Ulusal sorunda sermayenin değil, halkların çözümü
Anadil, irade, statü... Bunlar, her ne kadar öz taleplerimizse; iş, ekmek, özgürlük de bir o kadar öyle. Kürt halkı, memleketteki genel sorunlarla da yüzleşiyor, hem de en ağır biçimlerde.
Fotoğraf: Şerif Karataş/Evrensel
Berkay YEĞİN
Van
Seçimin ardından, tek adam düzeninin işçi ve emekçilere yüklediği vergi yüküyle birlikte uzun vadeye yayılmış bir yoksullaşma sürecini yaşıyoruz. Yeni ekonomi hamlesiyle birlikte Batı ile ilişkilerini revize eden, özelleştirme hırsıyla sıfırı tüketip, kaynakları tekelci sermayeye sonuna kadar açan model; ülkeyi emperyalizmin güdümünde bir karanlığa her zamankinden daha fazla itiyor. Ortadoğu halkları için bu varlığın anlamı, kan ve vahşetten başkası olmadığı gibi, tek adam düzeninin sözcüleri her fırsatta kendilerini bu ilişkiye düşmanmış gibi lanse etmekten geri durmuyor. Ekonomik ilişkilerin yanı sıra bölgede kurulmaya çalışılan hegemonya sahası da, ülkenin emperyalist güçler arasında sıkışmışlığını gün yüzüne çıkarıyor. İktidar, “Rusya-ABD arasından bir yol bulalım, ne şiş yansın ne kebap” derken bu plan tam da istenilen gibi gitmedi.
Dış politikada Kürt düşmanlığı üzerinden sürdürülen ve savaşta ısrar edilen bu tutum, bir taraftan iç politikayı şekillendirmek için kullanılırken diğer taraftan da emperyalist güçlerin bölge üzerinde müdahale seçeneklerini arttırmaya hizmet ediyor. Türkiye'nin sınır dışındaki etkinliği, terör ve güvenlik başlıklarına sıkıştırılınca halkların çıkarına olmayan müdahalelere meşrutiyet tabanı kazandırmak kolaylaşıyor.
SEÇİMDEN SONRASI
Tek adam iktidarı, seçim sonuçlarıyla beraber sermayenin devasa kar marjlarıyla sömüreceği koşulları sağlayabilmek ve bunun için halk kitlelerinde rıza üretmek adına yola koyuldu. Her şeye rağmen sermaye, at koşturabilecek bir alan elde etmekte zorlanıyor. Çünkü, halkı bu ağır çalışma ve baskı koşullarında dizginleyebilmesi oldukça zor gözüküyor. Ve tabii ki bu, halkın da kendi nefes alacağı koşulları yaratacağı sancılı bir sürece de işaret ediyor.
Tüm bu verili koşulları, Kürt gençliği için özgün kimi düğüm noktalarıyla birlikte ele alıp bütünü kapsayan, günün getirdiğiyle yetinmeyen ve talepler mücadelesinin skalasını genişleten haliyle yeniden düşünmek oldukça elzem.
Biraz geçmişe dönecek olursak siyasal iktidarın tek adam düzenini kurumsallaştırma çabalarının başında çözemediği ciddi bir engel Kürt siyasi hareketiydi. Yapının direngenliği, halkın ulusal talepleri sahiplenişi ve gençliğin dinamizmiyle Kürt siyasi hareketi ülkede demokrasi mücadelesinin lokomotif güçlerinden biri ve tek adam düzeninin karşısında ciddi bir engel olarak bulundu. Tüm bunların sonucu olarak “örgütlü halk” tabiri Kürtler için sık sık kullanılageldi. Ancak bu örgütlülük noktasında da dünle bugün arasında bariz farklar görmek mümkün. Her şeyden yalıtık gençlik içerisinde yaygınlaşan uyuşturucu madde kullanımına dönüp bakarsak bile bir şeylerin eskisi gibi gitmediğini görebiliriz.
ZAYIFLAYAN ÖRGÜTLÜLÜK VE BERABERİNDE GELENLER
Sürecin bu koşulları ortaya çıkarmasının tek adam düzeninin kurumsallaşmasıyla görmezden gelinemeyecek bir paralelliği var. Bölgede sürdürülen savaş politikasının tırmanması, sokaktan aldığı güçle mecliste olan hareketin -burjuva siyaset tarafından kanserli hücre gibi görülüp dışlanmasıyla da birlikte- belediyelerden parlamentoya uzanan bilumum legal siyaset alanına aynı gücü taşıyamaması da durumu katmerlendirdi.
Peşi sıra ise egemen güçler, her başı sıkıştığında milliyetçiliği hortlatarak kayyumlardan cezaevlerine, ablukalara kadar uzanan baskı araçlarını sistematik olarak sürdürdü. Ulusal baskı etrafında kurulan saldırılar çok boyutlu bir hâle büründü, uyuşturucunun ve fuhuşun yaygınlaşmasından zırhlı araçların çarpması sonucu yaşamını kaybeden çocuklara ve kadınlara yönelik cinsel saldırıların ve şiddetin artışına kadar tırmandı. Tüm bunların engellenememiş olmasında halkın örgütlü gücünün zayıflaşını aramakta fayda var.
Varılan denklemde, bugün sürdürülen kimi tartışmalar ve yaratılan umutsuzluk hali karşısında bölgedeki barış mücadelesini Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin dışında düşünmek gerçeğin apaçık bir reddi. Sistemin hak ve özgürlükler noktasındaki baskısının bir köşe taşında çözüm yolu, bütünlüklü bir siyasal hattın gündemi olmayı bekler her zaman. Seçim sonrası kıyaslamalarla birlikte Kürtlerin ulusal mücadelesi üzerinden yürütülen tartışmanın büyük bir kısmı ittifaklar zemini üzerinden sürdürüldü. HDP’nin Emek ve Özgürlük ittifakı içerisinde bulunması, emek ve demokrasi güçlerinin yan yana gelmesi, bir mücadele birliği oluşturması kimi çevrelerce kabul görmedi. Nitekim, bu yazının konusu bu çevreleri tartışmak değil.
Özellikle seçim sonuçlarının ardından “Demokrasi mücadelesinden bize ne?”, “Ulusal taleplerimizi ortaya koyalım” kısıtlılığında sürdürülen bazı tartışmalar, bir çarpıtmanın parçası oldu. Oysa; anadil, irade, statü… Bunlar, ne kadar öz taleplerimizse; iş, ekmek, özgürlük de bir o kadar talebimiz olmaya devam ediyor. Kürt halkı, memleketteki genel sorunlardan azade olmadığı gibi, bunlarla yüzleşme pratiklerinin de en ağırını yaşıyor. Sermayenin saldırganlığıyla tarımdan koparılan, güvencesiz işlere tamah ettirilen, haksızlığın ve hukuksuzluğun kol gezdiği bu düzende “Bırakın tüm bunları, gerçek gündemimize dönelim” demek, gündemi ıskalamaktan başka bir şey değil. Bunun yanında Kürt gençliğinin ulusal taleplerini çözebilmesi de yalnızca ulusal sorunları gündemine alarak yapılabilecek bir iş değil. Bunun aksini söyleyen Kürt sermaye sınıfının bugüne kadar dayattığı politik çizgiye bakalım:
1- “Emperyalistlerle sağlam ilişkiler kurup sırtımızı yaslayalım.” Bunun söylendiği yerde onların işbirlikçilerinin bir yolunu bulup sınır dışı operasyonlara kadar göz yumduğunu, AB ve Batı’nın pek çok haksızlık karşısında kayıtsız kaldığına şahit olduğumuzu hatırlayalım.
2- “Liberal ve muhafazakâr çizgilerle buluşalım, yan yana gidelim.” Bunun söylendiği yerde de hâlihazırda liberal ve muhafazakâr kodlarla işlenmiş burjuva siyaset, Kürt hareketini dışladı.
Dolayısıyla sermaye sınıfının sunduğu iki seçenek de Kürt halkının özlem ve taleplerini ıskaladı. Emek ve Özgürlük İttifakı içerisinde HDP’nin varlığını tam da böyle anlamalı.
SINIF SİYASETİ VE ULUSAL HAREKET
Kürt halkının özlemleriyle beraber memleketin tamamında işçi sınıfının bağımsız siyasetiyle yan yana gelişi, sadece Türkiye’ye has bir mesele olarak kalmamakla birlikte tarihseldir de. Bugün her ne kadar kitleler içerisinde milliyetçiliği yaygınlaştıran düzen siyaseti farklı bir tablo koysa da önümüze, çözüm işçi sınıfının bağımsız siyasetinde; din, dil, renk ayrımlarını bir tarafa bırakıp yan yana mücadele eden enternasyonalizmdedir
Bugün yaygınlaştırılmaya çalışılan gündemle, Kürt işçi ve emekçilerin kendi gerçekliği arasındaki ayrım büyük. İnşaatlarda iş cinayetleriyle yüzleşen, teşviklerle kurulan fabrikalarda insanlık dışı şartlarda çalışan, göç etmeye mecbur bırakılmış halk gerçekliğini görmezden gelmek, “Bunlarla zaman kaybetmeyelim” demek mümkün değil. Nerede bir emek mücadelesi olsa istihdam kaygıları bir anda hortlayan bu anlayışın, ulusal siyasetteki beklentileriyle işçi ve emekçi kitlelerin beklentileri, aynı harekette yer bulsa dahi çelişkisi mutlaktır. Bunları demokratik bir ekonomi programı diyerek kaynaştırma çabası ise günün sonunda yenilgiye mahkûmdur.
Şimdi, “Ne yapmalı?” sorusunun cevabını aramak gerek. Kürt gençliğinin nerede pozisyon alacağı burada hayatî önem taşımaktadır, çözümün ve politik hattın çok farklı katmanları olsa dahi. Tek adam düzeninin verdiği mesajsa gayet açık. Bu mesaj, sorunun kendi muhatapları dışındaki odakları canlandırmak, kendi iktidar hegemonyasını genişletip dizayn etmek olarak yorumlanabilir. HÜDA PAR’ın meclise taşınması, Cumhur İttifakı’nın bir bileşeni haline gelmesi buradan verilmek istenen mesajı ayyuka çıkarıyor.
NE YAPMALI?
Bizim içinse bu umutsuzluk havasını ortadan kaldırabilecek epeyce geniş bir mücadele sahası var. Hayatın her alanında, daha özele inersek Kürt gençliğinin temel sorunları bakımından, yoksulluğun ve işsizliğin kapıyı çaldığı; ayrımcılık, baskı ve inkâr politikalarının yakıcılığını koruduğu bir durum hâkim. Bir taraftan Emek ve Özgürlük İttifakı’nın deklarasyonu, seçimlerden de azade olarak; kadınların, gençlerin, ezilen kesimlerin ve işçi sınıfının acil taleplerini örgütleme noktasında güncel olmaya devam ediyor. Halkın egemenliğine dayanan bir demokrasi̇, insanca çalışılacak ve yaşanacak bir ekonomik düzen, Kürt sorununda barışçıl ve demokratik çözüm, doğanın, çevrenin ve kültürel varlıkların korunması gibi temel başlıklarla birlikte ele alınıp geleneksel siyasetin seçim merkezli kodları dışında hayatın her alanında mücadele sahasına dönüşmesi, dün de bugün de tek adam düzenine karşı “Ne yapmalı?”nın en açık cevabı olarak, en acil haliyle önümüzde duruyor.
Elbette bunun da ilerisini görebilmek, ulusal eşitsizliğin çözümünde sermaye programlarıyla işçi sınıfının bağımsız devrimci programını mukayese edebilmek gerekir. Bugün Sovyet deneyimine dönüp bakmak, farklı ulusların gönüllü birlikteliğinin nasıl inşa edildiğini görmek gerekir. Kürt ve Türk gençliği için de bu deneyimler son derece yüksek bir öneme sahiptir. Halklar; sınıfsız, sömürüsüz ve temel taşı tam eşitlik olan programda buluşabildiği ölçüde, ulusal mesele sermayenin meselesi değil esasen işçi ve emekçilerin sınıfsız, sömürüsüz bir dünya mücadelesiyle paralel hâle gelecektir. Ulusal sorunların dünyanın her yerinde çözüme kavuşması da, işçi sınıfının devrimci programında -sermayedarların programlarının aksine- bir aldatmaca ve yeri geldiğinde feragat edilen bir şey olarak değil, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya mücadelesinin köşe taşı olarak yerini alacaktır.