"Dillerin solmasına gönlüm razı değil"
Şair ve Yazar Akman Gedik yeni çalışması “Evlerin Sessiz Dili”ni anlattı.
Akman Gedik (Fotoğraf: Görkem Gedik)
Şerif KARATAŞ
İstanbul
Şair ve Yazar Akman Gedik’in yeni çalışması “Evlerin Sessiz Dili” okurla buluştu. Kitabını anlatı tarzında kaleme alan yazar, doğup büyüdüğü Muş’un Varto ilçesinden önemli kesitler sunuyor. Hem çocukluk dönemindeki hem de günümüzdeki tanıklıklarını kitaba taşımış. Zuzu Kitap etiketiyle çıkan kitabını anlatan Akman Gedik çağımızı göçmenler çağı ve gerçeklik olarak tanımladı, nedeni farklı olmasına karşın dünyada bir göç halinin olduğunu söyledi.
Mülteci bir yazar olan Gedik “Herkes çocukluğunun geçtiği yerleri beraberinde taşır, her nereye giderse gitsin çocukluğunu, ilk gençlik çağını beraberinde taşır. Kavgasını, sevgisini, özlemini ve nefretini de taşır. Dolayısıyla herkesin hikayesi farklıdır. Bu farklı hikayeleri, bilinmeyen yaşamları bilinir kılmak, birbirimize anlatmak gerek” dedi. İnsanların hikayelerini birbirlerine anlatması gerektiğini söyleyen Gedik, “Kendi hikayenizi anlatırken başka hikayelere de şahit olursunuz. Her yazan insan diğer insanların bunlardan haberdar olmasını arzu eder” ifadelerini kullandı.
"DİLLER BİRBİRİNİ BÜYÜTEBİLİR"
İçine doğduğu kültürel mirasın Kırmancki/Zazaca olduğunu anlatan Gedik, “Günümüz itibarıyla yok olma sınırındaki bir dil. Muhafaza edici proje ve politika üretilmezse yok olacak dillerdendir. Dolayısıyla bu dili yaşatmak ve ömrünü uzatmak bu dili konuşanların borç hanesine yazılıdır. Ben kendi borcumu ancak yazarak öderim diye düşünüyorum” dedi. Türkiye’de ‘çeperin dışındaki’ diller üzerinde asimilasyonun hâlâ sürdüğüne de dikkat çeken Gedik şunları söyledi: “Dillerin solmasına gönlüm razı değil. Solan her dil dilistan familyasına zarar olarak döner. Anlam kurmaya mecali kalmamış sözün cümle kurmaya gücü yoktur. Eksik söz manadan azadedir. Oysaki diller birbirini büyütebilir.”
Anlatılarda Alevi inancına yönelik baskı ve engellere yer vermesine ilişken Gedik, “İçine doğduğum Alevilik inancı üzerinde de baskı hiçbir zaman bitmedi. Daimi olarak, ‘Hizaya gel’ ayarları verildi. Alevilik üzerinden bu baskının kalkması ancak eşitsizlerin hakkına kavuşmasıyla mümkün olabilir. Çünkü her insan kendi yoksunluğunun arayışçısıdır. İnsanın anadili ve inancı üzerindeki baskıların devam ediyor olması 21. yüzyıl insanına yakışan bir tavır olmasa gerek. Çünkü bunlar doğuştan gelen haklardır, bahşedilemez” dedi.
"KENDİ YARALARIMI DA SAĞALTTIM"
“Her insan hikayesiyle vardır ama her insanın hikayesi bilinmez, yazılmadıkça” ifadelerini kullanan yazar sözlerine şöyle devam etti: “İçine doğduğum kültürel mirasın insanları çoğunlukla dipten gelen insanlar. Hep bir şeyleri telafi etmekle ömürleri geçmiş. Esasında birer ‘telafi/tedarik’ insanlarıdır. Yaşamları eksiklikler üzerine kurulu olunca daimi olarak hep bir şeyleri telafi etmekle yükümlüdürler. Bu badireler atlatarak yaşama tutunan insanların hikayeleri pek bilinmez. Kendimce bu hayatların hikayelerini yazarak bir yönüyle kendi yaralarımı da sağalttığıma inanıyorum.”
Edebiyatta mizahın önemini vurgulayan Gedik “İnsan yazarken mizahi/ironi bir dili de kullanmalıdır. Yaşam çok katmanlıdır, tek bir kapıya mahkum edilemez. ‘Mizahın olmadığı yerde yaşamak zor ama her şeyin mizah olduğu bir yerde de yaşamak daha zor’ der ya Bertolt Brecht aynen öyle. Mademki mizah insan yaşamına dahil ve dairse elbette kullanılmalı ve yazılmalıdır. Nihayetinde insan mizah yapan bir varlıktır da diyebiliriz” dedi. Mizahta ince vurguların toplumun ruhunu yansıttığını belirten Gedik “Dolayısıyla nefes aldığımız bir alan olarak bakıyorum ve onun için yazıyorum. İnsanlara bir şeyler hatırlatıyorsam bahtiyarım” ifadelerini kullandı.