‘Cumhuriyet’ sözleşmesi sermayeden yana
Türk Metal’in ‘cumhuriyet sözleşmesi’ diye ilan ettiği taslak işçilerin tepkisini çekerken, ‘yerli ve milli’ sermayenin çıkarı, fabrikalarda işçilerin de çıkarı gibi gösteriliyor.
Fotoğraf: Pixabay
Turan KARA
İzmir
Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) üyesi 196 patron ile 400’e yakın fabrikada çalışan yaklaşık 150 bin işçinin karşı karşıya geldiği toplu iş sözleşmesi süreci başladı. 400 iş yeri içinde başını Koç Holdingin çektiği en büyük 16 şirket de var. Ford, TOFAŞ, Arçelik, Türk Traktör, Mercedes, Renault, HABAŞ, İDÇ, BOSCH gibi bu sene kârını yüzde 1000’e kadar çıkarmış, tekel durumunda şirketler yer alıyor.
Aylardır ek zam ve iyileştirme talep eden işçilere karşı ağız birliği yapan şirketler, “Sendikanız var, TİS var bekleyin” derken, sendikacılar da bu koroya kalın bir vokalle katılıp “TİS zamanı her şeyi isteriz ama şimdi bir şey yapamayız, yasalar var” diyerek, ölü numarası yaptı.
Sendikacılar, iyice sabrı taşıp da toplu halde davranan işçilerin karşısında “Sabredin, merak etmeyin üç haneli rakamlar göreceksiniz” diyorlardı, örneğin İzmir Demir Çelik Fabrikasında işçilere bu söylendi. TİS taslağı açıklandığında işçiler gördü ki nefes almak bir yana, şirketler boğazlarını sıkmaya devam edecek. Çünkü bu sözleşme olduğu gibi geçse bile bir işçinin geçinebilmek için ayda en az 75 saat fazla mesai yapması gerekecek. Fazla mesai yapmanın da yüzde 50 değeri var üstelik.
EN BÜYÜK İŞLETMELERDE İŞÇİLER ASGARİ ÜCRETLİ
İçindeki tek ‘büyük’ şeyin adındaki “cumhuriyet” kelimesi olan 2 yıllık toplu sözleşme taslağı o kadar kötü ki, içinde işçilerin iradesi olmadığında, işçi karakteri taşımadığında, sadece azgınca sömürüyü amaç edinmiş bir azınlığın sesini taşıdığında cumhuriyetin olduğu iddia edilen eşitlik, insanca-insan onuruna uygun yaşam, yurttaşlık, örgütlenme özgürlüğü hak, hukuk, adalet gibi bütün faziletlerinin nasıl da ayaklar altına alınabileceğini gösteriyor.
MESS’in, Koç’un ve diğer patronların ihtiyaçlarını gözeterek hazırlandığı belli olan taslak işçiler açısından baş aşağı duruyor. Türk Metal ve MESS işçilere 2 yıl boyunca sefalet, fazla çalışma, kuralsız ve uzun çalışma, kazandığının vergi adıyla gasbedilmesine göz yummayı içeriyor. Ne için, sermaye birikimini artırmak ve yeni ‘yatırımlar’ için.
İşçileri dinlenme, eğlenme, ailesinin ihtiyaçlarını giderme ve birikim yapma imkanından mahrum bırakan, elinde ne varsa alan, onu insan yerine koymayan, insan onurunu önemsemeyen, dilenci durumuna düşüren bu taslak iddia edildiği gibi cumhuriyet faziletlerinin hangisini içinde taşıyor?
İşçilerin şu an içinde bulunduğu durumda; teknik, yetenekli, işine gücüne hakim insanlar asgari ücrete çalışıyor. Nerede? Ülkenin en büyük işletmelerinde, en çok kazanan, en çok üreten, en zengin şirketlerinde. Şirketler işçilerin olması gereken ücretlerinin yarısını veriyor, yarısını da eğer daha fazla çalışırsa vereceğini söylüyor ve el koyuyor. Bugün zaten işçilerin yoksulluk sınırında olması gereken ücretleri, bu sözleşmeyle beraber iki yıl daha onun yarısı kadar olmaya devam edecek. Bu olsa olsa Koç cumhuriyeti olur herhalde!
ŞİRKETLERE SÖMÜRÜ CUMHURİYETİ
Bu yaz yeni çelikhane inşa ederek üretim kapasitesini üç kata yakın artırmayı hedefleyen, termik santralini de ikilemek için izin koşturan İzmir Demir Çelik “cumhuriyetinde” neler oldu? Şu an kalifiye işçilerin düşük ücrete çalıştığı ve ağır çalışma koşullarından dolayı yılma noktasına geldiği fabrikada yetersiz ve işçi eksikliğinden, aşırı üretim hırsından, kuralsız ve güvencesiz çalışma dayatmasından, kısaca insan onuruna aykırı ama müdürün hiç ar etmediği çalışma düzeni yüzünden 10’dan fazla kaza meydana geldi.
Sadece bizim kulağımıza gelen sayı bu. 2 işçi öldü. Ayrıca 24 saatte tam dört kaza yaşandı. Yeni yapılan ve ‘yatırım’ denilen çelikhane inşaatında işçi düştü iki kere, aynı ocak altında 15’inci günde ikinci defa patlama oldu ve ikinci kez 1 işçi ağır şekilde yandı. Gerçek iş kazası sayısını bulmak için bunu ister onla ister bir ile çarpın, bir tek rakam bile çok büyüktür. Örneğin Utku Karabaş ve Mustafa Akbaş geri gelmeyecek, yaşamını yitirdi.
HABAŞ’ta da öyle, hatta daha beter. Haftada 12-16 saat çalışmak zorunda kalan, ayda 100 saat fazla çalışan ama bunun da karşılığını alamayan, amirlerin bayağı tavırlarına maruz kalarak psikolojik savaş veren işçiler, geçim derdiyle boğuşuyor.
KIDEM TAZMİNATI FİİLEN YOK
HABAŞ müdürü, teknisyen ve mühendislerin toplu hareket ederek taleplerini iletmesinden sonra şunu yaptı; isteyen herkese ihbar ve kıdem tazminatı verilmek üzere işten ayrılma serbestliği verdi. İşte cumhuriyet, işte özgürlük diyebilirsiniz. Ama bu şu demek; “Madem o kadar kötü, burada çalışmayı beğenmiyorsanız buyurun, gözünüz arkada olmadan gidebilirsiniz. Kimsenin ücreti o kadar yükselmez izin vermeyiz! Ya sev ya terk et!” Bu arada yurt dışına giden pek çok teknik insan da cabası.
İşçilerin talepleri çok sıradan, doğal, fazla hiçbir şey taşımayan net talepler:
- Acilen yüzde 40 ek zam, onun üzerine en az yüzde 100 zam.
- Asgari ücret artışlarının yansıtılması, promosyon hakkının sabitlenmesi.
- Tamamlayıcı sağlık sigortasının aileyi kapsaması ve matraha eklenmesi.
- 16 saat çalışmada, 8 saatlik fazla mesainin yüzde 500 şeklinde ödenmesi.
Hepsi bu kadar. Son madde çok önemli. Fazla çalışmayı teşvik eden değil tam tersi davranılmasını istiyor işçiler. Herkesin kendi zamanı ve yaşamı paha biçilemez.
Normalde gözünün yaşına bakmadan işten atacak olan HABAŞ’ın hem zaten eksik işçi çalışmasından (Norm kadro o kadar alt sınırda ki, bırakalım yedek vardiyayı işçilerin çoğunun normal vardiya karşılığı yok ve 12 saat üzerinden 2 vardiya çalışıyorlar) hem bölgede de demir çelik işçisi ihtiyacından dolayı sanki bunu işçilerin iradesine bırakmış gibi yapmak zorunda kaldı. Elbette HABAŞ yönetimine bunu yaptıran şey bu iktidar döneminde enflasyon/kur krizinde kıdem tazminatının fiilen kaldırılmış olmasıdır.
Kıdem tazminatı tavanı daha yenice 30 bin lira oldu. EYT’lilerin döneminde 20 bin liraydı, hiç olmuştu. Bu civarda bir kıdem tazminatı tavanı 15 yıllık bir işçinin kıdem tazminatı ile bırakın bir ev, araba dahi alamaması demek. Pandemi öncesi kıdem tazminatına göre bu rakamın en az 150 bin lira olması gerekir (Yya da kişi başı milli gelir hesabına göre yapılırsa 176 bin lira olması gerekir ama zaten işçiler onun da altında alıyor). Kıdem tazminatının fiilen kaldırılması şirketler için kusursuzca bir emek pazarı, işçi için de tek birikiminin gasbedilmesi demek. Şu an işçilerin tek özgürlüğü, aç kalma özgürlüğü. Sendikadan istifa etme özgürlüğü! Cumhuriyet sözleşmesine mi, bunu diyen sendika patronuna mı bakalım, 100 yaşındaki cumhuriyete mi?
TÜRK METAL CUMHURİYETİNDE İŞÇİLERİN ÖZGÜRCE SEÇME SEÇİLME HAKKI DA YOK
Türk Metal, cumhuriyet sözleşmesi dediği sözleşmede tüm bu faziletleri, eşit yurttaşlık, adil bir düzen, hakça bir yaşam, birey özgürlüğü vb. ne kadar ayaklar altına almış olsa da her şeyin başında eşitlik ve seçme seçilme hakkı gelir. Sırf bu illüzyonun varlığı bile ‘sınıfsız ve zümresiz yekpare bir millet’ masalına inanmamızı, sermaye kesiminin tüm bu istismar ve faziletsizlikleri çekilir kılma gücü taşır. İnsana daha iyi yaşama umudu veren bu hak Türk Metal’de yok. Temsilci seçimi yaptırılmadı HABAŞ’ta, İDÇ’de ve hiçbir yerde. İşçiler bunun için imza toplamaya kalktığında şube yöneticisi HABAŞ müdürünün, Aliağa temsilcisi de HABAŞ avukatının yanında aldı soluğu. İşçilerin sesini zorbalıkla kestiler. İDÇ müdürü mail attı herkese, “Şirketimizde çalışan temsilciler şu personeldir” diye. Patron ilan ediyor.
Bu durum hakkında savunma ne peki? İşte orda yine Koç cumhuriyetini savunuyor ve aynı şarkıyı mırıldanıyor: “Sendikanın bekası, herkesin çıkarı için, ayrışma olmasın diye...” Tekleşmeyi işte böyle savunuyor ve bir grup azınlığın çıkarlarını müdürler, sendikacılar, temsilciler vb. herkesin çıkarıymış gibi gösteriyor.
Bu sözleşme evet, tıpkısıyla bir cumhuriyet sözleşmesi ama maalesef bu cumhuriyet bir sermayenin elinde baş aşağı duran Koç cumhuriyeti. Bu cumhuriyette de olduğu gibi Türk Metal’in temsil ettiği cumhuriyette de işçilerin iradesi yok, karakteri yok, hakları yok, sesi soluğu yok, onları koruyan kollayan yasalar güvenceleri yok, olsa da geçersiz.
Bütün işçiler gibi demir çelik işçilerinin de Renault işçilerinden medet beklemesinin bir sebebi yok mu? Türk Metal ile MESS ancak onların dize getirebileceğini düşünmesi tesadüf mü ya da Metal Fırtına hatırası deneyimi mi? Sadece o değil.
İşçilerin üzerinde muazzam bir ‘millilik’ baskısı var. Üstelik yerli ve milli patronların denetlenemez olduğu, her şeyin onlara yasal işçiye yasak olduğu da. Renault işçisinin birliğine, kararlılığına, deneyimli oluşuna ne kadar güveniyorsa da Fransız ya da gayrimilli olmasından kaynaklı (uluslararası hukukun gücü algısı ya da uluslararası dayanışma gibi gerekçelerle) büyük zincirin zayıf halkası olarak görülüyor Renault. Yoksa işçiler ne yozlaşmış yasaların ne cüzdana sıkışmış hukukun ne de çivisi çıkmış Anayasa’nın gözü dönmüş yerli ve milli sermayeyi durduramayacağını biliyor.
Bu sözleşmenin bir MESS sözleşmesi, cumhuriyetinin de MESS cumhuriyeti olduğunu ve böyle bir tür cumhuriyetin de kötü olduğunu söylemek gerek...
İŞÇİLER ÖRGÜTLÜ DAVRANMAK ZORUNDA
Şimdi sözde cumhuriyet sözleşmesi olan ama gerçekte sefalet ve aşırı çalışma, kölelik sözleşmesi olan bu toplu sözleşme başlarken görünüm aşağı yukarı şöyle: Tepede MESS ve Türk Metal, yerellerde şirketler ve şubeler, en aşağıda müdürler ve temsilciler ağız ve el birliği ile gerekirse iş birliği ile bu sözleşmenin onlara iyi geleceğine ama aslında patronların kazanmasının herkesin kazanması olduğuna yeniden ikna etmeye çalışacak. Yoksulluğa boyun eğdirmeye çalışıyorlar. Yaz boyu mayıs ayında promosyon, yaz aylarında sendika temsilci seçimi ve ek zam talepleriyle başlayan kimi küçük parlamaları kontrol edebildiklerine kani olmuş bir sermaye sınıfı görüntüsü ve henüz sendikaya rağmen mücadele etme ufku geniş olmayan bir emek kesimi var.
Şimdi herkes gördüğü her yerde kıstırıyor ve “Hakkımız gerçekten bu mu, bunu mu düşünüyorsunuz? Siz mi hazırladınız gerçekten? Bize layık olan bu mu?” diye soruyor ‘yakalayabildiği’ temsilcilere. Başkanları ve yöneticileri ise gören yok. Değil fikir sorma açıklama bile yapan yok.
Bütün şirketlerin gözü işçilerde, izliyor ve şimdilik şuna güveniyor: “Bunlar hayatta birleşemezler, birleşseler bile sendika ile önüne geçeriz.” Şimdiye kadar, buhranlı ve karanlık günlerde bile hiçbir şey vermediler. Ek zam, iyileştirme, ikramiye, hiçbir şey. Şimdiden sonra da eğer işçiler bir gerçeği göstermezse, yani milyon dolarlık işletmenin kaderinin kendi ellerinde olduğunu göstermezse hiçbir şey vermez. İşçiler emek kesimi hakkını alabilmek için örgütlü olmak, en az onlar kadar birlik olmak zorundadır. Kendi elinde olan tek şey de budur.
TASLAKTA NE VAR, İŞÇİYE NASIL YANSIYACAK?
Türk Metal’in açıkladığı MESS grup toplu iş sözleşmesi taslağına göre 65 TL’nin altında olan saat ücretleri 65 TL’ye çekilecek. Ardından tüm ücretlere ilk 6 için yüzde 80 zam, 20 yılla sınırlı olmak üzere, her kıdem yılı için saat ücretine 3 TL artış yapılacak. Diğer aylarda ise enflasyona dayalı zam yapılacak. Sosyal haklara ise yüzde 150 artış yapılacak. Toplam zam oranını yüzde 119.05 olarak duyuran Türk Metal eylül ayından itibaren ise 5 bin lira avans talep etti.
Taslağın işçiye yansıması ise Türk Metal’in sunduğu gibi olmayacak. Taslak aynen kabul edilse bile ‘çekme’ ile bazı işçilerin payına düşen sadece 61 kuruş olacak. İşçilerin yarısı ortalamanın altında kıdem zammı alacak. 5 bin TL’lik brüt avans ödemesinden işçinin eline geçecek net tutar 3 bin 64 TL olacak. Vergi diliminin yüzde 15’te sabitlenmesi talebinin de yer almadığı taslağa göre net ücretlere istenen zam oranı yüzde 53 ila yüzde 93 arasında.