22 Ağustos 2023 03:50

Güzin AYAN

Dudağım Politik, Okan Yılmaz’ın Yeniay Mahvı ve Bu Senin Devrimin’i takip eden üçüncü şiir kitabı. Matbu şiir yolculuğuna başladığı ilk kitabının açılış şiiri “Tuhfe” turfanda şey, yeni şey, armağan veya hediye gibi anlamlara geliyor. Şöyle diyor şiirin bir yerinde şair: “Rettiğimiz günlerin sessiz tanığı olmamaya o an karar verdim…/artık Yeniay Mahvı’ndan azadeyim ve sen sözümü kesemeyeceksin.” Bunu takip eden kitabı Bu Senin Devrimin’in “Bişnev” adını taşıyan ilk şiiri ile benzer bir şekilde “dinle” diye buyurur: “Burada üzgün ellerim/yüzüm pervadandır diyen dillerim/burada ana dilimde ağıtlar/ boz atlı xızır ve kırklar.” Ve son çıkan Dudağım Politik ile Okan Yılmaz’ın poetikasında sendelemeden ilerlediği –son iki kitabının kapak görsellerinde vurgulandığı şekliyle– gün gibi ortada. Bu kitapla da kuir aşkın, arzunun ve bedenin iktidar, patriyarka ve dolayısıyla politikayla ilişkisini deşiyor. Bunu yaparken Doğu-Batı-eski-modern-yabancı-azınlık-dindar ayrımcılığı yapmıyor; kapsayarak, dilin olduğunca çok büklümünden yararlanarak, mümkünleri çoğaltarak; öfkeli, boyun eğmeyen ve susmayan imgeler düşürüyor kağıda.

Ne yapmak istediğini bilerek yola çıktığını öncelikle şiirlerdeki nokta ve virgüllerin sistematik yokluğuyla anlıyoruz. “Sen sözümü kesemeyeceksin” şiarını tekrarlarcasına Dudağım Politik’te de görülecektir ki şiirlerin hiçbirinde nefes almaya, durmaya ve soluklanmaya işaret eden nokta ve virgül kullanılmıyor. Bir cümleden diğer cümleye bir deyişten başka deyişe raylar üzerinde makas atmadan geçiyoruz. Akıyoruz mu demeliydim yoksa. Aynı geçiş, diller, tarihi figürler ve olaylar arasında seyrederken de aynı pürüzsüzlükle ilerliyor. Kürtçe bir kelimeyi Arapça bir kelime, sonra Latince, sonra İngilizce, daha sonra Fransızca sonra modern Türkçesi sonra Osmanlıcası, Farsçası takip ediyor. Dünyanın dilinden kurtulmaya çalışan şair bunu dünya dillerini bir araya getirip onları kat ederek yapıyor adeta. Örneğin, Dudağım Politik’in ilk şiiri “Seni Vermem Saraylara”, Binbir Gece Masalları’nın Şehrazat’ından el alıyor. Şöyle başlıyor şiir: Yeryüzünün tüm aldanmış dişileri adına/ sana söz artık intiharı düşlemeyeceksin/ burası yatağının ucu/ tatlı rüyaların ilk günü/ en şanlı ihtilaline topuk vurmak için/ çıkar tırnaklarını bile intikamını ve dinle.

Binbir Gece Masalları’nı kısaca hatırlayalım. Masalın anlatıcı karakteri Şehrazat, kocası Şehriyar’ın eski karısı tarafından aldatıldığından beri kadınlardan nefret ettiğini ve her gün bir kadınla evlenip tek tek öldürdüğünü bilir. Şehrazat, evliliğinin ilk gecesinde kız kardeşi Dünyazad’a her zaman yaptığı gibi masal anlatmak için kocasından izin ister. Şehrazat’ın bu masalına kulak misafiri olan kocası yeni karısını öldürmeyi o anlatmayı bırakmadığı sürece her gece erteler. Şehrazat böylece merak uyandıran hikayeler anlatarak hayatta kalır. “Seni Vermem Saraylara” şiiri ise tarih anlatılarında türlü işkencelerle ya sürgünle ya katliamla ya copla ya mübadeleyle zeval bulmuşlara sesleniyor. Onları egemenlerin uyguladığı, taklit edilen ve içselleştirilen yok edici güçten arındırmak istiyor. Zira şöyle devam ediyor bu şiir: “Hayır yok ölüm yaşamak anlam için/ sen inmişsin bu caddelere en baştan/ boğazında yokmuş postal kesilmemiş kahkahan/ en şanlı ihtilaline topuk vurmak için.”

Bu minvalde, Dudağım Politik’in üç bölümden oluştuğu görülecektir: “Yek hebû yek tûne bû”, “yok” ve “var”. “Yek hebû yek tûne bû” başlığını taşıyan ilk bölümün Türkçe meali “bir varmış bir yokmuş.” Bu sıralamayı takip edince anlaşılıyor ki, Okan Yılmaz yoktan var etmenin peşinde ve bunun dilini arıyor. “Çarp kasığına saçlarımı titresin yedi ceddin” şiirinde mesela, şöyle diyor: “sonra seninle birbirimize akarız/ neden kaskatı dursun bu zemin/ beni dünyanın dilinden al gitsin.”

“Yok” başlıklı bölümde yer alan ilk şiir “Boğulmak isterken sığ sularında”ya kutsal kitapların haşmetini yansıtan süslemeler eşlik ediyor: “Lilith/ ilk ölümlü –annen–/ bir çölün ortasında/ her anne gibi/ kum fırtınasının bağrında/ burası senin çölün dedi sana/ burada doğacaksın ve/ burada öleceksin/ doğduğun güne kahredip/ ölümünü bekleyeceksin.”

Yok sayılanların, dillendirilmeyenlerin, bastırılan duyguların tarihine yer veriyor bu bölümde. Ve bunun için acının kalbinden yaratmaya davet ediyor. “Uyan müphem kün” şiirindeki gibi: “Çünkü düştün aşağı bu cihan rahminden ve/ en ahlaksız sorudan/ sümme haşadan fenadan hem yek/ hem mutlak ama hep Allahtan.”

Üçüncü ve son bölüm “var”da önceki bölümlere nazaran dilin deneylere, teklemelere, karıştırmalara ve çalkalamalara daha çok maruz kaldığı görülüyor, bu da buradaki şiirlerin bir oluşum ve dönüşüm faslını anlattığını anıştırıyor.

“Biraz da kendimizden konuşalım/ kendi tarihimizden/ zeval bulacaksın belki/ kanında ar dolanacak/ düşünsene sevgilim/ biraz da bunlardan konuşursak/ o devletin yıkılacak.” Buraya kadar dil kullanımı gördüğünüz gibi noktalama işaretlerinin yokluğunu saymazsak, gayet olağan ama yanıltmasın, şiir şöyle devam ediyor: “İyi de nasıl/ hayyy hakkk eyyy cümle katliamlar.”

Büyük harflerin ve tekrarlanan seslerin ardından şiir, bir cümle içinde hizalanmak istemeyen sözcüklerin kalın bir blok şeklinde sayfayı tamamen kaplamasıyla devam ediyor. Bir sonraki yan sayfada bu şiir bloku, uzunlu kısalı dizeler ve başka bir dille, önceki sayfayla görsel olarak birleşerek ucu sivri keskin bir silaha dönüşüyor sanki. Buradaki dizelerde Patricia Kaas 2009 yılı Eurovision şarkısı ile “eğer yapmam gerekseydi” diyor: “et s’il fallait le faire.”  Şiirin berisinde sayıp döktüğü katliamların niye tekrarlandığını soruyor: “repéte aprés moilar.”

Bir başka şiir “Sana Karnımdan Aşığım”da anonim bir Türk-Kürt sevda türküsünden doğan dizeler ise şöyle: “Ne zaman seslensen bana/ en kamusalından/ ürperiyorum kumrike/ de yar yar diye diye” Buradaki ürperiş dil ile birlikte bir canlanmanın, yaradılışın işareti.

Sonuç olarak, Dudağım Politik adının vadettiklerini yerine getiren bir şiirler topluluğu. Kuirliğin kadınlarla ve diğer susturulmuş halklarla bağını güçlendiren, bu bağı tarihle, masallarla, şarkılarla zenginleştiren bir isyan.

Evrensel'i Takip Et