Bereketli Topraklar’a Umut’la bakmak
Mazluk Vesek, geçmişten bugüne Adana ve sinema ilişkisini yazdı.
Umut filminden bir sahne.
“ve güneye
pamuk işleyenlere gitmek için
Toroslardan bir kere olsun geçemedim diye
utanıyorum.” (Nâzım Hikmet)
Türk şiirinin evrensel ismi N. Hikmet Çukurova’yla olan bağını böyle anlatır. N. Hikmet şiirinde bölge kanlı canlı şekilde yer almaz ama bereket romanda ve sinemada öyle değildir.
Adana, pamuk üretimiyle kapitalist dünyada yeni bir evreye giren bir kent. Geçiş noktasında olması ayrıca çok kültürlülük ve sosyolojik karşılaşmalar açısından kenti farklı kılmıştır. O halde Adana’yı üretim ilişkileri ve toplumsal durumuyla ele alan filmler, kent kimliği açısından ele alınabilecek filmlerdir. Adana’nın bu özelliklerinin 1950 sonrasında sinema endüstrisinde de etkili olacağını söylememiz gerek.
Adana’yı filmlerde adı geçen bir yer ve motif olarak kullanmaktan kurtaran ilk film Yılmaz Güney’in “Seyithan” (1968) filmidir. Güney’in bir Kürt destanından alarak doğduğu köye, Yenice’ye uyarladığı hikayede Çukurova, köy düğününden toprak ağalığına, kahvehanelerden uzayıp giden düzlüklere kadar güçlü bir anlatımla yer alır.
Sonrasında da Adana’yı ve yaşam alanlarını çok güçlü bir şekilde aktarmak yine Güney’e nasip olmuştur. Onun Türk sinemasının çizgisini değiştiren “Umut” (1970) filmi kentin en önemli anıt binalarından olan Adana Garı ve meydanında başlar. Aradan geçen yarım asırlık zamanda ortadan kaybolan sayısız mekanın bir karakter gibi filmde yer alışının temaşasıdır. Ayrıca, yaşam alanları emekçilerin varlığıyla bir kimlik kazanır. (Egemen sınıflar da mekanlarıyla tanıtılır. Lüks havuzlar, çiftlikler.)
Faytonuyla aile geçindirmeye çalışan Cabbar, Hamal Hasan, nehirden kum çıkaran işçiler, bisiklet kiralayanlar, çıraklar, nalburlar hepsi olağan bir halde yeniden yaratılan kentin içinden selam verirler. Seyhan ve Ceyhan Nehirleri, Misis toprağı ve köprüsü, Hamal Hasan’ın şarap aldığı köy, 1970’lerde hiçbir belge filmin kayda almadığı yerlerdir.
N. Hikmet’in senaryosunu yazdığı “Şehvet Kurbanı” (1940) filminde Adana’dan söz edilmez. İlginçtir, 32 yıl sonra film bir daha çekilir ve senaryoda Hikmet’in adı geçmez. Nejat Saydam imzasının olduğu filmde Adana sadece tabelası ve gazinolarıyla yer alır.
1970’lerde işçi hareketi yükselirken hem bölgenin hem işçinin varlığını hatırlatmak yineY. Güney’e düşmüştür. Urfa tarafından gelen ırgatların yaşamını ve mücadelesini ortaya koyan “Endişe” (1974) alanında ilktir. Film, kamyonlara binmiş işçi katarlarıyla başlar. Adana’ya girildiğinde burjuvazinin neredeyse şehri ele geçirmiş tabelaları görülür. Ülke gündeminin pamuk tarlalarına yansıtıldığı filmde Çukurova’daki köylü-işçilerin dramı anlatılır. Film 1975’te Antalya’da büyük başarı elde eder. Y. Güney, cezaevinden gönderdiği mesajda “pamuğa uzanan ellerden” söz eder.
Bölgeye Güney çizgisinden bakan bir başka Yönetmen Erden Kıral’ın ilk uzun metrajlı filmi “Kanal” (1978) Çukurova’daki çeltik ekimine kamerasını çeviriyor. O dönemde Yaşar Kemal filmin “Teneke” adlı romanından uyarlanmış olduğunu söyler ve bu konuda yönetmenle tartışmalar yaşarlar. Ağa, ilerici kent aydını ve direnen köylülerin belirgin olgular olarak ele alındığı filmde bölgeye dair çarpıcı kareler yer alır.
Kıral, Kanal’dan sonra kamerasını aynı coğrafyada tutar. İşçi Sınıfı Yazarı Orhan Kemal’in görkemli eseri “Bereketli Topraklar Üzerinde”yi aynı adla uyarlayarak yoluna devam eder. Film Adana Garı’na inen üç köylünün görünmesiyle başlar. “Umut”tan sonra kent merkezi ve tarım alanlarının belgesel değerde anlatıldığı en önemli filmlerden biridir. O. Kemal’in “Çukuroava’da bahar harikadır” sözünün de eşliğinde, pamuk, batöz, inşaat gibi iş alanları da gösterilir.
N. Saydam, O.Kemal’in Çukurova romanlarından olan “Vukuat Var”ı bir Yeşilçam basmakalıp filmi olarak çekip katletmeseydi “Vukuat Var” filminden de söz edebilirdik. “Vukuat Var” ve “Hanımın Çiftliği”nin devamı sayılabilecek “Kaçak” adlı O. Kemal romanını Memduh Ün 1982’de iki romanı gözeterek çekti ki, görece bir Çukurova filminden söz edebiliyoruz. Muzaffer Ağa’nın haksızlıklarına karşı köylülerini direnişe çağıran Habip başarılı olamaz. Son çare olarak ağayı vurur ve kaçağa düşer. Filmde daha çok Toroslar ve Adana’ya komşu Antakya kırsalı görülür.
Yine bir O. Kemal romanından uyarlanan “Eskici ve Oğulları” (1990) Taşköprü, tarihi çarşı, pamuk tarlaları, esnaf ve küfürleriyle şehri ortaya koyan bir filmdir. Şahin Gök’ün yönettiği filmin senaryosu Yaşar Güner’e ait. Aslında iktisadî olarak el üreticisi esnafın yenilgisinin romanı ve filmi olan Eskici ve Oğulları Adanalı oyuncuların çokça yer alması açısından da kent kimliğini hissettiriyor. Filmdeki ev ve mahalle sahneleri Antakya’da çekilir.
Aynı yıl Kerim Korcan’ın uzun öyküsü Tatar Ramazan’dan aynı adla uyarlanan yönetmenliğini Melih Gülgen’in yaptığı filmde yine Adanalı oyuncuların ağırlığını görürüz. Film, daha çok Tarsus’ta çekildiyse de eski Adana Cezaevini kullanması açısından dikkat çekicidir.
Semir Aslanyürek’in Y. Güney efsanesi için çektiği “Lal” (2014) Antakya’da başlayarak Adana’da biten bir film. Biri “lal” iki çocuk Güney’in Adana’da film çektiğini (Endişe filmi kastediliyor) duyar ve onu görmek için yola çıkar. Lal, başarısız filmse de Güney’in kahramanları üzerinden zamana dönüp bakması önemlidir.
İçinden Adana geçen başka filmlere rastlamak mümkün. Ancak, ekonomik ve toplumsal gerçeğinden koparıp sürekli aksiyon üreten bir film platosu veya acılı sofralardan ibaret bir alanmış gibi kenti ele alan filmleri değerlendirmeye almanın gerekli olduğunu düşünmüyorum.