Fazlasında gözümüz var!
Dünyaya kulak veriyoruz. İçimizde olup bitenlerin onun bir yansıması olduğunu görüyoruz.Bu sebeple hem bu dünyayı hem de kendimizi değiştirmek için birlikte neye müdahale etmemiz gerektiğini arıyoruz.
Evrensel
Kişisel gelişim kitaplarının aktör tartışmalarından biridir, mutsuzluğun kaynağı olarak gösterilir, dünya işleriyle fazla meşgul olmak, eşyalara, satın almaya, tatmini içsel arayışlar yerine para ve hırsta aramaya “materyalizm” denir. Fazla materyalist olmak, yani materyallere bağımlı olmak anlamına gelen bir sıfat olarak kullanılıyor. Tartışma zaten baştan kokuyor. Kapitalizmin dünyasında her şey bir pazar ürünü olan “meta” olduğundan, dünyanın temel yapı taşı olan madde kelimesi de meta yerine kullanıyor. Doğrusunu söylemek gerekirse, felsefi ve politik olarak materyalizm kavramının bu denli kendi kökensel-tarihsel anlamından koparılması oldukça ilginçtir. Ancak bir o kadar da değildir.
Zira kapitalist sistemin dünyadaki canlı cansız her unsuru bir pazar ürünü haline getirmesi ve metalaştırması karşısında ilişkileri yozlaşan, hayatın anlam ve değerini kaybeden, nasıl yaşanması gerektiğine ilişkin cevapsız kalan sorularla dolu bir hayat süren milyonlarca genç gerçekten de bireysel kurtuluşun, rekabetin ve mülk edinmenin esas haline geldiği bir dünyada yaşıyor. Ancak bu içsel yolculuktan uzaklaştıklarından değil, kapitalizmin yarattığı koşullar bunun dışında bir yaşam alternatifi sunmadığından. Fazla materyalist olmak, karın tokluğuna çalışan, güvencesiz bir gelecekle her gün sınanan milyonlarca genç için tüketim çılgınlığı gibi salt sosyolojik anlayışlarla değil, yarından kuşku duymanın yanı sıra bugünkü sosyal toplumsal ilişkiler bütünün yaşama ilişkin temel formülü olmakla anlaşılabilir.
Yani karşımızdaki, bütün hayatı piyasa ve meta üzerine kuran bir sistemin, hayat rotasını kaybeden milyonlarca gence “başarısızlıklarını ve bunalımlarını” maddi olana fazla düşkün olmakta aratırken, kendi ceplerini dolduran sermayenin her koşulda kazandığı bir denklem. Öyle ki bu fazla materyalist gençlik, “fazla tükettiği” ve sahip olmak istediği bütün materyaller için ölesiye çalışıyor. Sanki üretim kotalarını, tuvalet izni dahi olmadan çalışmayı, üstüne üstün okurken dahi çalışmak zorunda kalmayı, huzuru kendi içsel yolculuğunda aramak yerine materyalist olmayı seçmek kararı belirliyor!
AZLA YETİN FAZLA ÜRET?
İşte bu akıl dışı formül, hem bize daha azla yetinmeyi önerirken aynı zamanda daha fazla üretmek zorunda kaldığımız bir yaşam sunuyor. Elbette kapitalist toplumun bütün araçları ve ilişkileri de sahip olamadığımız her şey için bizde büyük bir yoksunluk hissi yaratıyor. Arkası ise değersizlik, yetersizlik, dayanışma yerine rekabet, kolektif yaşam yerine yalnızlaşma…
Oysa, tarihsel ve kökensel anlamında koparılmamış materyalizm, bize dünyanın ve bilincimizin oluşumunda önceliğin madde olduğunu söyler.
Materyalizm, Marx ve Engels tarafından diyalektik materyalizm olarak geliştirildiğinde insan bilincinin de maddenin hareketiyle olan ilişkisinde, karşılıklı olarak oluştuğunu söyler.
Diyalektik materyalizm ve materyalizm kavramları yerli yerine oturduğunda, kapitalizmin ve piyasacı liberal dünya görüşünün karşısında neden yer aldığı da açığa çıkar. Zira diyalektik materyalist dünya görüşü, kapitalizm karşısında en tutarlı siyasal programın dünya görüşüdür.
DÜNYAYI TEKELLERDEN GERİ İSTİYORUZ!
Ve evet, diyalektik materyalistler, dünyaya, onun ilişkilerine ve onları değiştirmek için müdehale etmeye düşkündür. Azıyla yetinmeyi değil, bütün dünyayı isterler. Zira bütün dünya bizim değilse, mutlaka genişleyen sermaye tekellerinin, savaşların ve yıkımın dünyasıdır. Bizim fazlasında gözümüz vardır, çünkü o fazlalık, kapitalistlerin zenginliğinin kaynağıdır, bizim ürettiklerimizden el konulandır.
Dünyaya kulak veriyoruz. Kendi içimizde olup bitenlerin de onun bir yansıması olduğunu görüyoruz. Tam da o sebeple hem bu dünyayı hem de kendimizi değiştirmek için birlikte neye müdahale etmemiz gerektiğini arıyoruz. Bakalım neler geldi başımıza.
Seçimlerden sonra etrafımızda dönen bütün burjuva siyasetçiler yok oldular. AKP iktidarı seçim öncesinde beklettiği zamları birer birer uygulamaya geçerken, ilk hedeflerinden biri de laik bilimsel eğitimdi, adını da ÇEDES projesi ilan etti. Yine Eğitim Bakanı hem karma eğitimi tartışmaya açtı hem de eğitimdeki en büyük önceliğimiz ara eleman yetiştirmek dedi. Türkiye gençliğini niteliksiz ucuz iş gücü olacağı bir geleceği örgütlediklerini itiraf etti.
Öyle ki emperyalist paylaşım kavgaları milyonlarca yurttaşı göçmen haline getirdi, Ukrayna’dan Suriye’ye sıcak savaş ve askeri gerilimler ek maliyetler olarak halkların sırtına bindi. Sağ ve muhafazakâr politikalar Türkiye’de olduğu gibi pek çok yerde halk kesimlerinin rahatsızlıklarını bastırmanın ideolojik ve siyasal hamleleri olarak hayata geçirilirken kadınların LGBTİ’lerin, ezilen ulusların en büyük tehdidi haline geldi. Kazanılmış bütün haklar bir bir satışa çıkarıldı, geleceğin ipoteği görülen her şey yitirilme tehlikesiyle karşı karşıya kalmaya başladı. Emeklilik hakkından kürtaja, parasız eğitimden temel demokratik haklara kadar pek çok başlıkta artan saldırılar sürüyor. Dünyaya kulak verdiğimizde bizim ve kardeşlerimizin yaşadığı pek çok kara parçası bize, kapitalist barbarlığın hikayesini anlatıyor. Kapitalist barbarlığın korkunç olduğu kadar gülünç olan hikayeleri var. Öyle ki Akbelen’i talan eden Limak Holding’in yönetim kurulu üyesinin Doğal Hayatı Koruma Vakfı üyesi olması kadar sahtekâr.
Aynı dünyanın anlattığı bir şey daha var. O da bütün bu barbarlığa karşı insanca bir yaşam için mücadele edenlerin hikayesi. Kapitalizmin hikayesine bir nokta koymak için, hayatı kendi kararlarımızı alıp uygulamaya koyulduğumuz örgütlü bir yaşama çevirenlerin hikayesi.
Dünyaya kulak verince şimdi sıra bu iki hikâyeden birinin parçası olmaya geliyor. Kayıtsızlığı, gülünç ve sahtekarların dayattığı yaşamı kabul etmeyip, başka bir dünyayı kurmanın bir parçası olmaya. Eğer başka bir dünya mümkün sloganını duyuyorsanız ve 20. Gençlik Yaz Kampı’ndaysanız, daha fazlasına sahip olmanın en önemli adımını burada atacağız.
Bu dünyanın nasıl inşa edileceğinin de provasını yapacağız. Aradığımız, kendi kulüp ve topluluklarıyla güçlenen, kendi temsilcileriyle üniversite ve liselerinde karar alan, kendi gençlik hareketini talepleri etrafında büyüten, zamlara, antidemokratik uygulamalara karşı mücadelesini kendi çıkarlarına uygun bir siyasetle örgütleyen bir gençlik hareketi. Nereden başlayacağız sorusunun cevabı da tam da bu alanda gizli.