13 Ağustos 2023 14:24

Haklısın liseli arkadaşım!

Başlanacak yer, önce sıra arkadaşımızla, kendi sınıfımızla, sınıfımızın olduğu kattaki diğer sınıflarla ortak sorunlarımızı birlikte tartışmak, birlikte üretmek, birlikte bir mücadeleyi başlatmaktır.

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Lise öğrencisi

İstanbul

 

Cümlenin ortasından başlayacağım yazıya: Haklısın arkadaşım! Türkiye'de yaşamak hiç de kolay değil. Her geçen gün alım gücümüz ve demokratik haklarımız azalırken, insanca bir yaşama dair bütün güvencelerimiz elimizden kayıp giderken bu akıntıya kapılmamak oldukça zor. Bu akıntı bizi bir yerlere sürüklüyor, gitmek istediğimiz bambaşka yerler varken...

Lise eğitimi, bilimsellikten arındırılarak erken yaşta başlayan emek sömürüsünün ve dinci-gerici propagandanın aracı hâline getirilerek Türkiye gençliğinin hayallerinin ve geleceğinin önü tıkanıyor. Kulüp ve topluluklar gibi öğrencilerin bir araya gelebileceği bütün mekanizmalar engellenmeye çalışılıyor. Kültür-sanat etkinliklerinden, bilim kulüplerinden bile korkuyor okul idareleri. Bu idarecilerin Milli Eğitim Bakanlığı tarafından atandığını göz önünde bulundurursak buradaki bağlantının gayet politik olduğu ortaya çıkıyor. Erdoğan’ın atadığı Eğitim Bakanı, İl Milli Eğitim Müdürü, bir okul müdürü… Bu hiyerarşide gördüğümüz bir iktidar ilişkisi. Evrim gibi bilimsel gerçeklerin anlatılması, gençlerin özgürce tartışmaları ve ilgi duydukları bilimsel ve kültürel her alanda ilerlemeleri; bunlar iktidarın “kader planı” için tehdit olarak görülüyor. Gençlere “Siz, istediğiniz ve ihtiyacınız olan eğitimi değil, bizim istediğimiz ve bizim ihtiyacımız olan eğitimi alacaksınız!” diyor iktidar. Gençliğin edilgen bir konuma sokulmasıyla hem yaşamları hem de ülkenin geleceği bir avuç sermayedar ve güç sahibi birkaç siyasetçi tarafından şekillendirilmeye çalışılıyor.

BİLİM ÇÖPE GENÇLER YARIŞA

Eğitim hem bireyin hem de toplumun ihtiyacı olduğu hâlde, bilimsel bilgi üretimi ve kişinin kendisini tatmin edecek bir kültürel birikim sağlaması geri plana atılıyor. Böylece lise eğitimi, kimisine yalnızca basit teknik bilgiler veren, kimisineyse bilimle alakası olmayan formül ve ansiklopedik bilgiler yığını veren bir hâle bürünüyor. Durumun farkında olan Türkiye gençliğine öğütlenen şeyse kişisel gelişim, çok çalışmak vb. gerçek dışı bireysel kurtuluş masalları...

İyi bir üniversiteye giden, “kendini geliştiren” gençlerin bu karanlık tablonun dışına çıkacağını iddia ediyor burjuva medyası. Üniversite sınavında sıra arkadaşlarımızla rekabete girmemizin bir zorunluluk olduğu yalanı söyleniyor. Gençliği birbirine düşürme gayreti üniversitede de son bulmuyor, üniversiteden sonra yüksek lisans, doktora… Bilim üretimi için alınacak eğitim ve araştırma süreçleri, asgari ücretin biraz üstü bir maaş için anlamsız bir yarışın bitmez tükenmez kulvarları hâline getiriliyor.

Türkiye’de hayallerimize ulaşacağımız yollar kapatılırken, kalan yollar için sokulduğumuz yarış çetinleşirken Helen mitlerindeki Sisifos’u hatırlatıyor bu “bireysel kurtuluş” hikayesi. Kısaca Sisifos, Zeus’u Asopos’a gammazladığı için ölümle cezalandırılmak istenen bir Grek kralı. Hikâyenin sonunda Zeus, Sisifos’u bir kayayı, bir dağın tepesine çıkarma göreviyle lanetliyor. Sisifos dağın tepesine ne zaman varacak olsa, kaya onun başladığı yere dönüyor ve Sisifos sonsuzluğa kadar başarısız olmaya ve sonuç getirmeyecek bir uğraşla vaktini ve kendisini tüketmeye mecbur bırakılıyor.

YARIŞA GİRMEK VE KAYBETMEK

Biz bazen liseyi bazense üniversiteyi bitirince, iş yerinde terfi alınca, hatta bir gün emekli olunca taşı tepeye ulaştıracağımızı düşünüyoruz. Halbuki kazanılmayacak bir yarış bu, çünkü Zeus’un kurallarına göre oynuyoruz oyunu. “Kazandığımızı” düşünelim, bu kadar emeğe ve bu kadar çabaya karşı elimize geçecek ödül ne olacak? Mahrum bırakıldığımız bilimsel eğitim, üstü politik tercihlerle kapatılmaya çalışılan evrim, ilgi ve isteğimiz dışında dayatılan dersler, antidemokratik eğitim mekanizmaları…

“Yaşadığımız dünyanın Zeus’ları kim?​”, “Anlamı ne ki bu kayayı taşımanın?​” gibi sorular sormamız hiç istenmiyor. Bize at gözlüğü takmaya çalışan ve bizi birbirimize düşüren bu yarışsa gayet yapay. Gençliğimiz, enerjimiz, sağlığımız birilerinin refahı ve zevküsefası için çalınıyor. Kimimiz bu hırsızlıkla lisede, emek sömürüsüne tabi olarak tanışıyor; kimimizse ailesinden görüyor günbegün azalan ücretleri, artan çalışma saatlerini ve mobbing'i.

Bazen otobüste yolculuk ederken, bazen bir işin ortasında “Ben ne yapıyorum ki şu an?​” desek de bize hemen kayaları tepeye taşımaya dönmemiz hatırlatılıyor. Liseni bitir, “büyük adam” ol… Niteliksiz eğitim bizleri liseden üniversiteye kadar kuşatırken, karşılığını alamadığımız emeğimizle her gün yüzleşirken ne anlamı var bu çarkta inatla dönmenin? Türkiye’de kabul edilebilir bir eğitim veren az sayıda üniversite varken ve o üniversitedeki öğrenciler de yurtsuz, burssuz okumaya zorlanırken neden hayal tüccarlığı yapılıyor?

Okumayıp çalışalım desek de ne kazanacağımız ortada. Eğer biz nitelikli, bilimsel ve parasız eğitim mücadelemizi ortaya koymaz, bir avuç sermayedarın bizden çaldıklarıyla yarattığı zenginliğe karşı emeğimizin tarafında hareket etmezsek karanlık bir gelecek bizi bekler. Çünkü bu yaşamın Zeus’ları bize bir gelecek yazıyor; bize sormadan, bizim isteklerimizi gözetmeden. Karışmamızı da istemiyorlar bu plana. Geleceğimiz açıkça tehlike altındayken, biz her sabaha “Hangi zam?​”, “Yine kimi tutuklamışlar?​” diye uyanıyorsak, eğitimin dinci-gerici propagandayla doldurulduğu yetmezmişçesine okullara imamlar atanıyorsa*, bizim o kayayı taşımayı bırakma vaktimiz çoktan gelmiş de geçiyordur.

BİZ BU OYUNU BOZARIZ!

Türkiye’de gençliğin kazandığı her şey, ilerlettiği mücadelenin bütün meyveleri bir grup dinci-gerici politikacı ve vatanın zenginliklerini sermayedarlara satarak, emeğimizi sömürerek para kazanan hainler tarafından elimizden alınırken bizim “bireysel kurtuluşumuz” hiç mümkün değil. Peki, bizim tek başımıza “alıp başımızı gitmemiz” mümkün mü ki? Hepimize yapılan saldırılara hep birlikte cevap vermemiz tutarlı olan değil midir zaten? Düşmanımızın örgütlü kötülüğüne karşı, bizim kendi örgütlü gücümüzü ortaya koymamız gerekmez mi?

Tam da bu yüzden köşeye çekilmek bir seçenek değil. 5 yılda bir gelen sandıklara sıkışmadan, yaşamdaki yerimizi yeniden yaratarak, örgütlerimizle defedebiliriz bize rakip bu gücü. Çünkü düşmanımız böyle çalışıyor, her gün yeni bir hamle yapıyor, her gece yeni bir gerici karar alıyor, her sabah yeni bir zam haberine uyandırıyor. Bu nedenle ne üniversiteye başlamayı ne de eğitim hayatını bitirmeyi beklemeden örgütlü mücadeleyle yollarımızı kesiştirmemiz gerekli. Bugün vermemiz gereken mücadeleyi ertelemediğimiz, sözde “kader planı”na müdahale ettiğimiz zaman, yarınları özgür bir ülkede yaşama fırsatımız olacak.

Yaşanabilir bir geleceği bugünden kurmak öyleyse bir zorunluluk. Laik eğitim mücadelesi, bilimsel eğitim almamızı sağlayacak. Parasız eğitim mücadelesi, hem ekonomik koşullar nedeniyle okumaktan vazgeçmek zorunda kalan hem de geleceğimizi inşa edecek, bilimsel buluşlara imza atacak sıra arkadaşlarımızın ailelerinin ekonomik koşulları nedeniyle yetenek ve ilgileri olmayan alanlarda heba olmalarını engelleyecek. Demokratik lise mücadelesi, okulları okunabilir yerler hâline getirecek, bizi etkileyen kararlar üzerinde söz sahibi olmamızı sağlayacak. Çünkü, bugün ve yarın kadar sebep ve sonuçlar da bağlantılı ve mücadelemizle değiştirebilir durumda. Bu mücadelenin aracı olarak da istek ve ihtiyaçlarımızla toplumsal gereksinimlerin kesiştiği bir mücadele platformuna, gençlerin kendi örgütleri ve demokratik kurumlarına ihtiyaç duyuyoruz.

Öyleyse başlanacak yer bu örgütleri inşa etme işidir. Yani başlanacak yer, önce sıra arkadaşımızla, kendi sınıfımızla, sınıfımızın olduğu kattaki diğer sınıflarla ortak sorunlarımızı birlikte tartışmak, birlikte üretmek, birlikte bir mücadeleyi başlatmaktır. Nitekim sorunlarımız ortak olmasına, hepimiz aynı eğitim hayatının özlemini çekmemize rağmen bunları birlikte tartıştığımız, birlikte bir mücadelenin parçası olduğumuz örnekler hayli sınırlı. Bu yüzden bu kadar kolay üzerimize geliyorlar, kazanılmış haklarımıza göz dikiyorlar. Öyleyse hem haklarımıza sahip çıkmak, hem daha ilerisini talep etmek için liselerimizde yan yana gelmenin araçlarını ve mücadele örgütlerimizi inşa ederek parasız, bilimsel, nitelikli bir eğitim talebimizi elde edebiliriz. Böylece, talep ve ihtiyaçlarımız çevresinde sıra arkadaşlarımızla bir araya gelmenin, bu birliktelikleri liselerde Emek Gençliği grupları kurarak ilerletmenin, bütün Türkiye’de bireysel ve toplumsal mücadeleyi birleştirmenin en etkin çözüm aracı olarak karşımıza çıktığını görüyoruz.

 

ÖNCEKİ HABER

Türkiye'de gözaltına alınan Sol Parti milletvekili Gökay Akbulut serbest bırakıldı

SONRAKİ HABER

Ekur işçisi sendika hakkını istiyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa