"Hevesi kursağında kalmış bir şiir tutkunu": Vedat Türkali
Tarık Özyıldırım, edebiyatımızın unutulmaz isimlerinden Vedat Türkali'nin şiir yolculuğunu yazdı.
!["Hevesi kursağında kalmış bir şiir tutkunu": Vedat Türkali](https://staimg.evrensel.net/upload/dosya/244218.jpg)
SenaristBir tarafından yayınlanan Vedat Türkali röportajından ekran görüntüsü alınmıştır.
Tarık ÖZYILDIRIM
Sahaflarda ‘70-80’lere ait edebi dergileri araştırırken elime Sanat Emeği dergisinin 1978 nisan sayısı geçti. Kapakta katledilişinin 30. yılı anısına Sabahattin Ali fotoğrafı yer alıyordu. Dergiyi hemen incelemeye başladım. Birinci bölüm Sabahattin Ali’ye, ikinci bölüm Vedat Türkali’nin şiirlerine ayrılmıştı. Roman ve senaryolarıyla daha çok tanınan Türkali’nin şiirle nasıl tanıştığı, Nâzım Hikmet’e neden öykündüğü, şiir yazmayı neden bıraktığı gibi birçok sorunun cevabı anlatılıyordu. Bu söyleşiden yola çıkarak Vedat Türkali’nin yarım kalmış şiir serüvenini anlatacağım.
ÇOCUKLUĞU VE GENÇLİK YILLARI
Abdülkadir Pirhasan ya da sansürden kurtulmak için kullandığı, herkesçe bilinen adıyla Vedat Türkali’nin çocukluğu, gençlik yılları yoksullukla geçer. Anılarında yoksulluğunu her anlatışında bir hüzün çöker ve bu dönemde sınıf farkını çok derinden yaşar: Türkali o günleri şöyle anlatır: “Hiçbir sınıfta tastamam kitaplarım da olmadı. Çoğu kez bir defter, bir kalemle gidiyordum okula. Coşkucu bir abartma sanılmasın; çamurlu mezarlıklar arasından, “boklu dere”den geçip Acem Mahallesi-Unkapanı’ndan, kentin öte ucunda, Çiftlik’teki liseye gitmek, hele o yıllar kışları hiç eksik olmayan karlı havalarda işkenceydi. Pabuçlarımın altı delik olurdu çoğunda; karton, mukavva kordum tabanlarına. Ayakkabıma dolan karlı, çamurlu sular içinde buz keserdi ayaklarım. Kışın gelişini beklerken içim titrerdi.”
Daha 13-14 yaşlarında şiirle haşır neşir olan Türkali, edebiyat öğretmeninin derslerini, okuttuklarını hafızasına kazır: “Ortaokulda son sınıfta Salim Rıza Kırkpınar diye bir edebiyat hocam oldu. Hâlâ hayatta olduğunu sanıyorum. Bende ilk edebiyat zevkini uyandıran insandır o. Nâzım Hikmet’i, Necip Fazıl’ı okuturdu bize. İlerici, solcu bir adamdı.” Türkali’nin şiire başlaması bu döneme denk gelir. Türkali Nâzım Hikmet’ten çok etkilenir: “Fıkara işçi mahallesinin lisede okuyabilen çocuğu olarak ileri yolda ilk adımlarımı atmaya da, o yolda yapabileceğim en yararlı iş olduğu inancıyla devrimci şiirler yazmaya da Nâzım’la başladım.”
BEKLE BİZİ İSTANBUL
Gel gelelim Onur Akın tarafından bestelenen ve hep bir ağızdan söylenen o muhteşem “İstanbul” şiirine… Şiir aslında o dönem İstanbul’da olmayan Türkali’nin İstanbul’da yaşayan ve yeni doğum yapan eşi Merih Pirhasan’a ve yeni doğan kızına duyduğu özlemle yazılır. İstanbul şiiri daha yazım aşamasındayken bireysel bir özlemden toplumsal bir özleme dönüşür. Şiir, önce elden ele gizlice dolaşır. Sonra 1946’da Şair Arif Damar tarafından Beşiktaş’ta işçi sendikası toplantısında okununca şiir herkesçe bilinir: “Bekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi/Bekle dinamiti tarihin/ Bekle yumruklarımız/ Haramilerin saltanatını yıksın/Bekle o günler gelsin İstanbul bekle/ Sen bize layıksın”
İstanbul şiiriyle kendini gösteren devrimci şiir, temelini Vedat Türkali’nin daha dokuzuncu sınıftayken tanıştığı komünizme borçludur: “Dokuzuncu sınıfta Mehmet adlı bir arkadaşım vardı. Komünist Mehmet derlerdi. Bana ilk kez proletarya, sınıf, burjuvazi, emekçi halk gibi kavramlardan söz etti. Ben zaten emekçi mahallesinden geliyorum…”
SİYASİ BASKILARA, ŞİİRİYLE KARŞILIK VERİR
Türkali, ilerleyen yıllarda TKP ile bağ kurar. Okulu bitirdiği yıl Türkiye solunun önemli isimlerinden Mihri Belli, Behice Boran, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ile tanışır. Hikmet Kıvılcımlı için “Biz ne öğrendiysek ondan öğrendik. Ben ilk onun kitaplarını okudum. O bizim üniversitemiz oldu bir nevi. Sonra çıktı. İçeride hapishanede beraber olduk” der.
1951 solcu avıyla beraber Türkali tutuklanır, iki yıl süren dava sonucunda hüküm giyer. Yedi yıl bir cezaevinden diğerine sürgün edilerek ömründen bir parça gider. Türkali, hapse mahkum edilince şiire daha çok bağlanır. Özellikle 1950-1958 arası onun için şiirde doruk noktası olur. Yazar- aktivist Susan Sontag “Yazar, bir insan olarak acı çeker; yazar olarak da bu acısını sanata dönüştürür” der. Türkali tam da bu noktadır. Türkali, mahpuslukla gelen ayrılıklara, siyasi baskılara, tabutluklara şiiriyle karşılık verir. İçindeki öfkesini şiiriyle umuda dönüştürür: “Bebelerim var benim bugün her seslenişte/ Aydınlıktan ışıktan yana/ Bakmayın yüzleri sarı/ Bakmayın bugün çıplak olduklarına/ Ellerinde dünyanın bütün anahtarları/ Ayçiçeği gibi umut gözlerinde/Karşınıza çıkacaklar bi gün/ Korkusuz”
Umut, onun şiirlerinde kimileyin bir türküdür, sıcak bir ekmeği bölüşmektir, kimileyin çocuklara namuslu bir dünya bırakma istediğidir: “Biliyorum bir gün karanlıkta/ Kesecekler yolumuzu/ Ya siz çocuklar/ Nasıl anlatmalı sizlere olup bitecekleri/ Çocuklar bizim dediğimiz/ Yüzümüze utanç duymadan bakmaktır/ Mal değil mülk değil istediğimiz/ Size namuslu bir dünya bırakmaktır.”
1951’den sonra hem kendisi hem de ailesi için zor bir dönem başlar. Bu dönemdeki bütün tanıklıklarını şiirlerine yansıtır. Hücreye Mektup’ta bunlardan birisidir. Türkali, bu şiiri kendisi gibi tutuklanan ve hücrede olan eşi Merih Pirhasan’a hitaben yazar. Şiirde tutsaklık, mahrumiyet, yoksulluk vardır ama eşinin varlığı bütün bu olumsuzluklara karşın şaire direnme ve umut aşılar: “Çocuklarımız evde bekliyor/ Sen hücrede bekliyorsun/ Ben Harbiye’de iki numaralı koğuşta/ Dostun düşmanın ortasındayız / Gelen günle birlikte/Karım”
Cezaevlerinde sürgünlerle yedi yıl geçirir Türkali. Nihayetinde aklında ekmek derdiyle özgürlüğüne kavuşur: “Sokaklar bitti şimdi evler başlıyor / Ekmeğini bekleyen evler başlıyor/ Öyle bakıp durmayın pencerelerden / Ellerim boş / Merhaba çocuklar sabahı bekleyelim.”
"ŞİİRİN VE DEVRİMİN YURDU YOKTUR"
İster içeride ister dışarıda nerede olursa olsun herkesin hakkını arar Türkali şiirinde. Kimileyin Kore dağlarında ölen bir teğmenle hüzünlenir kimileyin İspanya’da bir devrimciyle. Bilir ki şiirin ve devrimin yurdu yoktur: “…Ya sen Kore’de kurban teğmen Tahir Ün / Sen benim tertemiz öğrencim Maltepe Askeri Lisesinde / Ölümünü gazetelerde okudum/ Şimdi Kore dağlarında yatıyorsun…”
Emperyalist, sömürgeci dünyanın savaş çığırtkanlarına mahpushaneden seslenmeyi de unutmaz: “Yarım dünya alkan içinde/ Yarım dünyada kardeşlik/ Vardı varıyor sonuna / Devlerle cücelerin masalı…” Barışın sesini, umudun ışığıyla birleştirir şiirinde: “… Dünya barış diyor/ Sevmek yaratmak yaşamak nedir/ Görelim milyara yakın korkusuz cıvıl cıvıl/ Görelim Kore’den Çekoslovakya’ya kadar/ Düşlerimiz ellerimiz sizinledir/ Barış sizinledir…”
"KEŞKE OZAN OLABİLSEYDİM!"
Bütün bu yaşadıklarının herkesçe bilinmesi için 1979’da çevresindeki dostlarının da baskısıyla “Eski Şiirler Yeni Türküler” adıyla şiirlerini kitaplaştırır. Türkali “… Bana bir şiir tutkulusu deyin isterseniz. Hevesi kursağında kalmış bir şiir tutkulusu. Keşke ozan olabilseydim” der. Nâzım Hikmet etkisi onu Sabahattin Ali, Orhan Kemal gibi düz yazıya iter. Şiire erken veda eden Türkali “Nâzım varken insan şiirden ürker…” der.
Evrensel'i Takip Et