Sinemacı Ahmet Soner: Akıntılara karşı dimdik ayakta kalanlara bin selam
30’uncu Altın Koza Film Festivali’nde Orhan Kemal Emek Ödülü Ahmet Soner "Altın Koza" ekine konuştu.
Ahmet Soner (Fotoğraf: Kişisel arşiv)
Mazlum VESEK
Genç Sinema Hareketi’nin kurucularından ve Yılmaz Güney, Atıf Yılmaz, Lütfi Akad gibi yönetmenlerle çalışmış, sayısız ödüllü senaryoya imza atmış bir sinemacı, Ahmet Soner. Sinema emekçilerinin mücadelesinin de daima içinde yer aldı. 30’uncu Altın Koza Film Festivali’nde Orhan Kemal Emek Ödülü Ahmet Soner’e verildi. Onunla Orhan Kemal’i ve geçmişi konuştuk. Soner 1995’te yayımlanan “Akıntıya Karşı” kitabının ön sözündeki gibi hâlâ kararlı ve inançlı. Sözü ona bırakıyoruz.
Sevgili Ahmet ağabey, siz daha önce Altın Koza Film Festivali’nde jüri de oldunuz. Şimdi de bu kent size Orhan Kemal adını taşıyan emek ödülü veriyor. Ne hissediyorsunuz?
Orhan Kemal en verimli yazarlarımızdan biridir. Yüzlerce öykü, elliye yakın roman yazmıştır. En çok sömürülen yazarlarımızın başında yine o vardır. Yayıncı patronlar üç kuruşa tefrika roman, yapımcı patronlar ise beş paraya senaryo yazdırmışlardır. Günü gününe yaşamını sürdürebilen yazarın pazarlık gücü hiç yoktur. Elli lira avans koparabildiği zaman mutlu olur.
Orhan Kemal’in anlatımında uzun tasvirler bulunmaz, O derdini konuşmalarla dile getirir. Bu yüzden yapıtları kolaylıkla sinemaya uyarlanabilir. Irgatların, marabaların, kente göçmek zorunda kalan köylülerin, fabrikalarda çalışan işçilerin, inşaatlarda sigortasız sömürülen amelelerin, geçim sıkıntısı çeken beyaz yakalı memurların yazarıdır Orhan Kemal.
Çocukluğunu ve gençliğini anlattığı Baba Evi ile Avare Yıllar adlı romanlarından TRT televizyonu için dört bölümlük bir dizi uyarlamıştım, ama nedense bu proje gerçekleşmedi.
Onun adına verilen bir ödül için seçilmiş olmak büyük bir mutluluk. Bu nedenle ödülü sevinçle alıyor ve ışıklar içinde yatmasını diliyorum.
"YILMAZ GÜNEY KENDİSİYLE YARIŞIYORDU"
Yılmaz Güney’in “Ağıt” filminde de oynamış ve çalışmıştınız. 1971’de Yılmaz Güney’in tüm ödülleri topladığı festivalde Ağıt en iyi film seçilmişti. O festivalin hem Yılmaz Güney hem sizin için özel bir yeri olduğunu biliyoruz. Neler söylemek istersiniz?
Ağıt, 1971 yılında, mayıs başından eylül ortalarına kadar çektiğimiz dört filmden üçüncüsüdür: Yarın Son Gündür, Acı, Ağıt ve Umutsuzlar… Ağıt’ta öğretmen rolünde oynamıştım, filmin başında ilk görünen kişi bendim. O yıl Adana Altın Koza Film Festivalinde verilen 12 ödülün tümünü bu dört film kazanmıştı. Başka filmler de vardı elbette, ama Yılmaz Güney’in rakibi yoktu, O kendi kendisiyle yarışıyordu.
Altın Koza Film Festivali yer yer kesintiye uğrasa da 30’uncusu yapılan bir festival oluyor. Bu festivalin yaşıyor olmasının değerini sizden dinlemek isteriz.
Altın Koza Film Festivali elbette ki yaşamalı, ama yerinde saymadan, sürekli kendini geliştirerek…
"GÜNÜMÜZDE KISA FİLMDEN SÖZ EDİLEMEZ"
Siz Türkiye’de ilk kısa film çeken sinemacılardansınız. (Yanlışsam düzeltin). 1967’den bugüne baktığınızda kısa filmi Türkiye sinemasında nasıl bir yerde görüyorsunuz?
Türkiye’de ilk kısa filmler Nâzım Hikmet tarafından çekilmiştir. Günümüzde artık kısa filmden söz edilemez, çünkü teknoloji değişmiştir.
Siz “Genç Sinema Hareketi”nin de kurucularındansınız. 1968’in de heyecanını yansıtan aynı derginin ve elbette film çalışmalarınızın sosyalist bir sinema anlayışına bıraktığı miras hakkında neler söylemek istersiniz?
Genç Sinema oluşumu ülkemizde bir ilktir. Aradan 50 yıl geçmesine karşın önemini yitirmemiştir. O günleri özlemle anmaktan başka bir şey gelmiyor elimden.
Bu sorudan devamla bir şey sormak isterim. 1970’lerde çektiğiniz belge filmleri DİSK’e bıraktığınızı biliyoruz. O filmlerin 12 Eylül darbesinden sonra bulunmadığını okuduk hep. O gün bugündür o filmlerin akıbeti hakkında size ulaşan bir bilgi var mı? Ya da ulaşabildiğiniz bir film…
O filmler kaybolup gitmiştir, izine bile rastlanmamıştır.
"KİTAPLARIMIN BASILMASINI İSTERİM"
Akıntıya Karşı” 1995’te basıldı. Ayrıca ödüllü senaryolarınız da var. Bunların yeniden basılması, okuyucuyla buluşması mümkün değil mi?
Yazdıklarım neredeyse on kitabı dolduracak kadar birikti, ama bunları yayımlayacak bir babayiğit göremiyorum. Senaryolarımın da kitaplaşmasını isterim elbette, ama bu fikir ütopyadan öteye gidemez.
Köy enstitüleriyle ilgili belgesellerinizin durumunu sorabilir miyiz? En azından onlar güvende mi? Nerede muhafaza ediliyor?
Enstitü Belgeseli 20 saatlik bir film, kaybolması söz konusu olamaz. Teknoloji sayesinde parmak kadar bir belleğe kaydedip çoğaltmak mümkün artık.
“Akıntıya Karşı” aynı zamanda sadece iki sayı çıkan bir derginin de adıydı. Kitabın ön sözünde ondan da söz ediyorsunuz. O çok sevdiğim ön sözü biraz da günümüze dair ekleme yaparak okuyucularımız için söyler misiniz?
O ön söze şunu ekleyebilirim: Akıntılara karşı bir kaya gibi dimdik ayakta kalanlara bin selam…