Venedik Film Festivali’nden notlar: Aileye farklı bakışlar
Nil Kural, Venedik Film Festivali'ne dair izlenimlerini yazdı.
“Evil Does Not Exist” filminden bir sahne
Nil KURAL
80. Venedik Film Festivali bugün dağıtılacak ödüllerle son bulacak. Festival bir yılı daha geride bırakırken festivalin isminden söz ettiren filmlerde aile, kimlik arayışı ve topluluk konuları ön planda.
Festivalin gözde filmlerinden Yorgos Lanthimos imzalı “Poor Things”, Alasdair Gray’in 1992 tarihli aynı adlı romanın uyarlaması ve Frankenstein’ın postmodern bir versiyonu. Dr. Godwin Baxter’ın (Willem Dafoe), bilimsel çalışma sonucunda Bella (Emma Stone) adlı genç bir kadını hayata döndürüyor. Bella’nın yeni hayatının başındaki çocuksu hali zaman içinde özgürleşen ve güçlü bir kadına dönüşüyor. Deneyimlerle, kendisine güçlü bir kişilik inşa eden Bella’yı, Yunan yönetmen yaratıcı diyaloglar ve özgün bir dünya içerisinde işliyor ve festivalin sinema dili açısından en güçlü filmlerinden birini sunuyor. Ailenin, bu filmde ne kadar garip de olsa, özgürlük sunması gereken yönünü de işleyen “Poor Things”in Venedik’in ardından yılın en önemli filmlerinden biri olarak gündemde kalacağı kesin.
Diğer bir kimlik yaratma öyküsü Polonya yapımı “Kobieta Z... / Woman of”ta karşımıza çıkıyor. “Yüz / Twarz” (2018) ve “Bir Daha Asla Kar Yağmayacak / Sniegu juz nigdy nie bedzie”yi (2020) yöneten Małgorzata Szumowska ve Michał Englert’in yönettiği film, trans kadın kimliğini kabul edip, kabul ettirmek için zorlu bir süreç geçiren Aniela Wesoly’nin hayatının 45 yılına bakıyor. Polonya’nın küçük bir kasabasında bir aile kuran Aniela’nın kadın kimliği için verdiği mücadeleyi anlatan ve kuvvetli bir kamera işçiliğine sahip film, ana karakterin uzun zaman yayılan yolculuğunu hakkıyla sunuyor. “Kobieta Z…” de “Poor Things” gibi karakterini tutsaklıktan özgürlüğe taşıyan bir izleği takip ediyor ancak gerçeküstü değil, komünizmden kapitalizme geçen bir Polonya’yı arka plan olarak kullanıyor.
Yarışmanın diğer bir dikkat çeken film, sinemanın son dönemdeki en önemli isimlerinden birine dönüşen Japon Yönetmen Ryusuke Hamaguchi’nin yönettiği “Evil Does Not Exist / Aku wa sonzai shinai.” Hamaguchi’nin Oscar ödüllü, bir önceki filmi “Drive My Car”dan oldukça farklı bir sinema diline sahip filmi “Evil Does Not Exist”, Tokyo’ya yakın Mizubiki adlı bir orman köyünde yaşayan Takumi ve kızı Hana etrafında örülmüş bir hikayeye sahip. Filmde, orman köyüne, devlet teşvikiyle lüks bir kamp alanı inşa edilmesi projesine orman köyü sakinleri şüpheyle yaklaşıyor. Suyu kirletmesi beklenen ve doğa dengesini altüst edebilecek projeye, geçimini ormandan sağlayan Takumi de karşı çıkıyor. Bir yandan da kızı Hana, babası ve topluluk bu projeyle meşgulken gitgide doğada daha fazla zaman geçirmeye başlıyor.
Hamaguchi, “Drive My Car”ın da bestecisi Eiko Ishibashi’nin bir müzik projesine görüntüler çekerken ortaya çıkan filminde, doğa ile olan ilişkinin dengelerini şehirden gelen yatırımcıların yabancı oldukları bir yerdeki durumu üzerinden gösteriyor ve sermayenin doğal alanlardaki yıkıcı etkisini, insanları merkeze alarak anlatıyor. “Evil Does Not Exist”, gizemli ve atmosferik dünyasıyla ve yönetmenin diyalog ağırlıklı sinemasından bir sapma. Hamaguchi’nin seçtiği bu farklı yol, kariyeri büyük bir heyecan yaratan yönetmenin sinemasının gelecekte daha da derinleşeceğinin işareti olarak görülebilir.
TÜRKİYE YAPIMI FİLMLER UFUKLAR’DA
Festivalin Ufuklar adlı yan bölümünde Türkiye yapımı iki film gösterildi ve bölümün dikkat çekici yapımları arasında yer aldı. Nehir Tuna’nın tarikat yurdunda kalan ve laikliğin önemli bir değer olduğu bir okula giden Lise Öğrencisi Ahmet üzerinden Türkiye’nin 1990’larına baktığı “Yurt”, Ahmet’in büyüme öyküsü. Tuna, ağırlıklı olarak siyah beyaz çektiği ilk uzun metrajlı filminde, Türkiye’nin yakın tarihinin en önemli meselelerinden, aile ilişkilerinin zorluklarına birçok konuya değiniyor ancak filmin en iyi işlediği bölüm Ahmet ile tarikat yurdunda tanıştığı Hakan’ın ilişkisi.
Ufuklar’da yer alan “Tereddüt Çizgisi”, Selman Nacar’ın “İki Şafak Arasında”dan sonra ikinci filmi. Nacar, Uşak’ta geçen filminde bir yandan komadaki annesinin yanında refakat eden bir yandan da kendisi için önemli bir davaya hazırlanan Avukat Canan’ın bir gününü merkeze alıyor. Tülin Özen’in Canan’ı canlandırdığı film, karakterinin bir kriz anındaki açmazlarını takip ederken, ana karakterini başarıyla kuruyor. Arka planda ise Türkiye’nin bugününü yargının ön planda olduğu kurumlar üzerinden bağırmayan ve isabetli bir şekilde işliyor.