Irgatın Türküsü
Toprak kokar ırgat kelimesi, türkü kokar ama en çok da sömürü kokar. Yazın sıcağında ter, kışın soğuğunda ayazdır. Sabahın kör karanlığı ve o karanlıkta ırgatbaşının azarıdır.
Fotoğraf: MA
Yaşamımızda ilk kez ne zaman duyduğumuzu ne zaman öğrendiğimizi hatırlamadığımız kelimeler vardır. Belki de yaşamımıza girişi adımızla yaşıttır. Hani Edip Cansever “Mendilimde kan sesleri” şiirinde “İnsan yaşadığı yere benzer/ O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer” der ya, aslında o yerin kelimelerine de benzer insan. Daha doğrusu yan yana gelmiş seslerden oluşan o kelimelerin zihnimizde canlandırdığı anlara benzer. O anlar ki ucu ucuna eklenerek yaşamımızı oluşturur.
Nasıl adımla ezanın ardından kulağıma seslenildiği andan beri berabersem ırgat kelimesi ile de kendimi bildim bileli beraberimdir. Toprak kokar ırgat kelimesi, türkü kokar ama en çok da sömürü kokar. Yazın sıcağında ter, kışın soğuğunda ayazdır. Sabahın kör karanlığı ve o karanlıkta ırgatbaşının azarıdır. Türk’tür, Kürt’tür, Zaza’dır, Arap’tır. Çocuktur, gençtir, yaşlıdır, kadındır, erkektir. Bir çift gözdür, bir çift kulak ve türkü söylemek dışında suskun bir ağızdır. Yorgun ayaklardır ve maharetli ellerdir ırgat kelimesi.
En çok da o maharetli ellerdir benim için. Yazın sıcağında kuruyan, kışın ayazında çatlayan, çatladıkça sertleşen, sertleştikçe kesekleşen eller. Saçınızı okşarken takılan, yüzünüzü severken çizen; sevgisine, şefkatine bir tutam acıyı katık yapan bir anın zihnimdeki fotoğrafıdır ırgat kelimesi.
Rotamı Çukurova’nın sarı sıcak altında bereketlenen toprağından İzmir’in imbatı ile serinleyen cömert denizine çevirdikten sonra ırgat kelimesi ile yeniden karşılaştım. Aynı harflerden, aynı seslerden oluşan bu kelime İzmir’de karasal özelliğinden sıyrılıp denizsel bir imgeyle söz kesmişti. Irgatın İzmir karasularındaki anlamının; teknede demir alma ve demir atmada başrolü oynayan bir motor olduğunu öğrendim. Sevgisine ve şefkatine bir tutam acıyı katık yapan kesekleşmiş el imgesi zihnimde oturduğu tahtı elektrik gücü ile çalışan bir motor imgesi ile paylaşmamak için bir süre direndi.
Çocukluğumdan beri karasal bir imge ile hemhal olmuş ırgat kelimesinin tahtında denizsel bir imgeye yer açmaya çalışmasına içerlemedim değil. Ama esas şaşkınlığım telefonuma düşen bir mesaj sonrası ırgat kelimesinin kökenini araştırmamla ortaya çıktı. Adımla yaşamıma giren ve her harfiyle, her sesiyle, çağrıştırdığı her imgeyle anayurdum olan çocukluğuma giden kestirme yolun krokisi ırgat kelimesi Yunanca ergátis (εργάτης) sözcüğünden köken almaktaymış. Anlamı tam da Türkçe’de kullandığımız şekliyle “toprak işçisi” anlamına gelmekteymiş. Şaşkınlığımı bir kenara bırakarak farklı bir dilde, farklı bir zihinde aynı kelimenin belki de aynı imgeyle karşılandığı düşüncesinin keyfini yaşamaya başladım. Ne diyeyim; yaşasın sözlerin kardeşliği…
Irgatın emeğinden zenginlik devşiren bu düzen ne şehir tanır ne de ülke. Çukurova’nın sıcağında da İzmir’in imbatında da hatta Amerika’nın uzağında da ırgat, ırgattır; sömürü de sömürü. Hele tarihin ibresini XVII., XVIII. yüzyılın tarıma ve ırkçılığa elverişli Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Güney’ine çevirirsek ırgatlık demek sadece sömürü demek değildir, köleliktir aynı zamanda.
Afrika’dan zincire vurularak gemilere doldurulan insanlar memleketlerinin uzak paralelinde yer alan Mississippi, Louisiana, Güney ve Kuzey Carolina, Georgia gibi eyaletlere getirilir. Binlerce millik yaşam ile ölüm arasındaki bıçak sırtı keskinlikteki yolculuğun taşıtları Tumberio adı verilen ölüm gemileri ABD’nin Güney Doğu kıyılarına ulaştığında ölenler mi şanslıdır, kalanlar mı bilinmez. Çünkü kalanlar artık alınıp satılabilen kölelerdir.
Bu köleler sahiplerinin zenginliklerine zenginlik katmak için pamuk, tütün ve pirinç plantasyonlarında çalıştırılırlar. Bir yanda anayurtlarının ve geride bıraktıklarının acısı ve hüznü, diğer yanda getirildikleri bu yeni kıtanın bilinmezlikleri. Okyanusları aşarak binlerce millik yolu yaşamla ölüm arasındaki ince çizginin çalkantıları arasında bir o yana bir bu yana savrularak tamamlayan bu insanlardan sağ kalanlar toprağa ayak bastıktan sonra da dişleriyle tırnaklarıyla çizginin yaşam tarafına tutunabilmeye çalışırlar.
Yaşama tutunmak o kadar da kolay değildir. Beyaz adamın renginden menkul “üstünlüğü” adeta bir sülük olur kölelerin bedenine, ruhuna yapışır. Bir yandan kölelerin iliğini, kemiğini emen sülük bir yanda da ruhunu sömürür. Beyaz adam semirdikçe köleler yaşamla ölüm arasındaki bıçak sırtı çizgide tökezlemeye başlar ve ölümün kucağına düşmemek için köleleştirildikleri bu topraklarda tutunacak bir dal arar. Bazıları o dalı anayurtlarından aşina oldukları bir ağaçta bulur ve sıkı sıkıya tutunur.
İşte o ağaç Indigofera tinctoria yani namı diğer çivit otudur. Dünya üzerinde oldukça geniş yayılım gösteren bu ağaç neredeyse Afrika’nın tamamında yetişir. Kölelerin yaşama tutunmasına katkı sağlayan bu ağacın yapraklarının Afrika kültüründe önemli bir yeri vardır. Afrika’da boya çukurlarındaki suda mayalanan bu yapraklar adeta tarihin imbiğinde damla damla damıtılır ve ortaya çıkan çivit mavisi Afrika kıtasının üstüne serpilir. Hatta bu çivit mavisi Burkina Faso, Cezayir, Libya, Mali ve Nijer arasında kalan bölgeyi öyle bir boyar ki, bu bölgede yaşayan Tuaregler baştan ayağa çivit mavisine boyanır. Bu nedenle de Tuaregler’e “çölün mavi insanları” denir. Çivit mavisinin Afrika kültüründe ayrı bir yeri vardır. Çünkü bu mavi cenaze törenlerinin ve yasın rengidir. Yani çivit mavisi Afrikalılar için hüznün yüküyle yo(ğ)rulmuş bir renktir.
Mississippi nehrinin havzasında yetişen Indigofera tinctoria dalına tutunarak yaşamda kalmayı başaran kölelerin zincirlerinden ve seslerinden başka kaybedeceği bir şeyleri yoktur. Bu nedenle de acılarını, öfkelerini, hüzünlerini, özlemlerini, sevinçlerini ve özgürlük umutlarını zincir şakırtılarının ritminde seslerine katık yaparak anayurtlarından tanış oldukları çivit mavisine yüklerler. İşte çivit mavisine yüklenen bu ezgiler blues müziğini doğurur. Yani köleleştirilmiş Afrikalı ırgatın türküsünü…
ABD’de 1865 yılında köleliğin kaldırılmasının ardından blues müziği önce yeni kıtaya ardından da tüm dünyaya yayılır. Elbet bu topraklara da ulaşmıştır. 21 Mart 1916 günü Lüleburgaz’da doğan Cahit Irgat blues dinlemiş midir bilmem. Gerçi siz bakmayın benim Cahit Irgat dediğime, çünkü Cahit Irgat’ın doğduğunda çıkarılan kafa kağıdında Cahit Saffet Mutlu yazmaktadır.
Metin Eloğlu Cahit Irgat’ın ölümü üzerine yazdığı ve Temmuz 1971’de Güney dergisinde yayımladığı “Anılaşmak” adlı yazısında Cahit Mutlu’nun “Irgat” soyadını alma sürecini anlatır. Cahit Mutlu mahkeme kararı ile soyadını Irgat’a çevirir. Mahkemede “Irgat” soyadının “yalancı” tanıklığını da Metin Eloğlu yapar. Eloğlu bir söyleşi sırasında Cahit’e neden ısrarla nüfusa kayıtlı olduğu “Mutlu” soyadını değiştirmek istediğini sorar. Cahit Irgat’ın cevabı çarpıcıdır: “Kişi yalan söylememeli, soyadıyla bile…”. Bu yanıt muhtemelen Eloğlu’nun yeniden söze başlamadan önce yutkunmasına neden olmuştur.
Cahit Irgat’ın eğitim yaşamı gelgitlidir. Edebiyata ve tiyatroya olan ilgisi Irgat’ın yolunu 1935 yılında Raşit Rıza Tiyatrosu ile kesiştirir. Ardından 1936 yılında Ankara Devlet Konservatuarı’na kaydolur. Kaydolur kaydolmasına ama bitiremez, çünkü okulun son yılında “aşırı sol” görüşünden dolayı konservatuardan atılır. Atılma belgesinin altında dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in imzası vardır. Yıllar sonra Cahit Irgat ve Hasan Ali Yücel’le Paris’te Avni Arbaş’ın evinde karşılaşır. Irgat yaşamındaki en uzun ve istikrarlı birlikteliğin yani alkolün etkisiyle Hasan Ali Yücel’e "Sizin başka hiç işiniz yok muydu ki, bakanlık koltuğuna oturur oturmaz attığınız ilk imzalardan biri ile beni konservatuardan attırdınız?” diye yüklenince, Hasan Ali Yücel "İyi ki öyle yapmışım, bak şimdi sanatçı oldun. Konservatuarda kalsan, devletin kadrolu oyuncusu olurdun ancak...” yanıtını vermiştir.
O Hasan Ali Yücel’in oğlu Can Yücel bu olaydan yıllar sonra Cahit Irgat için şöyle diyecektir: “Cahit ki bu hasta düzende sağlıklı bir kanserdi/ Cahit ki haksızlığa karşı üreyen hücrelerdi. / Yorgun develer gibi çöktüğü Dormen şölenlerinde bile/ ‘Siz paranızı, ben kendi kendimi yerim,’ derdi. / Cahit zaten azalarak yaşayanlardan değil/ Çoğalarak ölenlerdendi.”
Babasının 6 yaşındayken acılığı nedeniyle içine şeker atarak tattırdığı ilk rakı uzun yıllar bir daha ağzına alkol koymasına engel olsa da Irgat’ın Orhan Veli, Sait Faik ve Cahit Sıtkı ile tanışması bu engeli aşmasını sağlamıştır. Hem de bendini aşarcasına…
27 Mayıs 1960 darbesinin sabahında sokaklara çıkıp darbecilere alkol ve galiz küfürler eşliğinde posta koyduğu için ülkemizin demir parmaklıkları arkasında bir süre misafir edilmişliği de vardır, kanındaki alkolün nefes almadan koşturması nedeniyle Bakırköy Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi’nin 18. Servisinde Neyzen Tevfik’le dinlenmişliği de. Hatta Cahide Sonku ile yanyanalığı sırasında İstiklal Caddesi ile Tünel arasında izbe bir sokakta merdivenle inilen bir meyhane açmışlığı da vardır.
Cahit Irgat yaşamındaki tüm iniş çıkışlara karşın ne sahne tozundan ne sinemadan ne de edebiyattan kopmuştur. Irgat sahneyi ince hastalık gibi görerek; “Yeter ki, insanın içine bir yapışmasın. İnsanı erite erite, kemire kemire götürür. Kan kusturur, uğraştırır, uğraştırır da uğraştırır.” dermiş. Cahit Irgat 1962 yılında Cahide Sonku ile Cahitler Tiyatro’sunu kurmuş ve tiyatrosuna o kadar önem vermiştir ki, kısa bir süreliğine bile olsa tiyatronun kulisine alkol sokmamıştır. Metin Eloğlu askerden döndüğü o günleri şöyle anlatır: “Tiyatroya uğramıştım. ‘Ne içeceğiz’ diye sordum. Cahit gayet ciddi bir şekilde ‘Şu kulise içki girdiğinde paydos’ demişti. Tiyatro 2-3 hafta sonra paydos etti.”
Cahit Irgat’ın yaşamında tiyatro ve sinema at başı gider. Hatta sinema sahnesi tiyatro tozunun burun farkı ile önüne geçmiş desem yalan olmaz. Neredeyse ölümüne kadar sinema sahnesindedir. Son olarak Yılmaz Atadeniz’in 1970 yılında yönettiği “Casus Kıran Yedi Canlı Adam” filminde rol alan Irgat yaşamı boyunca 116 filmde arzı endam etmiştir.
Cahit Irgat ve edebiyat kelimesi yan yana gelince ortaya şiir çıkar. 1947 yılında yayınlanan “Geri Dönemezsin” adlı tek romanını saymazsak; Irgat Türkçe’nin en yakışıklı şairidir. Adı 1940 kuşağı şairleri arasında anılır ve Attilâ İlhan’ın “Fedailer Mangası” olarak tanımladığı şairlerden biridir. Şiirleri onu toplumcu gerçekçi olarak adlandırılan kuşağa yaklaştırsa da Orhan Veli ile dostluğu “Garip” akımından esintileri dizeleri arasına serpiştirtmiştir. İlk şiirlerini 1945 yılında yayımlayan Irgat yaşama veda ettiği 5 Haziran 1971 gününe kadar şiirden kopmamıştır.Nasıl köleleştirilen Afrikalı ırgatlar acılarını, öfkelerini, hüzünlerini, özlemlerini, sevinçlerini ve özgürlük umutlarını türkülerine ezgileri ile nakşettiyse, Şükran Kurdakul’un ifadesiyle şiirimizin gözü yaşlı iyimseri Cahit Irgat da acısını, öfkesini, hüznünü, özlemini, sevincini ve özgürlük umudunu şiirlerine, dizeleriyle nakşetmiş ve 1969 yılında tüm şiirlerini topladığı kitabının adını da “Irgatın Türküsü” koymuştur.
Meraklısına not: Blues müziğin bilinen ilk örneği Hart Wand tarafından 1912 yılında enstrümental olarak yayınlanan şarkısı "Dallas Blues" olarak kabul edilir.
Bu yazı daha önce bazı küçük değişikliklerle Karşılaşmalar dergisinin 2. sayısında yayınlanmıştır.
Yazıyı Cahit Irgat’tan şiir paylaşmadan bitirmek olmazdı. Cahit Irgat’tan iki şiiri de buraya bırakıyorum.
18'inci SERVİS
Mahzundu
Bir batından dokuz doğuramadığına
Bir şehrin nefsini kudurtan Melahat
"Doğuracağım, kocam gelsin!" diyordu.
Mahzundu Toptaşından gelen Nuri,
Aya karşı kaval çalan, rahat işeyen çoban,
Doktor, sair, fabrikatör
En nihayet ben, büyük aktör
Büyük Danimarka prensi Hamlet
Gülüyor, ağlıyor, düşünüyoruz.
Bir şehrin feryadı uçuyor her koğuştan,
Deliler sesleniyor:
— "Derdimiz, derdimizle at başı
Yüzdük yüzdük kuyruğa getirdik leşi
Çıkacağız tel örgüler dışına."
— "Nereye? Güle güle hepinize
Ben memnunum yerimden
Ne korku var burada
Ne yiyecek kaygısı
Ağzıma geleni soyluyorum."
— "Akacak kan damarda durmaz."
— "Damarda kan kalmadı."
Bir başkası şahlanıyor:
— "Dert soran kim, dinleyen kim?
Bu dünya bizlere babadan miras
Rüzgarlarım Konuşuyor Kitabının İkinci Bölümünün XVII. Şiiri:
Ben ezilmiş İnsanların
Acı çeken, sancı çeken çocuğu
Irgatların ırgatı.
Benim de bir gölgem var
Bu erguvan akşamda
gönlü gözü ateş ateş
Yürür, ağlar, düşünür.
Bir şehir ölüsünde
Gözlerim yıldız yıldız
Ben'im zindan sokaklarda
Aydınlığı kapı kapı dağıtan.
Ayni toprak üzerinde yaşayan
Muhabbeti gel benden al
Bedava
- Vadedilmiş harfler 10 Ekim 2024 10:21
- Umut ayracı 26 Eylül 2024 10:24
- Fenike’den Marsilya’ya, uzodan rakıya… 12 Eylül 2024 12:41
- Bütün yollar Rom’a çıkar 29 Ağustos 2024 10:33
- Bitiş çizgisi 15 Ağustos 2024 04:54
- Çayın yolculuğu 01 Ağustos 2024 08:30
- Kafatası çağı 18 Temmuz 2024 10:00
- Çok kapılı oda 08 Temmuz 2024 10:44
- Yoldan sonra 28 Haziran 2024 09:23
- Bir “Yol” Hikayesi II 13 Haziran 2024 13:49
- Bir “Yol” Hikayesi 30 Mayıs 2024 13:20
- İçimizdeki İrlandalı 16 Mayıs 2024 12:53
- İşçiler marş söyleyerek sahneye girerler… 01 Mayıs 2024 10:10
- Emek bizim, söz bizim… 26 Nisan 2024 04:30
- Sol açık 18 Nisan 2024 11:30
- Kader kapıyı çalınca… 04 Nisan 2024 12:45
- Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin 21 Mart 2024 04:30
- İkiyüzlü ahlak kumkumalığı 07 Mart 2024 13:48
- Elde kaldı hüzün… 22 Şubat 2024 13:32
- Tüfenk üçlemesi: Mavzer 01 Şubat 2024 10:47
- Tüfenk üçlemesi: Aynalı Martin 18 Ocak 2024 11:50
- Tüfenk üçlemesi: Filinta 04 Ocak 2024 13:45
- Gayrı döner oldum 21 Aralık 2023 14:58
- Kayyum rejimi 07 Aralık 2023 12:54
- Kimdi giden kimdi kalan 23 Kasım 2023 11:01
- Eni vici vokke 02 Kasım 2023 13:04
- Şeytanın ışıltısından insanlığın karanlığına 19 Ekim 2023 09:52
- Dayanışma ezilenlerin inceliği midir? 28 Eylül 2023 12:20
- Amerikan İç Savaşı'ndan İngiltere'ye gariptos ağaçlarının hışırtısı 14 Eylül 2023 11:12
- Cehennemin kapısından Bakırköy’ün avlusuna… 31 Ağustos 2023 10:22
- Yüksek Kaldırım’dan Leningrad’a bir şehrin faşizme karşı direniş senfonisi 03 Ağustos 2023 11:46
- Mississipi’den Feshane’ye derinlik ve güvenlik meselesi 20 Temmuz 2023 04:07
- Birimize bir şey olursa ne yaparız? 06 Temmuz 2023 11:31
- Mordan öte 22 Haziran 2023 12:22
- Hakikat bükücülüğü 08 Haziran 2023 11:11
- Umut yorgunluğu 25 Mayıs 2023 10:44
- “Winner” ceket mütevazı mutfağa karşı 11 Mayıs 2023 11:11
- Savaş naraları 27 Nisan 2023 10:10
- Bellek oyunları 13 Nisan 2023 10:50
- Maraş, bahtı gara Maraş 23 Mart 2023 10:48
- Aradığınız devlet bulunamadı 02 Mart 2023 12:22
- Deprem değil, binalar öldürürmüş (!) 16 Şubat 2023 08:42
- Katil uşak 02 Şubat 2023 11:01
- Suyun kokusu 19 Ocak 2023 13:45
- Timsah armudu 05 Ocak 2023 10:27
- Yılın sözcükleri 22 Aralık 2022 11:09
- Franco’dan bugüne Dünya Kupalarından elimizde kalanlar 08 Aralık 2022 11:45
- Şah mat 24 Kasım 2022 09:19
- “Gördük biz bu filmi” 10 Kasım 2022 10:54
- Hakikat yolcusu 30 Ekim 2022 11:20
- Anlatılamamış masallar 27 Ekim 2022 10:14
- "In vino veritas" diğer bir deyişle "Hakikat şaraptadır" 13 Ekim 2022 11:07
- Suskun notalar 29 Eylül 2022 11:12
- Güney Kutbunun yeniden keşfinin hüzünlü hikâyesi 15 Eylül 2022 11:09
- “Sen ben Lenin” Bir de Ahmet Abi. 01 Eylül 2022 10:39
- Börklüce’den günümüze Eyyamı Bahur ya da namı diğer Köpek Günleri 18 Ağustos 2022 10:59
- Dünyanın eksenini kaydıran Hindistan’ın küçük cevizi 04 Ağustos 2022 10:39
- Dünyanın tadı baharı 21 Temmuz 2022 08:40
- Menekşe kokusu 07 Temmuz 2022 04:24
- İnsan kokusu 23 Haziran 2022 04:12
- Tiryak-i 02 Haziran 2022 11:37
- Bahar karşılama 19 Mayıs 2022 06:26
- Hıdırellez ateşi 05 Mayıs 2022 01:05
- Yelkenler fora 21 Nisan 2022 05:20
- Sözün gücü 07 Nisan 2022 06:05
- Lombardiya’dan Ukrayna’ya kemanın tınısı 24 Mart 2022 05:34
- Zeytinin hükmü 10 Mart 2022 05:55
- Geççek 24 Şubat 2022 05:15
- Allasen söyle nedir aşkın aslı astarı! 09 Şubat 2022 23:45
- Erguvan kokusu 27 Ocak 2022 05:49
- (N)isyan 13 Ocak 2022 04:53
- Yaşamın ağırlığı 30 Aralık 2021 05:42
- Kuşaklar boyu insan hakları 16 Aralık 2021 05:03
- Savaşı Durduran Kadınlar: Lili ve Marlen 02 Aralık 2021 04:23
- Herkesin bir Ahmet Kaya’sı vardır 18 Kasım 2021 04:00
- Şaka mı, şeker mi, yoksa patates mi? 04 Kasım 2021 05:43
- Memeli Zeus 21 Ekim 2021 06:51
- Son Bakış 07 Ekim 2021 05:30
- Kırmızı 22 Eylül 2021 23:43
- Asuman’dan Antonis’e Ege’nin iki yakası 09 Eylül 2021 04:46
- Her ekalliyeti düşünüyorum 26 Ağustos 2021 04:04
- Dezenfektan aşkı 12 Ağustos 2021 06:12
- Nomadland’den Rosetta’ya Göçebe Ruhlar 29 Temmuz 2021 06:35
- Lavinia 14 Temmuz 2021 23:08
- Ruhumda Sızı* 01 Temmuz 2021 06:46
- “Y” 17 Haziran 2021 06:06
- Vurmayın öldüm 03 Haziran 2021 03:56
- Gözümün nuru 20 Mayıs 2021 06:11
- İmgenin suskunluğu 06 Mayıs 2021 05:56
- Ruhlar Mezbahası İyi Günler 22 Nisan 2021 03:34
- Şiirci Geldi Haaanıım… 08 Nisan 2021 00:00
- Ata Abi 25 Mart 2021 05:08
- “Yurtsama”dan “gündedün”e “nostalji”nin çağrıştırdıkları 10 Mart 2021 23:20
- Gönülçelen kelimeler atlasım 25 Şubat 2021 05:00
- Harfiyat 10 Şubat 2021 22:41
- Utanç ne yana düşer usta... 28 Ocak 2021 04:20
- “... Ve Herkes için Adalet” 13 Ocak 2021 23:15
- Yattığınız yer incitmesin… 31 Aralık 2020 04:38
- San(a)saryan’dan Su’ya Mahsus Mahaller 09 Aralık 2020 22:44
- Ölüm, adın kalleş olsun… 26 Kasım 2020 04:03
- Depremin ruhsal sarsıntısı 12 Kasım 2020 04:59
- Notaların savaşla hesaplaşması 29 Ekim 2020 05:11
- Hırsızlar mağarası 15 Ekim 2020 00:00
- İyi ki TTB var! 01 Ekim 2020 06:30
- Heybeliada Sanatoryumundaki Hayalet 17 Eylül 2020 00:02
- Otokinetik etki ve norm oluşturma 03 Eylül 2020 05:06
- Ödemişli Muzaffer’den Amerikalı Sherif’e 20 Ağustos 2020 00:51
- Uygun adım marş!… 06 Ağustos 2020 05:18
- ERK-EK 23 Temmuz 2020 04:57
- İçimdeki yangın 09 Temmuz 2020 05:18
- Dededen toruna “Barış”ın inşası 25 Haziran 2020 01:00
- Esaretten kaçan köleden hasta, kamçıdan tedavi üretmek 11 Haziran 2020 00:00
- Kerli ferli yalanlar ve sosyal uyum 28 Mayıs 2020 00:00
- Elma dersem çık… 14 Mayıs 2020 00:30
- Yaşam için ölüme yatanlar 30 Nisan 2020 02:08
- Bastırılan geri döner 16 Nisan 2020 00:00
- Miasmadan Covid-19’a sağlıkçıların salgından korunma önlemleri 02 Nisan 2020 02:49
- Şimdiki zamanda bir distopya: Covid-19 18 Mart 2020 20:30
- Şehitler tepesi 05 Mart 2020 00:30
- Özlerimize kıymayın efendiler! 20 Şubat 2020 00:30
- Acının tonu 06 Şubat 2020 00:00
- Başlarken… 29 Ocak 2020 23:20