Martin Eden ile toplumsal bilinç
Yazar olmak isteyen denizci Martin Eden, Spencer’ın adını duyar ve kitaplarını okuduktan Spencer ona bir kahraman gibi görünmeye başlar. Kendisini de “bireyci” olarak tanımlamaya başlar.

Fotoğraf: Pixabay
Ali Deniz KARADAŞ
Çankaya/Ankara
Asırlardır sınıf çelişkileri, kapitalist sistem, adaletin tek taraflı işlediği çıkarcı düzen; bunlar hakkında onlarca makale, onlarca kitap yazılmıştır. Bu konuyla ilgili yazılan eserlerin bazılarında “anarşizm” kavramı dikkatleri üzerine çekmektedir. Birey, burjuvazinin egemenliğindeki kapitalist sistemle nasıl tek başına mücadele edebilir? Proletarya diktatörlüğünü açık bir şekilde reddeden bu akımdan çıkarılabilecek pek çok önemli sonuç vardır. Peki burjuvazinin, işçilerin kanı, teri ve emeğiyle boyadığı bu acımasız dünyada, bireyciliği benimsemek doğru mudur?
Bu konuya, sınıf ayrılıkları hakkında yazılan romanları ele alarak bakacak olursak “Martin Eden”dan bahsetmeden geçmemek gerekir. Tanınmış bir sosyalist ve yazar olan Jack London, kurgusal karakterleri ile yarı-otobiyografik olarak kaleme aldığı bu kitapta dikkatleri açık ve net bir şekilde sınıf ayrılıklarına çeker ve mevcut düzene, kapitalizme, emekçileri ezen burjuvaziye ve anarşistlere tek tek darbeler vurur. İşçi sınıfına mensup sıradan bir denizci olan Martin Eden’ın hayatı, sermayedar sınıfına mensup olan Arthur’u bir kavgadan kurtarması ve kendisi tarafından yemeğe davet edilmesiyle tamamen değişir.
BURJUVAZİYE ÖYKÜNME İLE BAŞLAYAN SÜREÇ
Egemen sınıflardan bir kıza tutulan Martin Eden, kendini bir anda “sınıf atlama” ve bu “üst düzey insanlara layık olma” çabası içinde bulur. Burjuva sınıfının eğitim düzeyine, hoşgörü seviyesine, konuştukları dilin güzelliğine, işçi olmanın tüm zorluklarından uzak bu hayata hayran kalır. Okudukça, öğrendikçe, bir yazar olma hevesi doğar Martin Eden’da. Fakat onun başarı yakalayacağına kimse inanmamaktadır.
Yazar olma serüveninde dahil olduğu sınıf ve bulunduğu dönem dolayısıyla pek çok politik eyleme tanık olan Martin Eden, bu eylemlerdeki tartışmalardan birini dinlediği sırada filozof Herbert Spencer’ın adını duyar ve kitaplarını okuduktan sonra anarşist görüşlere sahip ve eski bir liberal olan Spencer, ona bir kahraman gibi görünmeye başlar. Nietzsche ve Spencer’a olan hayranlığından, ona göre herkesten üstün derecede zeki ve mantıklı olan bu filozoflara olağanüstü bir saygı oluşur Martin Eden’da. Girdiği her tartışmada kahramanlarını yaşamı pahasına savunur ve kendisini de “bireyci” olarak tanımlamaya başlar.
Yazar olma yolunda karşısına çıkan en dikkat çekici karakterlerden biri ise, bir sosyalist ve aynı zamanda önce Martin Eden’ın daha sonra ise tüm dünyanın, güçlü bir şair olduğunu öğreneceği sempatik ve oldukça zeki bir karakter olan Russ Brissenden olur.
Birlikte pek çok olay yaşayan Brissenden ve Martin Eden, sosyalizm ve anarşizm konusunda da çokça ters düşmektedir. “Neden mi sosyalistim? Sosyalizm kaçınılmazdır da ondan.” der Brissenden. “Şu andaki çürümüş, mantıksız düzen sonsuza dek süremez. Geçmiş geçmişte kalmıştır ve tarih tekerrür eder diyen adam en büyük yalancıdır. Dermansız tek bir kişi kendi başına ne yapabilir ki?” diye koyar tepkisini. Martin Eden’daki potansiyeli, öğrenme isteğini görür ve onu bir sosyalist yapma çabası içindedir.
HAYALLERDEKİ GİBİ OLMAYAN BİR YAŞAM
London kitap boyunca sınıf ayrılıklarını ve kapitalist düzenin adaletsizliğini mükemmel bir şekilde gözler önüne serer. Karnı her zaman tok olan burjuva sınıfının ihtiyaçlarını gideren işçi sınıfı, dönemin şartlarında adeta köle gibi görülmektedir. Eğitim ve yaşam şartlarının adaletsizliği neticesiyle “görgüsüz” olarak sıkça eleştirilir işçi sınıfı.
Martin Eden başarı yakaladığında, büyük bir servet ve şöhret sahibi olduğunda ise artık yaşama hevesi tamamen kaybolmuş ve gözünde ne servet ne de şöhretin hiçbir değeri kalmamıştır. Burada ise burjuvazinin açgözlülüğünü ve emekçilerin alçakgönüllülüğünü gösterir bizlere London. Martin Eden dahil olmak istediği burjuva sınıfının gerçek yüzünü gördüğünde ise kendisini bekleyen trajik sondan kurtulma şansı kalmamıştır artık.
“Çağdaş toplumsal yaşamın odağı sınıf mücadelesidir” der Stalin. Mevcut koşullardan yola çıkarak, herkesin eşit haklara sahip olduğu bir dünyayı kuracak ve bunun aracı olarak, sınıfların ortadan kaldırılması için sosyalizmi inşa edecek olanın işçi sınıfından başkası olamayacağı sonucuna varabiliriz. Kapitalist sisteme karşı mücadelede, bu düzene tamamen göz yummuş ve yalanlarla aldatılmış halkın örgütlenmesi ve bilinçlenmesi çok büyük önem taşımaktadır. Eğer ki birey bu düzene tek başına karşı koymaya çalışır, bireyin kurtuluşu için önce toplumun kurtulması gerektiğini reddeder ve halkın örgütlenmesinden yana olmazsa, tıpkı Martin Eden gibi hayal kırıklıklarıyla dolu bir son yaşaması kaçınılmazdır.
Evrensel'i Takip Et