13 Ağustos 2023 04:55

Akbelen yahut ülke...

Akbelen ve her yerde olan/olacak olan doğa talanına karşı mücadele bir sınıf mücadelesi sorunudur. İşçi ve emekçilerin ülkesini yaratma sorunudur.

Akbelen yahut ülke...

Fotoğraf: Selen Çatalyürekli

Kemal BİLGİNER

Ülke gündeminin önemli maddelerinden biri Akbelen’deki orman katliamı. Bölgede yaşayan köylüler ve onların çağrısına kulak veren bir avuç yurttaşın protesto sesleri ağaçları kesen iş makinalarının seslerine karışıp yok olup gitmekte. Kuşkusuz Akbelen ne ilk nede son olacak ülkenin tüm bölgelerinde yoğun bir doğa talanı hızlanmış durumda...

Bu gibi durumlarda yurttaşların can havli ile dile getirdikleri "devlet nerede" sorusunun yanıtı hiçbir kitabın daha iyi anlatamayacağı biçimde Akbelen’de görünür hale geldi. Devlet egemen sınıfın zor/baskı aygıtı olarak polis ve jandarma kılığında oradaydı. Gölgesini satamadığı için ağacı kesen sermayeyi halka karşı korumak için oradaydı...

Elbette devlet ve toplumsal sınıflar arasındaki ilişki gündelik yaşam içinde özellikle işçi ve emekçi sınıflara mensup bireyler açısından tüm çıplaklığı ile görülebilir değildir. Doğaldır bu da. Devletin herkesin olduğu, O’nun herkese eşit mesafede, adil olacağı beklentisi ve yanılsaması belirleyicidir. Egemen sınıfların ideolojik hegemonyası belirler bunu. Emekçi sınıfların kafasındaki bu çarpıklık ancak sınıf olarak harekete geçtiklerinde yıkılmaya başlar.

Akbelen olayından hareketle değinilmesi gereken can alıcı bir nokta daha var. O da bölgede faaliyet yürüten sermaye gurubunun kesimin yapıldığı alanın ‘kendilerine ait olduğu’nu dillendirmesi. (Muhtemelen bu söylem grubun Orman Genel Müdürlüğü (OGM) ile yaptığı protokole dayandırılıyor)... Kendi açılarından haklıdırlar!.. Neden mi?

Biz artık biliyoruz ki üretim araçlarının mülkiyetine sahip olan sınıf aynı zamanda egemen sınıf olarak örgütlenir, kendi sınıf çıkarlarını toplumun tüm kesimlerinin çıkarları olarak genelleştirir/öyle gösterir kendi muazzam ideolojik aygıtları ile. İşçi ve emekçi sınıfların bireylerinin tüm bilinci bu hegemonik ortamda şekillenir. Örneğin "vatan", "vatan sevgisi" "milliyetçilik" vb. kavramlarda bu ortamda içeriklendirilir.. “Irmağının akışına ölürüm Türkiye’m milliyetçiliği”dir bu. Ama ülkenin uğruna ölüneceği söylenen tüm ırmakları, ormanları, toprakları tüm doğal zenginlikleri ile talan edilirken ortada yoktur bunu söyleyenler... Burjuvazinin dayattığı bilinçtir bu..

Milliyetçilik, biliniyor, kendi tarihsel rolünü oynamak üzere sahneye çıkan burjuvazinin aslında kendi pazar bütünlüğünü sağlamak adına feodal parçalanmışlığa yönelik mücadelesinin ideolojik ürünüdür. Kendi ekonomik faaliyetleri açısından kendine "ait" bir ülke yaratma isteği...Kısacası burjuvazinin aslında var olduğundan ve nihayet egemen bir sınıf olarak örgütlendiği andan bu yana "ülkeyi"(vatanı) kendi ekonomik/sınıfsal çıkar ve faaliyetlerinin doğal alanı olarak görüp tıpkı üretim araçlarında olduğu gibi ülkenin de  tüm doğal zenginlikleri ile "kendisine ait" olduğu nu düşünmesi ve buna göre davranmasında da şaşılacak bir şey yoktur...Hukuk çalınan minarenin kılıfını hazırlar nasıl olsa...

Öyle ise örneğin "ırmağının akışına ölürüm Türkiyem" şarkısında ifadesini bulan ne olduğu belirsiz, soyut, bir vatan algısı (yani burjuva ideolojisinin dayatması) yerine elle tutulur gözle görülür (taşıyla toprağı ile ormanı deresi ile tüm yer altı ve üstü zenginlikleri ile) somut, merkezinde "mülkiyet" ilişkilerinin bulunduğu bir ülke/vatan algısının konması gerekmektedir. Bu topraklar "kime aittir”. Üretim araçlarının mülkiyeti ile beraber ve bundan dolayı ülkenin de (özel) mülkiyetine sahip olduğunu ve istediği gibi tasarruf hakkına sahip olduğunu söyleyen sermayenin mi yoksa üretim araçları dahil tüm ülkenin (kolektif) "mülkiyetini" kendi eline alacak ve tüm tasarruf yetkisini kamu yararına kullanacak işçi ve emekçi sınıflarına mı...

Akbelen ve her yerde olan/olacak olan doğa talanına karşı mücadele bir sınıf mücadelesi sorunudur. İşçi ve emekçilerin ülkesini yaratma sorunudur. Ve elbette "yurdumuz tüm dünyadır bizim"

Evrensel'i Takip Et