Felaket kapıda mı?
Nil Kural, Venedik Film Festivali’ne dair izlenimlerini yazdı.
![Felaket kapıda mı?](https://www.evrensel.net/upload/dosya/244314.jpg)
The Beast filminden bir sahne
Nil KURAL
80. Venedik Film Festivali’nin seçkisinde yer alan filmlerin ortaklıklarının peşine düşersek, eğilimlerin en açık gözüktüğü film, Fransız Yönetmen Bertrand Bonello’nun “Felaket korkumuz felaketi çağırıyor” diyen “The Beast / La bête”i.
Yönetmen, kariyerinin en iddialı filminde Henry James’in sinemaya sıklıkla uyarlanan kısa romanı “The Beast in the Jungle”la (1903) serbest bir yorum getiriyor ve üç zaman ekseni kuruyor: Kısa romanın da geçtiği 1900’ler, 2014 ve yapay zekanın hakim olduğu bir dünyanın resmedildiği 2044.
James’in filme kaynaklık eden kısa romanı, hayatlarının belli zamanlarında karşılaşan John Marcher ve May Bartram hakkında. Bu ikilinin aralarında ilişkinin derinleşmesinin ve hayatlarının rayına oturmasının önüne geçen bir neden şu: Marcher’ın “ormandaki canavar” adını verdiği “Bir felaket geliyor” hissinin yarattığı yıkım korkusu.
Bonello, romanın bir araya gelemeyen iki kahramanı Gabrielle (Lea Seydoux) ve Louis’i (George MacKay) zamanlar arasında gezdirirken, felaket korkusunun ve bunun getirdiği paranoyanın insanlığın kıyameti olacağını fikrine kafa yoruyor. Bonello’nun ana yarışmanın en yaratıcı sinema dillerinden birini kurduğu film, zaman eksenleri arasında David Lynch’i anımsatan bir üslupla gezinirken, dünyanın şu anı ve geleceğini şekillendiren korkuların harekete geçme güdümüzü elimizden aldığını iki kişi arasındaki dinamiklerle anlatıyor. Ancak politik açıdan vazgeçmişliğin tehlikelerine uzanan politik bir okumayı da hak edecek yönlere sahip.
“The Beast”, dünyaya hakim umutsuzluk ve korku halinin adını güçlü bir şekilde ifade ettiği için seçkide benzer konuların izini filmlerde sürmek kolay. Programda yer alan iki ABD’li
sinemacı, zamanın bu ruh halini suikastçı öyküleriyle izleyici karşısına çıkarıyor. David Fincher, Netflix platformu için çektiği ve ana yarışmada yer alan “The Killer”da Michael Fassbender’in canlandırdığı titiz bir suikastçıyı takip ediyor.
Janr sinemasının kalıplarını ustaca kullanan film, profesyonel suikastçısını günümüzde geçen bir intikam öyküsü için dünyanın dört bir yanında gezdiriyor. Gergin bir atmosferin hakim olduğu film, uluslararası suç ağını iş dünyasına uzandırıyor. Bu seyri akıcı suç filmi, Fincher’ın büyük filmleri arasında olmasa da “La bête”in ruh halinden izler taşıyor.
ABD sinemasının sivri isimlerinden Harmony Korine’nin tamamı termal kamerayla çekilmiş, dolayısıyla estetik açıdan benzersiz ve zorlayıcı filmi “Aggro Dr1ft”in de ana kahramanı kendi deyişiyle “dünyanın en iyi suikastçısı”. Basit, tekrarlı ve klişe diyaloglar ile termal kamera görüntülerinin aktığı filmde dünya halihazırda tanınmaz bir distopya. Korine’in uzun bir metraj olarak izlemek için sabır isteyen filminin yapısı, izleme deneyiminden ziyade bir provokasyonu andırsa da şiddet ve deliliğin hakim olduğu dünyasıyla ruh hali diğer filmlere benziyor.
Venedik’te felaket hissi dışındaki diğer eğilim ise geçmişe bakmak. Bunun en sakil örneği Ünlü Şilili Yönetmen Pablo Larraín’in tek bir fikri iki saate yaydığı filmi “El Conde”. Şilinin yıllarca kanını emen diktatör Augusto Pinochet’nin bir vampir olarak resmedildiği ve evet, kan emdiği film, dünya politikasına dair sığ bakışı ve baştan da parlak olmayan fikrinin filmde geliştirilmeme şekliyle, izleyicisinin zekasına iltifat etmeyen bir geçmiş okuması. Diğer bir Netflix filmi olan “En Conde”den önce yönetmenin kariyerinin başında Pinochet üzerine halihazırda takdir gören bir üçleme (Tony Manero (2008), Post Mortem (2010), No (2012) çektiğini de hatırlatalım.
Hollywood’un usta isimlerinden Michael Mann, ana yarışmadaki “Ferrari” ile 1950’ler İtalya’sında Ferrari’nin Kurucusu Enzo Ferrari’nin hayatının bir dönemine ve yarış dünyasına bakıyor. Yönetmenin klasik bir sinemayla tasarımın, o dönem İtalya’sını ve yarış dünyasındaki öz yıkımın peşine düştüğü filmin geçmişe bakışında hafif bir nostalji hissetmemek mümkün değil.
Yarışmadaki diğer biyografi, Oyuncu Bradley Cooper’ın yönetmenlikte kalıcı olacağının habercisi filmi “Maestro.” Cooper’ın hem yönettiği hem de ABD’li Besteci Leonard Bernstein’i de canlandırdığı film, bestecinin Felicia Montealegre ile evliliğine ve hayatına odaklanıyor. “Maestro”da “Ferrari” gibi yarışmadaki diğer bir klasik sinema örneği. Klişelerden uzaklaşmayan sinema diliyle, düz bir biyografi olan “Maestro”, günümüzün felaket hissinin karşısına geçmişte bir sığınak bulan diğer bir film.
Evrensel'i Takip Et