Bıçak Öyküleri
Aslında ‘bıçak’ tüm insanlık için önemli… Bu yüzden de iyi ve doğru alanlarda kullanmak için sıklıkla vazgeçemediğimiz bir araç…
Engin Belki Yıldırım'ın Bıçak Öyküleri adlı kitabının kapağı
Tacim ÇİÇEK
Engin Belki Yıldırım’ın Metinlerarası Kitap tarafından (Kasım 2022) yayımlanan on iki hikâyeden oluşan 96 sayfalık kitabının adı, Bıçak Öyküler. Bu öykülerden dördü (Tezgâh, Rol, Kesik ve Yüklük) ‘ben öyküsel dilli’, diğer sekizi de ‘üçüncü şahıs anlatım dilli’. Tümü birbirinden farklı da olsa ortak noktaları, yani bağlacı ‘bıçak ve türevleri’. Bıçak, yazar için önemli bir bağlaç. Çünkü hem hikâyeler arasında izleksellik kuruyor, hem de kurguları ilginçleştiriyor onunla. Aslında ‘bıçak’ tüm insanlık için önemli… Bu yüzden de iyi ve doğru alanlarda kullanmak için sıklıkla vazgeçemediğimiz bir araç. Tabii ki bu hikâyelerde ve başkalarınınkilerde de olmak üzere, can almak ve yakmak için de kullanılıyor ne yazık ki… Yerli, yabancı film ve dizilerde, hikâye ve romanlarda kullanılması boşuna değil.
ÖLDÜRME KASTININ GEREKÇELERİ OLAMAZ
‘Bıçak ve türevleri’nin aklıma getirdiği başka şeyler de var. Sözlük/ler, bir sapla keskin bir ağızdan oluşan kesme aygıtı olarak tanımlar ‘bıçak’ sözcüğünü. Çeşitleri de, kullanıldıkları alanlar da, evlerden, el sanatlarına, tarımdan sanayiye ve oyunlardan tıbba kadar sayılamayacak kadar geniş ve çok… Deyim, kalıp söz, argo gibi dilimize pelesenk ettiğimiz bıçaklı sözler de çok. İlk aklıma gelenlerse; bıçak altına yatmak, bıçak artığı, (bir kimseye, hedefe) bıçak atmak veya fırlatmak, bıçak bıçağa gelmek, bıçak çekmek, bıçak gibi, dudağı bıçak gibi, kaşları kılıç gibi çatmak, bıçak gibi kesmek, bıçak gibi saplanmak, bıçak kemiğe dayanmak, bıçak sırtı, bıçak silmek, bıçaklanmak, bıçak yemek gibi… Ayrıca, Trabzon ve çevresinde iki kişi tarafından oynanan Bıçak Horonu var. Yiğitliği, mertliği simgeleyen oyuncular kama ya da bıçakla bir tür ritmik dövüş yapar.
Engin B. Yıldırım’ın hiçbir hikâyesinde yiğitlikten, mertlikten söz etmek olası değil tabii. Çünkü her hikâyedeki kişiler, gazetelerin üçüncü sayfalarındaki neredeyse kanıksadığımız çeşitli silahlarla ki ‘bıçak ve türevleri’ de dâhil, cinayet işleyen ‘katiller’ gibidir. Yaralama, delme, öldürme kastının gerekçeleri olamaz. Yazar, bunun farkında ve her hikâyede olumsuzu anlatırken bunların olmaması çabası içinde… Bıçakla ilgili verdiğim kalıp sözlerin birçoğunun karşılığı ve kendisi olan eylemleri hikâyelerde kullanmış, bıçak atmak, bıçak yemek gibi…
DİLİ VE KURGULARI HİKÂYELERİ OKUTUYOR
Bana bunca sözü söyleten yazarın hem hikâyeleri ilginç hem de dili duru, arı ve de temiz. Kitabın başından sonuna dek birkaç sözcük ve teknik hata dışında pek pürüz yok. Dili ve kurguları hikâyeleri okutuyor. Hikâyelerin de olmazsa bu ikili… Hikâyelerin konuları okunduğunda anlaşılacak; bu yüzden hiçbirini özetlemeyeceğim, bazılarına değineceğim o kadar. İlk hikâye “Pak”… Aynı mahalleden ablasının yaşıtı ve arkadaşı, ev tecrübeli olan Firdevs, bu konuda ablalık yaptığı Sadet tarafından boğazından bıçaklanır, ‘orospu’ dediği için… Okuyan da anlayacak ki bir ‘şey’ aslında birçok nedenin sonucudur. Bu durum neredeyse hikâyelerin birçoğu için geçerli. Yazarın yarattığı kurgu ve anlatım bizi ister istemez Sadet’in tarafına çeker… Tüm hikâyelerde yazar, sözcüklerle olayların fotoğraflarını çekmiş diyebiliriz. Olay yeri fotoğrafçısı gibi... Hikâyedeki ‘duymazlıktan’ sözü, duymazdan olabilirdi, çünkü duymazdan geliriz, duymazlıktan değil… Ayrıca ‘kardeşiz Firdevs’teki kardeşiz cümlenin anlamını bozduğu gibi ona bir şey de katmıyor. Zaten ablasından dolayı kardeşlik anlatılıyor…
TEZGÂH, BIÇAK KULLANIMI KONUSUNDA FARKLI
“Tezgâh”, hem güldüren hem de düşündüren bıçakla kesme olayı anlatır. Bıçak kullanımı konusunda diğer hikâyelerden farklı… Bir semt pazarındaki soğan satıcısı, soğanların çürümediğini kanıtlamak ister. Soğanları kestikçe de iddiasının tersi olur… Bıçağın olumlu kullanıldığı bir hikâyedir Tezgâh. Bu hikâyenin bir yerinde (sf.20) ‘Başka bir tezgâhta dolmalık biber seçen bir yaşlı bir kadına yanaşıp,’ cümlesiyle başlayan bir bölüm var. Bir’lere baktığımızda anlam bozukluğunu görürüz. (Bir yaşlı, bir kadına mı yanaşmış yoksa başka bir şey mi anlatılmak istenmiş hiç belli değil. Yaşlı sözcüğünden sonra virgül olsaydı öyle anlamsız olmazdı, virgül deyip geçmemek gerek anlamı değiştirdiğine dair onca anlatı var.)
“Bozukluk”, bana göre yazarın içine kapanık rutinleri ve alışkanlıkları ile toplumda ve işyerinde adeta gölge gibi yaşan yalnız genci derinlikli anlattığı hikâyedir. Çünkü masadını tamir ettirmeye gittiği bıçakçıdan aldığı sustalı ile o sinik varlığı ve hayatı başka bir boyuta evrilir… En iyi birkaç hikâyeden biri... “Rol” ise, fantastik hikâye yazarı olan kişi, yarattığı bir kadın karakteri öldürdüğünü sanırken, gerçekte zarf açacağı ile karısını öldürür. Bu hikâye bana, ilki 1993’te, ikinci basımı da Ocak 2023’te yapılan ‘Aykırı Sevdalar Söylencesi’ adlı ilk romanımın sf. 137/149 arasındaki ‘Oyun, Eşinizle Konuşun’ başlıklı bölümü anımsattı. Yazarın ‘Rol’ adlı hikâyesiyle adını verdiğim romanımdaki bölümü karşılaştıracak olanlar, biri uzun diğeri kısa anlatı olsa da izleksel benzerliğini görecektir. Yazarın, yazdığımı okuduğunu sanmıyorum. Bu sonuç dış konuların bizden bağımsız var olduğunu ve her yazarın aynı konudan yola çıkarak kendince yazabileceğini kanıtlıyor. Bu arada her iki kitaba da ulaşamayacaklar için yazdığımı özetleyeyim: Tiyatro yazarı, yarattığı bir kadın karakteri, kendisini yazması konusunda ısrarcı olduğundan madeni zarf açacağı ile öldürdüğünü sanır; gerçekte çocuklarının annesini, yani karısını öldürür…
ÂHÇI’DA GEÇİŞLER OLMAMIŞ, BU YÜZDEN HAM KALMIŞ
“Âhçı”, bana göre hikâyelerin en zayıfı… Çünkü iyi kurgulanmamış, bu yüzden de gerçekliğin geçtiği bölümden sonra çocuğun izlediği üç boyutlu oyuna geçiliyor ve annenin çocuğu yemeğe çağırmasıyla da girişteki gerçeğe dönülüyor. Ortadaki anlatı; yani çocuğun izlediği oyun / babanın da yemek hazırlanırken düşlediği farklı biçimde verilebilirdi. Geçişler olmamış, bu yüzden ham kalmış. “Sürç”, takıntılı ve tek taraflı bir âşığın evli olduğu hâlde kaçırdığı kadınla birlikte olmak için kurguladığı seyirlik oyunu anlatır. Gerçekten de genç bir sürç ediyor… İyi kurgulanmış ama kimi yerde geçişler aceleye gelmiş gibi… Sf. 59’daki, ‘çünkü iki tarafta bulunan masif mobilyaların ayaklarına gerili iplerle bağlanmışlardı.’ i ile yine sf.60’taki, ‘Sırtı koltuğa değdiği anda dizlerini de kendine çekerek kapandı.’ cümlesi arasındaki anlatımda da bu iki cümlede de uyuşmazlık var. Masif mobilya ve koltuk… Buradan baktığımızda iç mekân iyi resmedilememiş…
“Damak”ta Sıtkı adlı bir evsizin yaşamına odaklanmış yazar. Bir gün bıçak bulur ve lokanta çöplerinin poşetlerini açmak için kullanabileceğini bir başka evsizden öğrenir. Güldürürken acı acı düşünmemizi de duyumsatan bir hikâye. Bıçağın olumsuz kullanılmadığı ikinci hikâye… “Kesik” de kısacık ve ilgin bir anlatı. Hikâyeden uzak denemeye yakın ama maalesef ikisi de değil. “Tünel” de “Âhçı” gibi net olmayan bir anlatı. Kafasında geçmişini taşıyan biri aracıyla tünele girdiğinde ona bir ‘şey’ olur. Olan şey bir kalp krizi midir, öyleyse bu acı bıçaklanma ile mi anlatılmış belli değil. Baştan sona kurgusu netleştirilememiş, ortaya da karışık bir anlatı çıkmış. Aracında yalnız; bıçaklanmış mı, yoksa bir kriz mi geçirmiş, her neyse ona olan, bu kişi nasıl sırtüstü düşer, sürücü koltuğunda? diye sormadan edemiyorum.
“Yüklük”, töre cinayetlerinden son anda kurtulmuş birinin kendisi gibi kurtulan ve tek kalan kanlısıyla barış yaptıktan sonra atalarının köyüne dönmesini ve sonrasını anlatır. Geçmiş, yaratılan ortam gereği bir gölge gibi bırakmaz peşini… Sağlam bir anlatı... Sf. 83’te birkaç ayrı yazılmış. Diğerlerinde pek çok iç konuşma italik yapılmışken bunda yapılmamış… “Av”, bir eski zaman avcısının masalsı anlatımı… Kurgusu da dili de iyi… “Öd”, okuru efsunlu bir ebru ustasının karanlık gizemine çeken bir hikâye… Bir tür korku, gerilim de diyebiliriz…
Ezcümle: Bağlaçları bıçak ve türevleri olan hikâyeleri devede kulak misali yanlış ve eksiklerine rağmen sevdim. Okuyacak olan da sevecektir.