La Haine: Polis şiddetinin gölgesinde yaşam mücadelesi
Oldukça dinamik, hatta yer yer keskin ve rahatsız edici kamera kullanımıyla yönetmen bizi banliyö yaşamının hareketli ve belirsiz yaşamının içine sokuyor.
Fotoğraf: Koshu Kunii/Unsplash
Feyzullah ÜNNÜ
Boğaziçi Üniversitesi
“Gökdelenden düşen adamın hikayesini duydun mu? Her katın önünden geçerken kendini rahatlatmak için şunu söyleyip duruyordu: Buraya kadar her şey yolunda, buraya kadar her şey yolunda, buraya kadar her şey yolunda. Önemli olan nasıl düştüğün değil, nasıl yere çarptığındır.”
Mathieu Kassovitz’in La Haine (Protesto) filmi bizlere Fransa banliyölerinde sefalet, kavga, şiddet, suç ve ölümle iç içe yaşayan bir Arap, bir Fransız ve bir Yahudi arkadaşın yere çarpış anına kadarki gökdelenden düşüşünü anlatıyor.
Hikâyeye birkaç ay önce Nael’in ölümüyle isyan dalgası başlayan Fransa’ya benzer bir Fransa’da başlıyoruz. 28 Haziran’da polis çevirmesinde vurulan Cezayir kökenli Fransız genç Nael gibi polis şiddetine maruz kalan, gözaltı sırasında darp edilerek hastanelik olan Abdel’in ardından yine benzer şekilde mahallede çıkan halk isyanının ertesi günündeyiz. Gücünü kontrolsüzce kullanan polislerin özellikle göçmen asıllı ve azınlık gençlere bu şiddeti yönelttiği ve Fransız banliyölerinin öyküsü bu.
FRANSIZ BANLİYÖLERİNDE HAYAT: EŞİTSİZLİK, ŞİDDET, GELECEKSİZLİK
Bu banliyöler ki çocukların suça doğduğu, özellikle göçmen Fransızların ekonomik, kültürel ve politik olarak dışlandığı ve bu alanlarda yalıtılarak dışlanmanın yeniden üretildiği mekanlar. Kökeni 2. Dünya Savaşı sonrası dekolonizasyon döneminde sömürge ülkelerden gelen göçmenlere dayanan, 1970’lerde Fransa’ya göç eden yeni grupların dahliyle daha da genişleyen banliyöler, çoğunlukla işçi sınıfına dahil, düşük gelire sahip ailelerin yaşadığı bölgeler olarak karşımıza çıkıyor. Fransa’nın yıllarca bu bölgelere eğitim, sağlık, güvenlik gibi temel hizmetleri götürmemesi, zaten göçmen ve işçi olmanın getirdiği eşitsizliğin daha da derinleştiği bir durum yarattı. O ilk nesillerin çocukları, torunları olan 2. ve 3. nesil göçmenler gözünü işte bu derin eşitsizliğin sarmaladığı bir dünyaya açmış oldu. Maddi güvencesizlik ve bağlantılı yaygın suçlar sebebiyle, yetersiz eğitimini de kesmek zorunda kalan, kültürel olarak hor görülen, politik olarak temsiliyetten oldukça uzak olan, geleceksizliğe itilmiş bu gençler bir de sokakta, mahallede, şehirde, okulda, her yerde polis ve devlet şiddetinin farklı şekilleriyle yüz yüze kalıyor. Bu şartlar altında kendini Fransa’ya ait ve topluma dahil hissetmekten oldukça uzak olan bu kesim, polisle her karşılaştığında karşısında bir devlet şiddeti görerek bu tehlikeden kaçmak ve kendini korumak refleksi gösteriyor. Aslında her Fransız gencin kafasında Hubert’e “Polisler sizi dövmek için değil, sizi korumak için sokakta” diyen polise, Hubert’in “Bizi sizden kim koruyacak?” cevabı var.
Filmde Abdel’i de polis şiddetinin bir kurbanı olarak gören gençler; okulu, spor salonunu, polis karakolunu yakıp yıktıktan bir gece sonra her zamanki gibi sokaklarında var olmaya, işsiz, güvencesiz ve suça bir adım uzaklıkta yaşamaya devam ediyor. Apartmanda çalan müzikle başlayıp tüm mahalleyi bize gezdiren çekimle gördüğümüz gibi tüm canlılıklarıyla orada olan gençler, bir yandan kökenlerinden gelen kültürlerini ve alışkanlıklarını devam ettirmeye çalışırken bir yanda da bulunduğu koşulların doğurduğu meselelerin sohbetini yapıyor. Vinz’in “Kendimi galaksiler arasında kaybolmuş bir karıncaya benzetiyorum” sözündeki gibi, nereye ait olduğundan emin olmadan oradan oraya savrulan gençleri izliyoruz. Bu şiddete bir adım uzaklıkta olma hali de filmde Hubert’i ve Said’i usulsüz bir gözaltı sırasındaki şiddet ile karşılıyor. Yan yana oturtulup türlü hakaretlere ve dayağa maruz kalan Hubert ve Said, suça ve şiddete bulaşmamak için çaba gösterirken polis şiddetinden yine de kaçamıyorlar. Uzun ve kaotik gecenin devamında Abdel’in ölüm haberini aldıktan hemen sonra sokakta dazlakların ırkçı saldırısına maruz kalınca Vinz’in artık bulduğu silaha davranması ve dazlakları korkutmasıyla ırkçı saldırıdan kurtuluyorlar. Tüm bu kargaşanın ardından bu şiddet sarmalından yorulan üç genç ilk metro ile evlerine, mahallelerine geri döndükten sonra Vinz, elindeki silahı baştan beri şiddet yanlısı olmayan Hubert’e verir ve aslında bundan sonra daha sakin ve şiddetten uzak bir hayat istediğini gösterir. Ancak karakterlerimizin suçtan ve şiddetten kaçtığı bu anda dahi rastgele bir polis çevirmesi ve rastgele ateşlenen bir mermi Abdel’de olduğu gibi karakterlerimizi de polis şiddetinin derin kuyusuna atar.
Gerçek protesto ve isyanlardan görüntülerle başlayan film yine gerçek kadar vurucu ve sarsıcı bir sahneyle sonlanırken bu iki nokta arasında şiddeti, tekinsizliği, yalıtılmışlığı ve çarpıcılığı tüm sinematik enstrümanları kullanarak inşa ediyor. Oldukça dinamik, hatta yer yer keskin ve rahatsız edici kamera kullanımıyla bizi banliyö yaşamının hareketli ve belirsiz yaşamının içine sokan yönetmen, alışılmışın dışında çekimlerle karakterlerimizin düştüğü güç durumların şiddetini bize aktarıyor. Bu sinematografik yaklaşımı yumruk, silah patlamaları gibi yüksek sesli anlarda kesme yaparak yaşanan şiddetin vuruculuğunu artıran film, ilerleyen saatin sesiyle de her an yükselen gerilimin tonunu kuruyor. Aynı zamanda ekolu veya sağırlaşan müzik ve ses kullanımıyla ortamından yalıtılmış ve uzaklaşmış karakterlerimizin ruh halleri içinde yolculuk yapmamıza imkân sağlıyor.
FRANSA’DAN TÜRKİYE’YE…
Nael’in ve filmin hikayesi, Fransa gibi yoğun göçmen ve azınlık nüfusa sahip olan ülkeler başta olmak üzere tüm dünyadaki polis şiddeti ve ırkçı müdahalelerin örneklerini bizlere sunuyor. Türkiye’de de hikâye aslında hiç farklı değil. Polis şiddeti; polislerin zor kullanma yetkisine dair kanundaki belirsizlik, yine üzeri örtülmeye çalışılan davalar ve yargının fail kollayıcı kararlarıyla yeniden üretilmeye devam ediyor. Mağdur ve mağdur yakınlarının mücadelesi ise çoğunlukla sonuçsuz kalıyor. Ancak yine de farklı halleriyle karşılaştığımız devletin bu sistematik şiddet ve bilinçli öfke sarmalı, daha adil, özgür ve eşit bir yaşam için bir araya gelip mücadele etmemizin zaruriyetini bize tekrar hatırlatıyor.
Kaynakça:
La haine and after: Arts, Politics, and the Banlieue, Ginette Vincendeau (https://www.criterion.com/current/posts/642-la-haine-and-after-arts-politics-and-the-banlieue)
Hate (La Haine), Roger Ebert (https://www.rogerebert.com/reviews/hate-la-haine-1996)
Nael Tragedy’s Timeline: Unrest Sparked by Police Continues in France (https://www.moroccoworldnews.com/2023/07/356239/nael-tragedys-timeline-unrest-sparked-by-police-continues-in-france)
Life in France’s Banlieues: Overview and Battle Plan, Iona Lefebvre (https://www.institutmontaigne.org/en/expressions/life-frances-banlieues-overview-and-battle-plan)
Polisin orantısız şiddeti can alıyor, son bir ayda polis İstanbul’da beş kişiyi vurdu, Evrensel. (Https://www.evrensel.net/haber/477308/polisin-orantisiz-siddeti-can-aliyor-son-bir-ayda-polis-istanbulda-bes-kisiyi-vurdu)