denis’de halk, 2018’deki bir parlamento raporuna göre “Fransa anakarasındaki en düşük yaşam standardına” sahip. Bu bölge, aynı zamanda Île-de-France bölgesindeki en yüksek işsizlik oranına sahip, 2023 yılı başında Paris’teki yüzde 5.4’lük işsizlik oranına kıyasla bu oran yüzde 9.8.

Ancak ulusal istatistik kurumu INSEE, 2021 yılında yaptığı bir araştırmada Seine-Saint-Denis’in aynı zamanda “toplam yerleşik iş gücü içinde kilit çalışan oranının en yüksek olduğu” Île-de-France bölgesi olduğunun altını çiziyor.

Seine-Saint-Denis’deki “kilit çalışanlar” arasında evde bakım işçileri, kasiyerler ve mağaza asistanları yer alıyor. Kovid-19 kısıtlamaları sırasında bu mesleklerin hayati önemi herkesin malumuydu. Büyük Paris Bölgesi’ndeki (Île-de-France) temel meslek sahiplerinin (hastane personeli, kasiyerler, lojistik ve bakım çalışanları, ev yardımcıları, eğitim personeli vb.) yaşadığı bir yer. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, emlak fiyatları nedeniyle çok az kişi Paris’te, çok daha fazlası ise emekçi banliyölerinde yaşamakta. (...)

Stephane Troussel, “Durumu biraz inceleyen ve objektif olarak bakmaya çalışan herkes, özellikle adalet, polis, eğitim ve sağlık gibi temel kamu hizmetleri açısından bölgemizin yetersiz donanımına dikkat çekmiştir” dedi.

Macron’un partisinden ve sağcı Cumhuriyetçi partiden milletvekilleri tarafından 2018’de hazırlanan “Seine-Saint-Denis’deki kamu hizmetlerinin yerine getirilmesinde devletin eylemlerinin değerlendirilmesine ilişkin” bir parlamento raporuna atıfta bulunuyor. Rapor özellikle adalete erişimdeki eşitsizliğe işaret ediyor. Örneğin, Seine-Saint-Denis’deki mahkemelerde bir davanın sonuçlanması ortalama 8.6 ay sürerken, bu süre Paris’in 18. ve 15. bölgelerinde 5 aydan daha az. Eğer bu kıyası sürdürürsek, bu bölgelerin çok daha az sayıda ceza soruşturma memuruna sahip olduğunu görüyoruz (...)

Eğitimde de durum daha iyi değil. Söz konusu rapora göre Seine-Saint-Denis’de “Öğretmen eksikliği gençleri okullaşmanın dışında tutuyor.” Rapor şöyle devam ediyor: “Son beş yılda oluşturulan kadrolara rağmen Seine-Saint-Denis’de sisteminin verimsizliği ile ilgili ‘mekanik’ bir nedenden dolayı, öğretimin sürekliliği hâlâ garanti edilmemektedir.”

Geçen yıl Mediapart gazetesi, Seine-Saint-Denis’deki bir ortaokulda öğretmen açığı nedeniyle bir ayda 259 saatin kayıp olduğunu ortaya çıkardı. Hauts-de-Seine bölgesinde de durum farklı değil. Öğrenci Velileri Federasyonu, bu bahar bölgedeki emekçi mahallesi olan Bagneux’da 800 saatten fazla ders kaybı yaşandığını bildirdi. Üstelik de yoksul banliyölerindeki birçok okul “öncelikli eğitim bölgesi” olarak sınıflandırılıyor ve bu da ek kaynak anlamına geliyor.

Ancak Sud Education sendikasının sekreteri Fatna Seghrouchni’ye göre “Öncelikli eğitim bölgesi kurumlarında kaynaklar ihtiyaçlarla hiç orantılı değil. Öğrenciler sınıflara tıkış tıkış dolduruluyor ve sınıflar aşırı kalabalık.” Sendikacı, 17 yıl önce kendi çalıştığı okula geldiğinde sınıf başına 20 ila 22 öğrenci olduğunu söylüyor: “O zamanlar okulum henüz böyle sınıflandırılmamıştı. Bugün ise 26-28. Sınıf başına fazladan beş öğrenci. Ve okul bu kadar çok öğrenciyi kabul edecek şekilde tasarlanmamış.”

Sendika lideri, öncelikli okullara yönelik destek programlarını, ev ödevi yardımını, kültürel ve sportif faaliyetler için ayrılan bütçeyi destekliyor. Ancak tüm bunların “sadece bir serpinti” olduğunu söylüyor: “Her şeyden önce, sınıflarda daha az öğrenci, tüm öğrencileri daha iyi barındıracak daha fazla okul, daha fazla öğretmen, genel olarak daha fazla personel ve tüm personel için daha iyi ücret talep ediyoruz”

Haziran sonu ve temmuz başındaki gergin geçen gecelerde, France Insoumise’in (Boyun Eğmeyen Fransa hareketi) yerel meclis üyesi Yohan Sales, gençlerle ve ara bulucularla buluşmak için mahallenin sokaklarını dolaşanlar arasında. “Son günlerde televizyonlarda yer alan tartışmalar hakkında konuştuk. İnsanların söylediği şey, kentsel politika için para göremediğimiz” diyor. Seine-Saint-Denis’in milyonlarca kamu parasını yuttuğunu söylemek ise sağın bir modası. “Aslında yatırımlar büyük ölçüde yetersiz.” Ona göre, Seine-Saint-Denis bölgesinde devlet tarafından üstlenilen büyük projelerin birçoğu yerel halka fayda sağlamıyor: “Gerçek şu ki örneğin hükümetin yeni bir iş bölgesine dönüştürmek istediği Plaine-Saint-Denis’de, bölge sakinlerinin orada çalışabilmesi için siyasi bir irade yok. Aubervilliers’de Olimpiyat Oyunları için inşa edilen bir şantiyede yangın çıktı ancak olimpiyat bölge sakinlerine fayda sağlamayacak! Hiçbir bölge sakini bu oyunlardaki bir spor etkinliğinin bilet fiyatını karşılayamayacak.”

(Dur ihtarına uymadığı iddiasıyla polisin vurduğu 17 yaşındaki) Nahel’in ölümünden ve ayaklanmalardan birkaç hafta önce farklı siyasi görüşlere sahip emekçi mahallelerinin onlarca yerel meclis üyesinin uyardığı gibi “Banliyölerde yaşayan insanların ciddi gıda ihtiyacı varken”, birkaç düzine avro tutan biletleri nasıl karşılayabilirler? Bu seçilmiş temsilciler, “banliyöler boğulmanın eşiğinde” ve sakinleri “Cumhuriyet tarafından terk edilmiş hissediyor” diye yazdılar. Bu durum karşısında Seine-Saint-Denis Bölgesi Başkanı Stephane Troussel, “eşitliği sağlamak üzere yapısal bir etki yaratarak, banliyöleri standartlara uygun hale getirmek için kamusal eylem çağrısında” bulunarak, sözlerini “Bu yapılmadığı takdirde korkarım ki aradaki uçurumlar genişlemeye devam edecektir” diyerek sonlandırdı.

Çeviren: Eren Can

ÖNCEKİ HABER

Biden, Çin için "Saatli bomba" dedi

SONRAKİ HABER

bianet editörünün ailesine ırkçı taciz ve saldırı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa