12 Eylül 2023 03:41

Yakın tarihe mercek tutan bir yaşam öyküsü

“Affetmek özgürleştirir” safsatasına isyanla inadına unutmamaktan, hatırlamaktan ve hesap sormaktan bahseder yazar. Kitap Brecht’ten “Bugün yarına dünle beslenerek yol alır” dizesiyle başlıyor.

Meral Bekar'ın 'Birikir Damla Damla' eserinin kapağı.

Paylaş

Selma GÜRKAN

Meral Bekar kimdir: Köy enstitülü öğretmen bir babanın ve sonradan çalışmaya başlayacak memur annenin kızı olarak dünyaya gelen Meral Bekar genç yaşta demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin içerisinde yer almıştır. Öğretmenlik yaptığı dönemde mesleki örgütü olan TÖB-DER’in yanı sıra Yurtsever Devrimci Öğretmen saflarında politik mücadele yürütmüştür. 12 Eylül askeri darbe döneminde uzun süren işkenceli tutukluluk süresinde de, sonrasında da örgütlü mücadelesini, zorbalığa karşı direnişini sürdürmüştür. Kuruluş sürecinde önce İnsan Hakları Derneğinde yöneticilik yapmış, kuruluşu ile birlikte Emek Partisi saflarında Ankara İl Başkanlığı görevi dahil olmak üzere yer almıştır. Zaman zaman sağlık sorunları yaşamasına rağmen mücadeleden ve örgütlülükten kopmamıştır. Bugün hâlâ örgütlü olarak sosyalizm mücadelesinin neferi olmaya devam ediyor. 12 Eylül ve arka planı üzerine Evrensel başta olmak üzere çeşitli basın kuruluşlarında yazıları yayımlanmıştır. Daha önce Mamak Cezaevinde kalan kadın tutsakların bir kısmının ortak çalışması olarak Dipnot yayınlarından çıkan “Kaktüsler Susuz da Yaşar” isimli kitabın hazırlanması aşamasında çok emeği geçen Meral Bekar’ın kendi tanıklıkları ve yaşadıkları üzerinden ülkenin kısa tarihine mercek tuttuğu ve kendisinin kaleme aldığı, ikinci kitabı da diyebiliriz “Birikir damla damla” İzan Yayınevinden çıkmıştır.

İYİ Kİ KALEME ALMIŞ

Meral Bekar’ın kaleme aldığı “Birikir Damla Damla” kitabı raflarda yerini aldı. İyi ki emek vermiş ve kaleme almış Meral Bekar. Kızı Cihan, kitap için yazdığı “Bu kitapta başka çağda doğmuş bir çocuğun, dönemin atmosferinde şekillenişine yol arkadaşlığı edeceksiniz. Bir devrimci olarak verili koşullarda yaptığı seçimlere, gülümsemesini kaybetmeden, yoldaşlarıyla birlikte kucakladığı bedellere tanıklık edeceksiniz” sözleriyle aslında kitabı çok güzel tanımlamış.

Kitap baştan sona o kadar akıcı dille kaleme alınmış ki, elinize aldığınızda bir çırpıda bitiriyorsunuz. Adeta kitabın içine giriyorsunuz. Yazarın anlatısına dayanan bir kitap ama kuru kuru bir tarihçe değil. Yaşanmışlıklarla zenginleştirilmiş bir yakın tarih okuması. Kronolojik olarak anlatılan olaylar, tek tek olaylar olarak ele alınmamış, bir bütünlük içinde değerlendirildiği için dönem tarihini arka planıyla birlikte derli toplu olarak görmek mümkün oluyor kitap ile. Bu tür kitaplarda bence sıklıkla düşülen yazım dili çizgisine, yazarın “ben” merkezine dayanan bir anlatı yerine incelikli bir anlatımla yazarın yaşamı üzerinden tarihe ışık tutulmuş ama merkezinde anlatıcı yok.  

BELGELERE DAYANIYOR

Kitap aktıkça salt hafızayla ilgili bir anlatı olmadığı hemen anlaşılıyor. Binbir emekle derlenen, saklanan, korunan belgelere dayanan bir titizlikle yapılmış çalışma.  Öğretmenlerin, eğitimcilerin bir meslek örgütü olan TÖB-DER’in düzenlediği  “DGM’ye Hayır”, “Demokratik Hak ve Özgürlükler”, “Faşist Baskıları ve Kıyımları Protesto”, “Taban Fiyatlarını, Hayat Pahalılığını, Faşist Baskıları Protesto” konulu miting örnekleriyle,  üyelerinin ekonomik, sosyal taleplerinin yanı sıra diğer emekçilerin ve emekçi halk kesimlerinin talepleriyle birleşme, ülkenin politik gündemine müdahalenin meslek örgütleri, sendikalar gibi örgütlerin izlemesi gereken yolu bugün için de işaret etmiş oluyor ve kitap bu örnek gibi pek çok konuda hafıza tazeliyor, bugüne deneyim aktarıyor.

Hem çalışan hem de TÖB-DER olmak üzere mücadelenin içinde olan devrimci bir annenin, elbette baba dahil ebeveynlerin çocuk bakımında yaşadığı zorlukları, kızları Cihan üzerinden örneklerken sorunun o günde kalmadığını, aslında kreş talebinin bugün de can yakıcı bir sorun olmaya devam ettiğini söyleyebiliriz. Kreş sorunu gibi pek çok sorunun, demokratik haklar, siyasal özgürlükler, insan hak ihlalleri gibi temel sorunların tarihte bir anı olarak kalmadığını, bugün de yaşanmaya devam ettiğini dikkate aldığımızda mücadelenin de güncelliği ve sürekliliğini satır aralarında görmüş oluyoruz.

Bu kadar ciddiyet arasında yazarın, “… Ecevit, her ne kadar kontrgerilla örgütünü ilk kez 1974 yılında duyduğunu söylese de bizler ‘Kahrolsun MİT, CIA, kontrgerilla’ sloganlarını çoktan beri haykırıyorduk zaten” Örneğinde olduğu gibi satır aralarında alaycılıkla karışık laf sokma hınzırlıklarına başvurmasının kitaba ayrı bir zenginlik kattığını söyleyebiliriz.

DİYALEKTİK DÜŞÜNMENİN GÜCÜ

Yaşanan, yaşanacak olan bir vahşete dair önsezi “Yaban hayatında, çetin doğa koşullarında yaşamını sürdürebilmek için gerekli ve zorunlu olan sezgi gücüne sahiptir ya hayvanlar; işte bu insanlık dışı koşullar, bizlere de çeşitli duyularımızı daha iyi kullanmayı öğretmişti. Görünüşte bir şey olmamasına rağmen, bir şeyler olduğunu sezinliyorum…” cümleleriyle doğanın yasalarıyla ilişkilendiren benzetmeyle anlatılmış. Benzer bir önsezi örneğine bu sefer politik bilincin ve diyalektik düşünmenin gücünü gösterirken rastlıyoruz. Meral bekar 15 Şubat 1997 tarihinde, İHD görevlisi olarak kadın katılımcılardan oluşan bir toplantıya katılır. “Elli civarında sivil toplum örgütünün organize edeceği ve pek çok siyasi partinin kadın kollarının da destek verdiği bir yürüyüş” düzenlenecektir. Bu yürüyüş “Şeriata Karşı Kadın Yürüyüşü” dür. Ve Meral Bekar politik bilincin, örgütlü gücün ve diyalektik düşünmenin kazandırdığı öngörüyle bu yürüyüşün “Silahsız kuvvetlerin balans ayarı için hazır ola geçtiği” fikri oluştuğu için adına toplantıya katıldığı kurum bu yürüyüşün parçası olmaz. Nitekim 28 Şubat’ta silahlı olanları devreye girecektir ve Emek Partisi de “Şeriat karşıtlığı” gazına gelmemiş ve 28 Şubat darbesini doğrudan hedef alarak darbenin karşısında bir tutum geliştirmiştir. O dönem darbenin sivil ve siyasi ayağının bir parçası olan Perinçekçilerin, 2020’lerde Taliban’a selam çakan çelişkisini de atlamamış yazar.

1981 6 Mayıs’ında Deniz’lerle birlikte Erdal’ın adına yaraşır anılması için yapılan çalışmada her koşulda yaratıcılığın gücünün ortaya çıkarılabileceğini, kolektif çalışmanın bu gücün açığa çıkmasındaki önemine işaret ederek genç kuşaklara deneyimler aktarmış. Hiçbir müzik disiplini olmayan kadınlar Erdal Eren marşı olarak bugüne kadar gelen ezginin güftesini ve bestesini (Artık ne kadar beste ve güftedir onu müzik otoritelerine bırakalım) yaratmıştır.

YAKIN TARİH OKUMASI

Kitabın edebi yönden değerlendirilmesini işin ehillerine bırakarak şunu rahatlıkla söylemeliyiz. Kitap tek, tek tarihi olguları sıralamakla yetinmemiş, her olguyu ait olduğu dönem, öncesi ve sonrası bağlantılarıyla, sınıfsal, iktisadi, siyasi, ideolojik, toplumsal ve uluslararası ilişkileri kapsayan arka planıyla birlikte bütünlüklü bir yakın tarih okuması diyebiliriz. 1950’li yıllardan başlayan, ’60’lı, ’70’li yıllar, 12 Eylül karanlığı, ’80’li, ’90’lı yıllar, Gar Katliamı, Kürt siyasetçilere yönelik siyasi kırımlardan siyasi cinayetlere, pandemiye ve bugüne, en son 6 Şubat depremine kadar uzanan bir tarih. Aynı zamanda kadınların toplumsal yaşamda ve politik mücadele içerisinde öznel olarak yaşadıklarını da yazarın yaşamı üzerinden bir kez daha tanıklık ediyoruz, aralardaki kadın vurgusunu da bu öznellik anlaşılır kılıyor. Salt egemenlerin, iktidarlarının tarihi değil anlatılan, aynı zamanda işçi sınıf, emekçi halk kesimlerinin mücadele eğilimleri, dönemeç duraklarıdır. Zulüm karşısında devrimcilerin yengileri kadar yenilgilerini de gören ama öldük, bittik kitabı olmadığı gibi, şöyle kahramandık kitabı da değil. Ancak sadece görüleni değil yaşanmışlıklarıyla, gönül gözüyle yazılmış ve bilincin süzgecinden geçerek hazırlanmış bir eser. Aynı zamanda yaşanmışlıkların yarattığı, yaratacağı sağlık sorunlarını en yalın haliyle ve içtenlikle değinmesi yazarın samimiyeti ve cesareti ile birlikte yaşanılanlarla nasıl baş edileceğini göstermesi bakımından da kıymetli. Bir utanma gerekçesi değil, kendisiyle ve hastalığıyla yüzleşme ve başka ölçekte bir mücadeleye atılma deneyiminin öğreticiliğini atlamamalıyız. Mücadelenin sıcaklığı, siyasal koşulların sertliği içinde ilişkilerde atladığını düşündüğü kızı ve eşine dair öz eleştirel değerlendirmelerini okuyunca bu satırlarda bugün mücadele içerisinde olan kim kendisini görmez ki?

HATIRLAMAK VE HESAP SORMAK

“Affetmek özgürleştirir” safsatasına isyanla inadına unutmamaktan, hatırlamaktan ve hesap sormaktan bahseder yazar. Kitap Bertolt Brecht’ten “Bugün yarına dünle beslenerek yol alır” dizesiyle başlıyor. 12 Eylül yazılarından birinin başlığı “Ve Kazandık”tır. Bir başkasının başlığı “Ah Vah Etmenin Zamanı Değil Şimdi”dir. Bu yazısını “Bedelini ödersiniz ama” diye mi sesleniyor saray ve soytarıları? “Ödedik, Ödüyoruz, Yine öderiz deriz biz de. Nokta” sözleriyle bitirir yazar. Kitabın özüne dair bir gösterge diyebiliriz. Özcesi yazar unutulmaması gereken tarihe ve hatırlamamız gereken, öğrenerek ilerleyeceğimiz tarihimize bir çentik atmış bu yapıtla. Okuru bol olsun, genç kuşaklar dününden öğrenerek yarını düşlesin. Yazarın son cümlesiyle “Daha iyiye, daha güzele doğru verilen emek inanın boşa gitmiyor. Birikiyor, çoğalıyor damla, damla yarınlara…” Kalemi sağ olsun Meral Bekar’ın.

*Emek Partisi Genel Başkanı

ÖNCEKİ HABER

Okul servis ücretleri yüzde 300 arttı | Milletvekili Veli Ağbaba: Okul yolu cep yakıyor

SONRAKİ HABER

Yoksulluk merdiven altı gıdaya mahkum ediyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa