13 Ağustos 2023 15:10

Neoliberal krizin marazları: Aşırı sağ ve milliyetçilik

Gelir eşitsizliği, işçi sınıfı ve emekçilerde büyüyen hak kayıpları, gittikçe güçlenen terk edilmişlik ve öfke hissinin soğurulmasını, aşırı sağcı restorasyonu dünya ölçeğinde ihtiyaç hâline getirdi.

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Ender Şiar ARGIN

İstanbul

 

Seçim sonrası oluşan meclisin karmaşık bileşimi, milliyetçilik üzerine süren tartışmalara da farklı bir boyut kazandırdı. Genç Hayat’ın önceki sayılarında milliyetçiliğin ideolojik içeriğine ve araçsal niteliğine dair yeterince tartışma sürdürüldüğü gibi 20. Gençlik Yaz Kampı’nda da gerçekleşecek panellerde kendine yer buluyor milliyetçilik. Bu yazının başlangıcında da panelin yapacağı açılımdan önce kavramsal karşılığının ne olduğuna dair kısa bir hatırlatma yeterli olacaktır. Milliyetçilik, belirli ortak çıkarlarla tanımlanan bir “ulusal birliğin” bütün sınıflar, cinsiyetler, toplumsal tabakaları aşacak bir çıkar birliğine bağlı olması gerektiği fikrine dayanır. Yani toplumun bütün vatandaşları, kendi kişisel sorunlarını kenara bırakmalı, ulusal çıkarlara uygun bir pozisyon almalıdır. Toplumların farklı çıkarlara sahip sınıflar temelinde bölündüğüne yönelik toplum analizinin reddi, “ulusların mücadelesi” ile toplumsal/siyasal olayların-dönüşümlerin cereyan ettiği varsayımı, bütün mensuplarının sahip olduğu ulusal kimliğin çıkarlarına uygun hareket etmesi çağrısı, milliyetçiliğin düşünsel/siyasal zeminidir. Dolayısıyla günümüz milliyetçiliğini de bu temelde oturtmak, yani her şeyden önce sınıfsal bölünmeyi/çatışmaları gizlemenin aracı, ulusal birliğin tesisi illüzyonuyla sınıf kardeşliği değil sınıflar arası kardeşliğin ideolojisi, sermaye sınıflarının kullanışlı silahı olarak değerlendirmek şarttır. Siyasal alanda hegemonya kurmak isteyen her düzen partisinin cüzdanına milliyetçilik kimliğini koyması, bu araçsal nitelikle ilgilidir.

MİLLİYETÇİLİK YÜKSELİYOR MU?

Milliyetçiliğin güçlü bir etki sahasına sahip olduğu şüphe götürmez. Ancak alelacele “yükseliyor” tespiti yapmak, milliyetçiliğin serüvenini gözden kaçırmamıza neden olabilir. Çünkü İslamcı motiflerle yüklenmiş neo-Osmanlıcı milliyetçilik ve Türkçü/Turancı, etnik/ırksal zeminli radikal milliyetçilik siyaset tarihimizin uzun zamandır parçasıdır. Ancak 70’lerde komünizmle mücadelenin, 80’lerde diktatörlüğe ve neoliberalizme rıza üretiminin, 90’larda Kürt ulusal taleplerinin/eşit yurttaşlık mücadelesinin kriminalize edilmesinin zabıtası olan resmi milliyetçi birlik, siyasal yekpareliğini yitirmişe benziyor.

AKP’nin dinsel temelli milliyetçiliğine ve siyasal hegemonyasına karşı muhalefet halindeki MHP’nin 2015’ten beri sürdürdüğü iktidar ortaklığı, milliyetçiliğin geleneksel kanadında gedik açmıştı. MHP’den kopan ve seküler/modernist kaygıları sahiplenen milliyetçiler İYİ Parti’de buluşmuştu. Ancak İYİP’in merkez sağ ile Türkçü/radikal milliyetçilik arasında gidip gelen ve kimlik bunalımı yaşayan siyasal pozisyonu yeni kopuşları getirdi. Zafer Partisi’nin salt göçmen düşmanlığına dayanan politik hattının seçimlerden kısa vadede dramatik sonuçlar alması, milliyetçiliğin içinde bulunduğu krize de işaret. AKP kanadında ise neo-Osmanlıcı milliyetçiliğin dış politikada girdiği sıkıntılar, Avrasyacı ulusalcılarla bile ittifak kurmaya mecbur bırakan güçten düşmüşlük ve kentleşme/modernleşme sürecinin doğal sonucu sekülerleşme ile de egemen milliyetçilik anlatısının “yorulduğunu” görebiliriz. Dolayısıyla milliyetçilik deseni bütün çeşitliliğine rağmen “memnuniyet” hissi uyandıramama sorunuyla, hegemonya kriziyle karşı karşıya.

YÜKSELEN YALNIZCA MİLLİYETÇİLİK DEĞİL SAĞCILIK

Ne var ki, AKP’nin İslamcı toplumsal kurgularının, dinsel değerlerle tanımlanan toplumsal yaşam anlayışını, Osmanlı geçmişine yönelik mitsel tarih anlatısını hedef alan milliyetçi tepkilerin yükselişinden bahsedebiliriz. Ancak bunu da yalnızca bir milliyetçilikle değil, dünya/tarihsel koşullarla, sağ siyasetin yükselişiyle değerlendirmek gerekir. Türkiye’de bu yönelim, herhangi bir toplumsal sorunu çözme iradesi ve kapasitesinden yoksun bir siyasal rotayla, sürekli teyakkuz halinde bir “Araplaşma” paniğiyle, bunun habercisi görülen göçmenlere şedit düşmanlıkla ve kalıcı bir Kürt sorununa düşman/intikamcı yaklaşımla performe ediliyor.* Özellikle gençler içerisinde yaygınlaşan bu tepkilerin, milliyetçilik ve aşırı sağın nüfuz alanında ve gündelik siyasal söylemde çeşitli mağduriyetler, spekülatif karşıtlıklar ve dozajı yükselen agresyonla beslendiğini, yüksek tonlarda karşılık bulduğu söylenebilir. Ümit Özdağ’ın 1915 Ermeni kıyımının yıldönümünü Talat Paşa ile anan paylaşımının aldığı yüksek etkileşimler, feminist kavram setiyle kadınların gündelik kaygılarına yaslanan göçmen düşmanlığı, İttihat ve Terakki’nin Osmanlı-karşıtı kurucu bir toplumsal fenomen olarak hortlayan mirası vb… Buna sokak köpeklerine bile düşmanlık besleyen hıncı, daha önce ayıplanan İsrail devleti hayranlığını bugün çekinmeden dillendiren özgüveni, homofobi ve kadın düşmanlığıyla yakıtı fullenen garezi de ekleyin.

Peki nasıl oluyor da “ulusal birlik” kurgusuna gittikçe yabancılaşan ve birliği sağlanmak istenen ulusun gerçek sorunlarına (örn: hayat pahalılığı, demokrasi, toplumsal cinsiyet eşitliği) dokunmayan, yaşam koşullarını umursamayan milliyetçi/aşırı sağcı söylemler gençler içerisinde yaygınlaşıyor?

NEOLİBERAL DÜNYA VE AŞIRI SAĞIN RESTORASYONU

Bu soruya meselenin dünya boyutuna bakarak yanıt verebiliriz. Çünkü milliyetçilik trendi ya da krizi Türkiye’ye özgü değil. Geçtiğimiz hafta İspanya’da Franco faşizminden bu yana ilk defa aşırı sağcı bir koalisyonu iktidara getirecek bir seçim zaferi elde etti milliyetçiler. İskandinavya’da beyaz milliyetçiliğin yükseliş ivmesi sürüyor. Alman meclisinde neo-nazilerin yarattığı tedirginlikten göçmen düşmanlığının esas girizgahını yapan Brexit ve Britanya sağına, Trump’ı iktidara getiren Amerikan sağına…

Kimi siyaset bilimcilere göre aşırı sağın son yıllardaki yükselişi 2008 krizi sonrasına tekabül ediyor. Wendy Brown, bu bağlama neoliberal ideolojik taarruzu da ekliyor. Kamu mülkiyetinin ve kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi, sosyal devlet uygulamalarının çarpıcı biçimde küçültülmesi, emeğin örgütsel kapasitesinin zayıflatılması, sermaye dolaşımına kuralsız/dizginsiz hareket alanı kazandırılması, vergi ve gümrükler gibi devlet denetiminin bu dolaşıma uygun hale getirilmesi gibi belli başlı uygulamalarıyla neoliberalizm, kapitalizmin 40 yıllık pratiği olarak yoksul sınıfları ağır bedellerle baş başa bıraktı. Gelir eşitsizliği, işçi sınıfı ve emekçilerde büyüyen hak kayıpları, gittikçe güçlenen terk edilmişlik ve öfke hissinin soğurulmasını, aşırı sağcı restorasyonu dünya ölçeğinde ihtiyaç hâline getirdi.

Ancak milliyetçilik ve aşırı sağın yükselişi yalnızca sağcı/milliyetçi siyasal organizasyonların politik/söylemsel başarılarına bağlı değil. Çünkü ortada daha büyük bir organizasyon, neoliberalizmle örgütlenen aşırı sağcı restorasyon var. Brown, Avrupa’da yükselen aşırı sağın neoliberal projeyle organize edilen düşünsel-siyasal yönelimini “ahlak” ve “özgürlük” anlayışıyla inceliyor.** Brown’un tespitini haklı kılacak biçimde neoliberalizmin kurucu figürlerinden Hayek, özgürlüğün, düzenin ve medeniyetin gelişimini ahlak ve piyasaların oluşturduğunu söylemişti. Piyasa ilkelerinin egemen ilkeler hâline gelmesi ve kurumlar aracılığıyla neoliberal mantığın yürürlüğe sokulması, bu projenin tılsımıydı. Ancak yalnızca bir devlet/siyaset programlaması, kurumların ve siyasetin piyasa ihtiyaçları bağlamında organize edilmesi (piyasa hareketlerinin kolaylaştırılması, desteklenmesi ve gerekirse kurtarılması)

değil, sivil yaşamın, gündelik pratiklerin hatta akıl yürütme biçimlerinin de piyasalaşması gerekiyordu. Neoliberal özneleşme, “toplum” fikrini ortadan kaldırmak için her bir bireye rekabet ve kendine yatırım yapmanın yararlarını öğütlüyor, yeni neoliberal girişimcilikle devlet/halk arasındaki doğal çatışmayı el çabukluğuyla ortadan kaldırmayı umuyordu. Bu imalat için belli motifler (ahlak ve özgürlük) namına belli tehlikeli motifler (adalet, eşitlik, kamuculuk) hedef alınmalıydı. Hayek’e göre eşitlik ve adalet adına önerilen bütün projeler aslında gerçek adaleti, toplumsal kaynaşmayı ve ekonomik kalkınmayı engelliyordu. Eşitlik ve demokrasi talebi, neoliberal yaşam için zararlıydı. Bütün yaşamı doğal eşitsizlik ortamı, sorumluluk bilinci ve piyasa adaleti belirlemeliydi. Kısaca toplumsal olana düşmanlık ve siyasal eşitliğe meyleden uygulamaları (demokrasi) ortadan kaldırma arzusu, neoliberalizmin siyasal mantığı haline geldi.

Aşırı sağın güçlü siyasetlerinin sloganlarına bakarsak, bu yönelimi tespit etmek daha da kolaylaşır. Trump “Amerika’yı Yeniden Yücelt”, Le Pen ve Milliyetçi Cephe “Fransa Fransızlarındır”, Brexit “Kontrolü Geri Al”, Almanya için Alternatif (AfD) “Bizim Kültürümüz, Bizim Yurdumuz, Bizim Almanyamız”, Polonya Hukuk ve Adalet Partisi (PiS) “Saf Polonya, Beyaz Polonya”, İsveç Demokratları (SD) “İsveç İsveçlilerindir”… Hemen hepsinde ortak nokta “mağduriyet” önkabulü ve ulusal birliğin kaybına yönelik intikam duygusuyla yüklenen saldırganlıktır. Bu yeni olmayan-yeni sağcılıkta demokrasi ve eşitlik taleplerine yönelik tepkiler, hemen hemen aynıdır.

TOPLUM ALERJİSİ VE DEMOKRASİ DÜŞMANLIĞI

Gerçekten hem ülkemizde hem de Avrupa ve ABD’de yükseliş trendi kazanan milliyetçilik ve aşırı sağın bu konsepte uygunluğu ve neoliberal ideolojik hegemonyanın aşırı sağın restorasyonundaki rolü çarpıcıdır. Toplumsal adalete, cinsiyet ya da ırk temelli eşitsizliklere, kamusal alandaki hak kayıplarına yönelik bütün itirazlar neoliberalizmin siyasal çıktısı olarak aşırı sağın hedefi haline geliyor. Sosyalistlerin adalet, eşitlik ve demokrasi talepleri ironik biçimde özgürlük ve ahlak adına “zorlama”, “konforlu alanlardan yapılan”, “kısıtlayıcı” politikalar olarak mimleniyor. Demokratik siyasal katılıma, ulusal eşitliğe, toplumsal cinsiyet eşitliğine, kamusal eğitim ve sağlık hizmetine yönelik her türlü neoliberal saldırı ahlak ve özgürlük adına meşru kılınıyor. Çünkü neoliberal kurguda aile kurumu heteroseksüel ve kalıcı, cinsiyet ve ırk temelli eşitsizlikler doğal, kentsel mekanlar güvenli ve intizamlı, bireyler sorumlu ve girişimcidir. Devlet bir kez çoğulcu taleplere taviz verir, yıkıma uğrayan kitlelerin taleplerini dikkate alırsa, toparlamak zordur. Toplumsal olana alerji, demokratik olana düşmanlık ve eşitliğe yönelik hınç bu neoliberal toplum ve siyaset organizasyonunun düşünsel ufkudur.

Gündelik söylemlerde de bu neoliberal siyasal/ahlaki projeye tanıklık etmek mümkün. Feminist söylemle donatılan göçmen düşmanlığını düşünelim. Solun göç sorununa gerçekçi yaklaşımı bir çırpıda “kadınların güvenlik kaygılarını dikkate almayan”, “konformist” yaklaşımlar olarak hedef oluyor. Ya da sokak köpekleri sorununa “köpekleri ortadan kaldırmayı” öneren tepkilere karşı canlıların yaşam hakkını savunanlara hızlıca “özgürlük düşmanı” etiketi yapıştırılıyor. Cinsiyet eşitliğinden yüzeysel düzeyde bile bahsedenler “SJW” (toplumsal adalet savaşçıları) gibi pejoratif adlandırmalarla alaya alınıyor. Her türlü adalet/eşitlik konsepti “toplum mühendisliği” olarak suçlanıyor.

NEOLİBERAL YIKIMIN PANZEHİRİ ENTERNASYONALİZM

Dünya ve Türkiye’de yükselen aşırı sağ ve milliyetçilikten bahsetmek için büyük iddialarla yola çıkan neoliberal projenin iflasının ve bu yıkımdan payını alan kesimlerin öfkesinin soğurulması ihtiyacını hesaba katmak zorunludur. Özellikle gençler içerisinde yaygınlaşan sağcı akım, sembol ve reaksiyonlar, aceleci biçimde hegemonik bir milliyetçilik anlatısının zaferiyle değil, 40 yıllık neoliberal bireyselleşme anlatısının etkisiyle değerlendirilmelidir. AKP neoliberalizminin en ağır faturasıyla karşılaşan gençler, geleceği gasp edilen kuşaklar, çalışma hayatına büyük hak kayıplarıyla giren üniversiteliler ve kentli emekçi tabakalarda sağcı fikir ve tepkilerin nüfuz alanı kazanması, kapitalizmin krizlerinin sonuçlarıyla karşılaşan kitlelerde açığa çıkan hayal kırıklığı, terk edilme, yalnızlaşma ve öfke hissiyle bağlantılıdır. Ayrıca neoliberal ideolojik formasyonun kitleler üzerindeki etkisi, alternatif siyaset mantığının bıraktığı boşluğun da sonucudur. Hem Türkiye’de hem de dünyada kamucu/eşitlikçi fikirlerin, krizler ve savaşlar dünyasında faturayı savaş örgütlerine ve devletlere çıkaran sağduyunun, yersiz-yurtsuzlaştırılmış göçmenlerle kavganın değil dayanışmanın, ortak yaşam ve paylaşım kültürünün, kısacası sosyalizmin, enternasyonalizmin ve anti-emperyalizmin mirasına, gücüne ve açığa çıkan fırsatlara rağmen etki alanındaki zayıflıkları, bu sonuçların başka önemli nedenidir. Aşırı sağın zehri, bu siyasal boşluktan da sızmaya devam ediyor.

Ancak neoliberalizmin krizini neoliberal ideolojinin çözmesi imkansızdır. Aşırı sağcı siyasal tepkiler şimdilik tampon işlevi görüyor. Ancak yıkıma uğrayan, yalnızlaştırılan, çaresiz ve umutsuz bir gelecek kurgusuna hapsedilen kesimlerin bu yıkıma vereceği reaksiyonlar ne özcü ne de değişmezdir, yalnızca ve yalnızca tarihsel/toplumsaldır. Ayrıca en yakın örneğini Nahel isimli Cezayir göçmeni akranlarının öldürülmesine sistematik polis şiddeti ve neoliberal yıkımı da hedef alarak, Fransa sokaklarını kuşatarak cevap veren kardeşlerimizden gördüğümüz üzere, “başka bir dünya mümkün” ısrarından taviz vermeyenlerin sayısı hiç de az değildir. Bu mücadele ısrarına enternasyonalizmin, muhtemelen tarihin hiçbir döneminde bu kadar mümkün olmadığı gerçeğini görerek omuz vermek, önümüzdeki acil sorundur.

 

*Bora, Tanıl (2023), “Milliyetçilik Yükseliyor!”, Birikim Dergisi.

https://birikimdergisi.com/haftalik/11416/milliyetcilik-yukseliyor

**Brown, Wendy (2021), “Neoliberalizmin Harabelerinde: Batı’da Antidemokratik Siyasetin Yükselişi”, Çev. Bülent Doğan, Metis Yayınları.

ÖNCEKİ HABER

Esenler'de evlerinin duvarları çöken yurttaşlar belediyeden yardım istiyor

SONRAKİ HABER

İskenderun'daki orman yangını kontrol altına alındı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa